Sen'den Gayrısına Secde Etmedik

Bir insanın kendisini diğer mümin kardeşlerinden aşağı görmesinin iki yönü vardır: Bu yönlerden biri çok faydalı ve Allah indinde çok makbul, diğeri de zararlıdır. Bir insanın aşağılık duygusuyla kendisini kötülemesi ve kusurlu görmesi zararlıdır. Ancak kişinin yarınlarda karşısına ne çıkacağını bilememe hissiyle bunun dertlisi olarak Allah'ın diğer kullarının yanında kendisini aşağı görmesi bir bakıma fazilet ve meziyettir.

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kendisine verilen fazla pâyeler karşısında, "Ben bir beşerim ve Allah'ın abdiyim. Siz bana Allah'ın kulu ve Resûlü deyin" buyururlardı. Devr-i Risâletpenahî'de Sahabeden herhangi birisine, "Sen şusun.. busun.." dendiğinde, "Ben ancak Allah'ın kullarından herhangi bir kulum" diye cevap verirdi. Ehlullah dediğimiz Hak dostları da meseleyi böyle ele almışlardır. Mesela Şah-ı Geylani Hazretleri kendisini yere göğe sığdıramayan kimselere karşı, "Ben sadece Allah'ın ibadından bir kulum" derdi.

İşte bu istikamette insanın kendisini geri görmesi, hatta bir hiç görmesi mahzursuzdur, belki de faidelidir. Bu arada bir kimsenin başkalarının vesâyası altında Cenab-ı Hakk'ın rahmetinden istifade etmeye liyakati olabileceğini düşünmesinin, tezkiye-i nefis açısından yararlı olduğu bile söylenebilir. Ben yirminci asırda insanlığı kurtarmaya namzet gördüğüm nesilde bir bakıma bu duygu ve düşüncenin, ağırlığıyla kendisini hissettirmesini bekliyor, gözetliyor ve bu hasletin onlarda olmasını şiddetle arzu ediyorum. Hizmet ehlinden hiçbir fert kendisini diğer insanlardan daha üstün ve daha farklı görme hastalığına düşmemelidir. Ehl-i dünyanın felsefeden aldığı dersle üstünlük hastalıklarına kapılabilirler. Mümin kardeşlerimiz bu türlü hastalıklara kapılmamalı, herhangi bir sun'ilikle, Batı'da olduğu gibi insanları yükseltme adına abartılara girmemelidirler.

Ben Kimim ve Neyim!

Konuyu biraz daha açmak adına bir üslup değişikliği çerçevesinde "ben" den başlamak istiyorum. Baklalarında "ben" deyip konuyu kendi hesaplarına değerlendirebilirler.

Ben bir fert olarak imana ve Kur'an'a hizmet yönüyle Allah'a hamd ederim ki, Cenab-ı Hak önemli vazifelerle şereflendirdi. Ben mahiyetim ve maddem itibariyle hiç ender hiçim. Fakat bu hiçlikte Allah farklı varlık cilvesi lütfetti. Allah bazen mücrim bir kuluna da değişik lütuflarda bulunabilir. Nitekim öyle yaptı ve nadide bir cemaatle beni hemhal kıldı. Ben bu yönden kendimi dünyanın en bahtiyar insanlarından sayar ve "Allah, zavallı bir insanı tuttu, nezahetle yaşayan, hizmet etmeye namzet insanların yanına getirip koydu." derim. Ben işte buna aşağılık duygusu demiyorum. Madde ve mahiyetim itibariyle Rabbimin nazarında kirli bir damla sudan ibaretim. (Bkz. Târık, 86/6) Buna rağmen halk şayet beni büyük sayıyor ve tebcilde bulunuyorsa, bu hususta yanılmış olabilirler. Ama kendi zaviyemden ve bakışım açısından ben hep böyle düşünürüm. Halk, düşüncesinde ve verdiği hükümlerde yanılmış olabilir. Bu noktada da çok korkarım ve korkmam da lazım, sonra da Efendimiz'in dediği gibi, "Rabbim beni halkın nazarında büyük, Senin nazarında küçük eyleme" derim. Halk, bir insanı büyük görebilir. Ancak ben, nezd-i ulûhiyetinde boyum ne kadar ise o kadar ve onun da altında görünmek isterim. Bugün el üstünde tutulan fakat yarın ayaklar altında bir merkub bile olamayacak hale düşmektense, "Doğrusu onlar hayvanlar, davarlar gibidirler, hatta onlar yolca yöntemce daha da sapıktırlar." (Furkan, 25/44) sırrıyla mahkeme-i kübrada o duruma düşmektense, burada kat kat hatalarımın cezasını çekmek veya Senin namütenahi affına sığınmak isterim. Vahşi'yi bağışlayan, onu sahabi olmak şerefiyle serfiraz kılan o engin rahmetine iltica ederek ve Sana sığınarak, "Sen dilersen merkepten de insan yaparsın ama dilersen insanı da merkep kılarsın." derim.

