İrşatta Usûl Nedir?
Çok tecrübelerle sabit olmuştur ki, insanların üzerine aşırı derecede gitmeler çok defa reaksiyona sebebiyet vermekte, hatta böyle bir durum onları dinî hayattan kaçırmaktadır. Bu sebeple yakın ve uzak dairemize karşı ibadet ü taat aşk ve şevkini verme mevzuunda, aşırı derecede insanların üzerine gitmenin çok doğru olmadığı görülmüştür.
Fukaha, bir hadis-i şeriften istinbat ederek sekerat halinde olan bir kimseye kelime-i tevhidin zorlayarak söylettirilmesinin yanlış olduğu hükmüne varmıştır. Çünkü -Allah korusun- o kimse, içinde bulunduğu ruh haleti itibariyle "demiyorum" derse baş aşağı gidebilir ve çok defa son sözü de bu olabilir. Kişinin kalbinde bu kelime ve manaya karşı duyacağı nefretle buradan göç edip gitmesi büyük bir hüsran olur. Bunun yerine, adeta bir musiki edası ile ve tatlı bir üslupla onun yanında tehlilde bulunma (Lâ ilâhe illallah deme) daha matlup sayılabilir. Böylece ihtimal biz incitmeyecek ve rencide etmeyecek şekilde "Lâ ilâhe illallah" deriz ve onun içinde ümit tomurcuklarının neşv ü nema bulmasını temin etmiş oluruz. Şayet kişi, bundan da rahatsız oluyorsa üzerine hiç gitmemek daha uygun olur. Aksine, kalbinde bir saygı, sevgi ve muhabbet varsa o anlık ruh haleti içinde onu da kaybetmesi mümkündür.
Fukahanın bu konudaki istinbatını bütün hayata teşmil etmek mümkündür. Bu sebeple inanç konusunda da insanların üzerine doğrudan doğruya gitmemek, mümkünse onları değişik yaklaşımlarla yumuşatmak daha uygun olur. Yılanı delikten çıkarmanın da bir usûlü vardır. Eğer yılan, vücudunun bir kısmıyla girdiği deliğe tutunursa, tutup çekseniz de kopar da fakat geriye gelmez. Ancak salıverirseniz, o da yürümeye durur ve tam o esnada çekip çıkarırsınız. İğne vururken hekim hastanın kendisini sıkmamasını, gevşek durmasını ister. Aksi takdirde enjekte edilen ilaç içeri girmez. Bu sebepledir ki, evvela hastanın kendisini rahat bırakması temin edilir. Daha sonra da enjekte edilen ilaç rahatlıkla bünyeye zerk edilir.
Basit ve avamca misalle bir hususu daha arz etmek isterim: İrşad ve tebliğ, günümüzde en mühim meselelerden biridir. Ancak bu vazife mutlaka tekniğine göre yapılması lazımdır. Eğer camiye gelen insanlara hizmet etme metodu bilinebilseydi, şimdilerde çok daha güzel şeyler olabilirdi. Ne var ki biz, çok defa nefret ettirip insanları kendimizden kaçırmışızdır. Bir büyüğün ifadesiyle biz, acelece ve acemice müdahalelerle insanları etrafımızdan uzaklaştırdık. Eğer tatlılıkla bu işi yapsaydık halk, bir hâle gibi etrafımızda halka teşkil edecek ve bizi bir mürşit gibi dinleyecekti. Ama ille de olacaksınız diye üzerlerine üzerlerine gidince onlar da direndiler, kasıldılar ve reaksiyon göstermeye başladılar. Bu sebeple de, onlara çok fazla bir şey anlatamadık ve anlatma imkânını bulamadık.
Zannediyorum şu anda durumumuz da bundan farklı değil. Ne olur gelin, Allah rızası için bin türlü bela ve musibete katlanalım; katlanalım ki ilk mürşitlerin, hatta Anadolu'da Ahmet Yesevî'lerle başlayan ikinci dönem mürşitlerinin de yolu budur. Evet, ilk defa Anadolu dâhil olmak üzere Avrupa kapılarına kadar tıpkı sahabiler gibi dervişlerle başlayan o manevi akıncı harekâtıyla gidilmiştir. Onlar insanların içine girmesini bilmiş, hak ve hakikati anlatmış ve insani faziletlere tercüman olmuşlardır. Bugünün insanı da böyle olmalı, çok küçük meseleler karşısında hemen reaksiyon göstermemeli, hiddet ve şiddete kapılmamalı, dövene elsiz, sövene dilsiz ve gönülsüz hareket etmelidir ki müessir olabilsin.
