Hz. İsa'nın Yeryüzüne İnişi
Hz. İsa'nın yeryüzüne inişi Hz. Mesih'in ahirzamanda tekrar dünyaya döneceğini ve bu nüzul keyfiyetini bildiren yaklaşık yüz kadar hadis-i şerif var. Bu hadislerden en az kırk kadarı, hadis kriterleri açısından sahih sayılır.
Biz, bu hadislerden şimdi sadece bir-iki örnek verelim: Mesela; Buhari, Tirmizi ve Müsned'de rivayet edilen bir hadiste Allah Rasulü (sav): 'Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, adaletli bir hükümdar olarak Meryem oğlu İsa'nın aranıza inmesi yakındır. Haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak ve bolca mal dağıtacak. Mal o kadar çoğalacak ki, artık kimse onu kabul etmeyecek' buyurmaktadır. Yine Müslim, Ebu Davud ve Müsned'de rivayet edilen bir başka hadiste de: 'Ümmetimden hak üzere cihat eden bir taife kıyamete kadar devam edecektir. İsa b. Meryem nazil olunca Müslümanların emiri : 'Buyurun bize namaz kıldırın' diyecek, Hz. İsa da: 'Hayır, siz birbirinizin emirisiniz. Bu, Allah'ın İslam ümmetine bir ikramıdır' diyecektir' buyurur.
Bunlar gibi daha başka hadisleri de kitabında toplayan Allame Keşmiri bir kısım alimlerin, Hz. İsa'nın nüzulüne işaret ettiğini kabul ettikleri dört ayet-i kerimeyi de almıştır. Bunlar: 'Beşikte ve yetişkinlikte insanlarla konuşacak ve iyilerden olacaktır.' (Al-i İmran, 3/46) Alimler, bu ayetten hareketle Hz. İsa'nın yetişkinlikte insanlarla konuşmasının nüzul vaktinde olacağını söylemişlerdir. 'Kitap ehlinden her biri ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir.' (Nisa, 4/159) İbn Abbas ve Ebu Hüreyre gibi sahabiler, bu ayet-i kerimeye, Hz. İsa'nın nüzulüne işaret ediyor şeklinde yorumda bulunmuşlardır. 'O, kıyamete bir alamettir.' (Zuhruf, 43/61) Bu ayette geçen 'Hu=O' zamirini yine alimler, Hz. İsa'ya işaret ediyor demiş ve onun nüzulünü kıyamet alametlerinden saymışlardır. Bu hususta son ayet ise: 'Doğduğum gün, öleceğim ve diri olarak gönderileceğim gün bana selam olsun' (Meryem, 19/33) ayetidir. Burada da alimler, ayetin genel bir haşrin yanında Hz. İsa'nın hususi gönderilişiyle alakalı olduğunu söylemişlerdir.
Şahs-ı Manevi
Yukarıdaki ayet ve hadisler hakkında farklı yorumlarda bulunan alimler de olmuştur. Onlardan bazıları, Hz. İsa'nın şahsen nüzulünü, Cenabı Hakk'ın hikmetine aykırı bularak, bu nüzule 'şahs-ı manevi' nüzulü olarak bakmışlardır. Bazıları da ayet veya hadisleri daha değişik şekilde tevil etmişlerdir. Günümüz alimlerinden Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ise, daha farklı bir yorumda bulunarak Hz. Mesih'in nüzulünün şahsen olacağını nefyetmemekle beraber, daha çok şahs-ı manevi üzerinde durmuş ve Hz. Mesih'in nüzulünü, Hıristiyanlık aleminin İslam'a iktida etmesi şeklinde anlamıştır. Üstad, temelde meseleye böyle yaklaşırken, nüzul keyfiyetiyle alakalı hadislerde zikredilen Şam'da Akminare'ye inmesi, bir atın üzerine binmesi.. vb. hususlarda da katiyen tafsilata girmemiştir. Bu konuda zannediyorum sadece o değil; daha başka muhakkikler de sui istimale yol açar ve ileride büyük bir yalan olarak yüzümüze çarpılır düşüncesiyle, her zaman dikkatli davranmış ve bu türlü konularda gereksiz yorumlara girmemişlerdir; girmemişlerdir zira Efendimiz (sav), gaybdan verdiği haberlerde, açık ve herkesin anlayabileceği bir dil kullanmamış; aksine olay ve hadiseleri bir temsil ya da müteşabih bir ifadeyle anlatmıştır. Hem Üstad hem de diğer muhakkikin, Hz. Mesih'in nüzulüyle alakalı bir kısım müteşabih, ya da muğlak ifadelerin, bazı ravilerin tevili olduğu ve yine birtakım isimlerin de onlar tarafından hadise sokulduğu görüşündedirler. Dolayısıyla da, hadiste geçen Şam, minare, at.. vb. isimler, bu çerçevede değerlendirilebilir. Nitekim sadece muhakkikinin anlayacağı bu tür eklemeler, bazen (kasdi olmaksızın) Sahabe Efendilerimiz tarafından da yapılmış olabilir. Burada, Ebu Hüreyre ile alakalı şu hususu misal olarak zikredebiliriz. Efendimiz: 'Ben ümmetimi ahirette abdest azalarının parlaklığından tanırım' buyurur. Hadiste abdest azalarının parlaklığını ifade için kullandığı tabir, 'gurren muhaccelin=alınları bembeyaz' ifadesidir. Ebu Hureyre (ra), burada hadise bir ekleme yaparak, 'abdest uzuvlarının parlaklığının daha geniş bir alanı kaplaması için siz onları daha geniş yıkayın' der ve kendisinin kollarını/ayaklarını dirseklerinin üstüne ve dizlerine kadar yıkadığını bildirir.