Bizi insan olarak en güzel surette yarattın. Ancak biz, insani sîretimizi irademizle bozduk. Çamur ve bataklık içine girdik. Şimdi öyle bir çamur içinde bocalayıp duruyoruz. Ama bir yerde dendiği gibi Senden gayrısına secde etmemiş bir başımız var. Gönül bozulsa, iç âlemi pörsüse bile Senden gayrısına secde etmedik ve kimseye bel kırmadık. İşte sana vereceğimiz şey budur. "Ma arefnâke hakka ma'rifetike- Seni hakkıyla bilip tanıyamadık" kalkanıyla nezd-i ulûhiyetine iltica ediyor ve bizi bağışlamanı diliyoruz.

Bu bir anlamda muhasebe sayılır. Bu durumumla ben kendimi asrımızda kendinden ders aldığım kâmetin arkasında yürüyen biri gibi görürüm. İnsanımıza Sahabe-i Kiram'ı anlatırım. Hani bir kıtmir vardır ki şahları ve onların bağını, bostanını korur. Bir kıtmir de vardır ki, o da sahabeden en küçüğünün arkasında dolanır ve yanında bulunmayı şeref sayar. İşte ben, onların adından bahsederim ve onları tanıtmaya çalışırım. Samimi olduğumu söyleyemem. Bütün bütün samimiyetsizim de diyemem. Bunlardan biri fahir olur, diğeri de nankörlük. Beceriksizliğimi ve kusurlarımı Rabbim şimdiye kadar setrettiği, beni olduğum gibi size göstermediği için ben de size şerh etmek istemem. Burada "Ya Settâr" deyip yürürüm. Öbür âlemde de "Ya Settâr" deyip aman dilerim. O da belki gafletlerimi örter de beni bağışlar. Bu sözlerimde samimiyim ve ben kendime böyle bakıyorum. "Ah şu cemaat, benim ne yavuz bir dilbaz olduğumu bilseler, gelip beni dinlemezler." diyorum. Bu dediklerimin kaçta kaçını bazı arkadaşlarım da diyebilir bilemiyor, bilme diye bir vazifemin olduğunu da sanmıyorum.

Özetle

  • Kulun nefsini sıfırlaması, onun aşağılık duygusuyla kendisini kötülemesi ve kusurlu görmesi anlamına gelmemelidir. Zira böyle bir anlayış insanı ümitsizliğe sevk eder.
  • Efendimiz bile kendisini yüceltip övenlere karşı, kendisinin kul olduğunu, dolayısıyla kulluğun en büyük paye olduğunu hatırlatmıştır.
  • İnsan nefsini hesaba çekerken, Allah'ın kendisine bahşetmiş olduğu nimetleri de görmezlikten gelmemelidir. Yoksa O'na karşı nankörlükte bulunmuş olur.

Aşağılık Duygusuna Girmeye Lüzum Yok

"Ben mücrimim, halka bir şey anlatamam. Kimseye hak namına dellâllık yapamam. Namaz kıldırıp hutbe îrad edemem." şeklindeki bir düşünceyi ben; aşağılık duygusu, eziklik ve şeytanın, insanın bazı zayıf taraflarından istifade edip hizmetten alıkoyması sayarım.

Zayıf ve çelimsiz olsak, güç ve kuvvet yönüyle pazularımız zayıf bulunsa dahi hakiki sahibini bulacağımız ana kadar bu işi taşıma azmi içindeyiz. Kur'an-ı Mucizu'l-Beyan'a hizmet istikametinde Fahr-i Kâinat Efendimiz'in atının zimamdarlığını yapmaya, yani onun dizginlerini omzumuza alıp götürme istikametinde ve Rabbimizi hoşnut etme yolunda bu vazifeyi bırakmayacağız. Bu vazifeyi bize bıraktıracak şekilde kendimizi aşağı görmektir ki işte aşağılık duygusu denen mel'un şey de odur.