İrşad ve Tebliğ Mülayemet İster
Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), Seyyidina Mus'ab İbn Ümeyr'i Medine-i Münevvere'ye gönderdiği zaman bir sene içinde Akabe'ye biat etmek üzere yetmiş fertle gelmişti. Bu, o zamana göre büyük bir muvaffakiyetti. Hz. Mus'ab o dönemde yirmi-yirmi beş yaşlarında ya vardı ya da yoktu. Ne var ki o, hiçbir zaman öfkelenmemiş, değişik hadiseler karşısında feverana kapılmamış ve bildiği yolda dosdoğru yürümüştü. Es'ad İbn Zürare, Mus'ab İbn Ümeyr'e "Öyle birini getireyim ki o, İslam'a girince halk gruplar halinde arkadan gelecektir." deyip, önce Sa'd İbn Muaz'ı, arkasından Useyd İbn Hudayr'ı, daha sonra da Sa'd İbn Ubade'yi getirmişti. Her gelen kişi, öfkeyle Hz. Mus'ab'a kılıcını çekerek gelmişti. Ama çok iradeli, soğukkanlı ve meseleleri çok iyi intikal ettirmesini bilen, güngörmüş ve pişmiş, daha doğrusu Allah Resûlü'nün rahle-i tedrisinden tam ders almış olan Hz. Mus'ab, onları dize getirmiş, yumuşatmış, Allah Resûlü'nün potasında eritmiş ve istediği şekle sokuvermişti.
Evet, irşat ve tebliğde yumuşaklık çok önemlidir. Cenab-ı Hak, Hz. Musa ve Hz. Harun'u (aleyhimüsselam) Firavun gibi ilahlık iddiasında bulunan birine gönderirken söz ve tavır itibariyle hoşgörülü davranarak yumuşak söz söylemelerini emretmişti. (Bkz: Tâhâ, 20/44) Böyle iyi bir muamele ve yumuşak takdim çok önemlidir. Ben bu mevzuda etrafımıza meseleleri takdim etmede yaptığımız teknik hataların meydana getirdiği değişik rahatsızlıklardan ötürü nefsim adına da, başkalarının nefs-i emmareleri adına da çok rahatsızım. Evet, çok defa insani münasebetleri bilemiyor, katılık yapıyoruz. Hatta şiddet göstermekle meselelerimizi halledeceğimizi zannediyoruz. Hâlbuki yumuşaklık olunca difüzyon ve iç içe girme olacaktır. Bu itibarla da denebilir ki, şimdiye kadar katı kimselerin yaptığı hiçbir şey olmamıştır; müsamaha ile ise fethedilen gönül pek çoktur.
Özetle
- İrşad ve tebliğ, günümüzde en mühim meselelerden biridir. Ancak bu vazife mutlaka tekniğine göre yapılması lazımdır.
- Tebliğ ve irşatta insanları çok iyi tanımak ve onlara karşı münasebetlerimizi, muamelelerimizi çok iyi ayarlamak mecburiyetindeyiz.
- Cenab-ı Hak, Hz. Musa ve Hz. Harun'u, Firavun'a gönderirken hoşgörülü davranarak yumuşak söz söylemelerini emretmişti.