Bundan dolayı diyebiliriz ki Hz. Mesih'in ahir zamanda iniş keyfiyetiyle ilgili birtakım kelimeler, daha sonra hadise katılmış ilavelerdir ve bunlar, Efendimiz tarafından söylenmiş gibi gözükse de ona ait değildir.
Bir Hatıra...
Bu hususta bir hatıramı aktarmak istiyorum: Bir gün duasını alayım düşüncesiyle, sevip-saydığım büyük bir zatın ziyaretine gitmiştim. Mesele dönüp dolaşıp Hz. Mesih'in nüzulüne gelince; 'ahir zamanda Hz. Mesih nüzul edecek, eline kılıcını alacak, insanları haklaya haklaya İstanbul'a kadar gelecek, sonra da kılıcını Sultanahmet'in minaresine asacak' dedi. Ben böyle birisinin bu şekildeki açıklamalarına şaşıp kalmıştım. Haddizatında çok zeki ve aynı zamanda Arapça'ya hakim olan bu zat, zannediyorum hakkında hüsn-ü zan ettiği, ya da keşfine-kerametine inandığı insanlardan duyduğu bu tür şeylere, i'mal-i fikretmeden ve bu kabil konuları muhkemata ircaı düşünmeden inanıyordu. Halbuki birazcık düşünmüş olsaydı, Efendimiz döneminde ne minare denen nesnenin ne de Sultanahmet Camii'nin olmadığını düşünerek böyle bir ifadeden vazgeçecekti. Bu türlü şeyler zaman zaman belki hepimizde olabilir; hakkında hüsn-ü zan ettiğimiz kimselerden duyduğumuz şeylerle alakalı ne Kur'an'da, ne Sünnet'te, ne de büyüklerin yorumlarında hiçbir şey olmamasına rağmen, onları hemen kabul eder ve çevremize de anlatırız.
Asliyet-Zılliyet
Bir de, Üstad'ın çokça üzerinde durduğu bir 'zılliyet' ve 'asliyet' mevzuu var ki, bununla ilgili kısa bir açıklamada bulunmanın da yerinde olacağı kanaatindeyim. Şöyle ki enbiya-i izam, Cenab-ı Hakk'ın Zati tecellilerini temsil ederler. Bunun aklen bütün insanlar için düşünülmesi de söz konusu olabilir. Zira hemen her insan üzerinde, Cenab-ı Hakk'ın isimlerinden biri diğerine nispetle daha hakimdir. Dolayısıyla aynı mazhariyeti paylaşan insanlar, bazen birbiriyle karıştırılabilir. Diyelim, Hz. Mesih bir reşhadır. Bir başkası ise, velayet-i kübraya mazhar olduğundan, seyr-i ruhanisinde onunla aynı yörüngeyi paylaşır ve seyrini o zatın izinde, onun ekseninde sürdürebilir. Dolayısıyla o zata bakılınca, bazen asla iltibas da söz konusu olabilir. Yani bazen gölge, asıl zannedilir. Halbuki bu bir yanılmadır. Bu manada cüz'ün, kül görünmesi, daha doğrusu vehmedilmesi çokları için her zaman bir ibtila vesilesi olagelmiştir...
Mehdilik-Muhammedilik
Bu açıklamalardan hareketle, aslında Hz. Mesih'in nüzulü, 'Mesihiyet şeklinde değil; Mehdilik ve Muhammedilik şeklinde olacaktır.' denebilir. Böyle bir gerçeğin tahakkuk keyfiyeti ne şekilde olursa olsun, bence mühim olan, her Müslüman'ın Kur'an'ın ruh ve ma'nasını arızasız temsil edip her zaman bu 'menheli'l-azbi'l-mevrud=tatlı su kaynağı'nın başında durup o temiz, o pak, o nezih kaynaktan yararlanıp ve başkalarını da yararlandırmaktır. Bir diğer önemli husus da, bütün bunları belli şahıslara bağlama yerine konuyu bir şahs-ı manevi konusu olarak değerlendirmektir. Yine de bu mesele çok münakaşası yapılacak bir meseledir. Zira, bu konuda öteden beri 'sevad-ı azam'ın kabul ettiği bazı esaslar var. Bu esaslar çiğnendiğinde ciddi iftiraklar doğabilir. Zaten Üstad da, belki elli yerde bu nüzul ve temsili anlatmış ve 'ancak onu nur-u firasetle bakanlar sezebilir' demiştir. O halde, bütün bunları nazar-ı itibara alarak, ahirzamanda Hz. Mesih'in gökten inmesini intizar etmenin bizim vazifemiz olmadığını ifade edebiliriz.
- tarihinde hazırlandı.