Ne olursak olalım hep imanlı olduk ve hiç ümidimizi yitirmedik. Vefat edeceğimiz an, "Ey gönül huzuruna ermiş ruh! Sen Rabbinden razı, O senden razı olarak dön Rabbine! Sen de katıl has kullarımın içine, gir cennetime!" (Fecr, 89/27–30) hakikatinin bize sırf bir iltifat-ı ilahi olarak karşılıksız bir teveccüh şeklinde bekleyip durduk.

Hususiyle asrımızda aşağılık duygusu içine girmeye hiç lüzum yok, zira biz ne kadar mücrim olursak olalım Cenab-ı Hak, şu nazik, nezih ve nadide cemaat içinde bize yaşama imkânlarını bahşetti. Bu güzide insanlarla aynı çatı ve kubbe altında oturuyoruz. Her gün hakikat gamzeden bu simalarla karşı karşıya geliyoruz. Bunlardan benim duygularıma akseden çok şeyler oluyor. Yıkılmış, harap olmuş kalbimin tamiri istikametinde ben bu insanlardan çok istifade ediyorum. Bunların duygu ve heyecanları benim şu perişan cismime can ve dizime derman oluyor.

İşte bu yönüyle ferden ferda yıkık dökük olsak da biz, cemaat halinde Fahr-i Kâinat Efendimiz'i sevindirecek ve güldürecek bir cemaat olma mevkiinde bulunuyoruz. Çubuğun ve sopanın dövene koyulduğu, boyunduruğun yere indiği, herkesin dini bırakıp kaçtığı ve dinsizliğe saptığı bir devirde bize ışık tutanları Allah makam-ı mahmudla sevindirsin. Çığır açanları mutlu ve bahtiyar kılsın. Rehberlerimizi cennet-i firdevsi ile mesut ve bahtiyar eylesin. Biz, Fahr-i Kâinat Efendimiz'in yolunda ve izinde hizmet-i imaniye ve Kur'an'iyede bulunurken, başımızda Fahr-i Kâinat Efendimiz'in vesâyasını ve siyanet kanatlarını hissediyor gibiyiz. Ki, bu yönümüzle Allah'a çok şükür -Batılı anlayış içinde- Muhammedîyiz. Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in cemaatindeniz. İşte bu cihetle de bize paha biçilmez ve bu yönümüzle kıymetimizi takdirler üstü takdiri hâizdir. Biz, hizmete kilitli kaldığımız sürece işte böyleyiz. Öyleyse ferden ferda kıymetsiz olsak bile ümitlerimizi besleyecek, Allah'ın mağfiretinden istifade edecek bir cemaat olarak şahs-ı manevi itibariyle öylesine yüce makamlara namzediz ki, sahabe, tâbiin, tebe-i tâbiin asrı istisna edilecek olursa yeryüzünde böyle hizmet edenlerle ölçüşecek ikinci bir cemaat yoktur. Bu noktada da Allah'a hamd ve sena ederim.

Sözün Özü

İnsanın benliğinde Cenâb-ı Hakk'ın sem u basarı vardır. Hatta 'hüve' sırrı insanda 'ene' şeklinde tecelli etmiştir. İnsan, 'ene' çeperini tasavvuftaki 'fenâfillah' ve 'bekâbillah'la yırtıp atarak, Allah'ta bâki olma hususiyetine erebilir. Böylece insan, 'ben' keşfiyle benlik sırlarını kavramış olur. Hedeflediği noktaya geldikten sonra da, elindeki kristal kaseyi yere çalarak, 'Seninle ben maksûd damına ulaştım, artık bana lâzım değilsin.' der ve iliklerine kadar mârifetle dolu olduğu şuuruyla ilâhî varidleri zevkeder durur..

Haftanın Duası

Ey merhameti sonsuz yüce Rab! Sen bizi altından kalkamayacağımız işlerle mükellef tutma, her ne kadar bunu istemeye yüzümüz olmasa da Sen her zaman bizimle ol ve hiçbir zaman bizi yalnız bırakma, dualarımıza icabet buyur, ümitlerimizi boşa çıkarma, Sana rücû yollarını kolaylaştır ve tevbelerimizi de kabul buyur.. Efendimiz Hazreti Muhammed'e, aile efradına ve bütün ashab-ı güzînine salât u selam ederek bunları Senden dileniyoruz; dualarımızı kabul buyur Rabbimiz!..

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.