Bin Şehit Sevabı Kazanmak İçin
Kul, farzlarla Allah'a yaklaşır, fakat farzların üstünde nafilelerle o hale gelir ki, -kudsî hadiste ifade buyrulduğu üzere- Allah, onun gören gözü, işiten kulağı, konuşan ağzı, tutan eli olur ve onu hep doğruya yürütür. Yani, Allah, gördüğü şeyleri ona hiç yanlış göstermez de yalnız razı olduğu şeyleri gösterir ve gördüğü her şey, ileride isabetli değerlendirmesine yardımcı olur. Böyle bir mümin, gördüğü her şeyden hakikate ulaşmasını bilir. Hidayeti gördüğünde ruhen kanatlanıp pervaz etmesine mukabil, dalalet gördüğünde ondan şeytanı görmüş gibi kaçar. Böyle bir mümin iyi bir ses duyduğu zaman, onun ruhunda hemen yükselme başlar. Güzel sesleri kötülerinden çok iyi tefrik eder, kulağına gelen şeyleri çok isabetli değerlendirir. Aynı zamanda Allah böyle bir insanı konuştururken de hakkı söyletir. Allah ona eliyle iş yaptırırken -âlâ külli hâl- Hak adına işler yaptırtır, ayağıyla bir tarafa doğru giderken de onu hakikat istikametine doğru yürütür. Binaenaleyh hiçbir zaman onu kendi başına bırakmaz. Allah o insanı doğrudan doğruya kontrolü altına alır ve marziyat-ı ilahisi içinde hareket ettirir. Nitekim Asr-ı saâdette gördüğümüz üzere Cenab-ı Hak, Efendimiz Aleyhissalatü vesselam'ı hep razı olacağı daire içinde hareket ettirmiştir.
Önemli bir husus daha vardır ki o da, ümmetin fesadı zamanında sünnet-i seniyyenin ihya edilmesi; ister farz, ister vacip olsun bütün erkân-ı imaniye ve İslamiye ile Efendimiz'in yolunun yeniden işler hâle gelmesi demektir. Zira birileri, hususiyle de günümüzde bu caddeyi patika haline getirmeye çalışmaktadırlar. Buna karşılık, onun çok geniş bir cadde halinde, kıyamete kadar devam etmesini temin etmeye çalışan Müslümanlar, sünnet-i seniyyenin çok mühim meselelerini ihya etmektedirler. Yine Efendimiz'den aldığımız ölçüler içinde, sünnet-i seniyyeden öyleleri vardır ki, bunlar bin kere şehit olmaktan daha kıymetlidir. Bu arada Efendimiz'in yolunda ihya edilecek farzlar, hususiyle bunların arasında erkân-ı imaniye ile ilgili herhangi bir hususun ihya edilmesi onu ihya eden mümine bin kere şehit olmaktan daha fazla sevap kazandırabilir.
Evet, sünnet-i seniyye içinde öyleleri vardır ki, onu yapan, bin şehit sevabı kazanabilir. Nasıl ki toplumu birbirine katıp karıştıran gıybet sadece herhangi bir şahsın çekiştirilmesi gibi kabul edilmemektedir; zira böyle bir gıybet adam öldürmekten veya zina etmekten daha şiddetlidir. Aynen onun gibi günümüzde bilhassa ümmetin fesada gittiği, bütün İslam çarkının bozulduğu ve tayfanın kaptana isyan ettiği bir devirde, dine ait herhangi bir meseleyi ihya etmek için gayret eden kimseler, elbette ki yüz şehit sevabı, hatta belki bin şehit sevabı kazanacaklardır.
Sözün Özü
Arzın merkezinden 'Sidretü'l-Müntehâ'ya kadar ins, cin ve meleğin her zaman çevresinde dönüp durduğu bir amûd-i nûrâni (nurdan sütun)nin yeryüzünde mücessem bir kesiti sayılan Kâbe, her lâhza görünür-görünmez milyarlarca temiz ruhun, harîmine can atıp vuslat aradığı, öyle eşi-menendi olmayan bir binâdır ki, kıymeti semâlara eşittir dense sezâdır.. zaten o gökte ve yerde Allah'ın evi mânâsına 'Beytullah' olarak yâd edilmektedir.
Haftanın Duası
Rahmeti her zaman gazabının önünde yüce Rabbimiz! Düşüp düşüp kalkan bu mücrim kullarını günah bataklığında boğulmaktan sıyanet buyur, buyur da Senin payeler üstü dostluğuna erelim... Nimetlerini de üzerimize sağanak sağanak yağdır. Biz aciz kullarını erişilemez ve asla nüfuz edilemez hıfzınla muhafazan altına al.. bizi koruyup kolla, kolla ki Senin, kapı kullarını hiçbir zaman zayi etmeyeceğin hakkındaki kanaatimiz tamdır.
- tarihinde hazırlandı.