Ruhun ve İmanın Zaferi
İnsan, bu dünyada ruh ve beden gibi birbirinden farklı iki kuvveti temsil etmektedir. Zaman zaman bu iki kuvvetin birleşip bir bütün oluşturduğu müşahede edilse bile, ekseriyet itibariyle, zıtlaştıkları ve birinin zaferinin diğerinin hezimetini netice verdiği görülmektedir. Bedenî isteklerin şaha kalktığı ve azgınlaştığı bir bünyede ruh, çelimsiz, dermansız ve cismanî arzuların azat kabul etmez kölesidir; buna karşılık, nefsin iştihalarına baş kaldırıldığı, kalbin akla, ruhun bedene hâkim kılındığı bir bünyede ise ruh, bin bir labirenti bir solukta aşan ve bir anda ölümsüzlüğe ulaşan hürriyet abidesidir.
Her bucağı, yüzlerce zafer tâkı ve dragon timsalleriyle süslense dahi, ruh plânında çökmüş bir ülkenin mezardan farkı yoktur. Evet, ruhun zafer solukları üzerine kurulmamış bir dünya, kaba kuvvetin elinde bir oyuncak; onun faziletli ikliminde geliştirilmemiş bir kültür, insanlığın yolunu kesmiş bir cadı ve böyle bir ülkede yaşayan yığınlar da buhrandan buhrana sürüklenen gözü bağlı talihsizlerdir. Ne var ki, şahsî haz ve zevklerinden başka bir şey düşünmeyen ve bir türlü varlığını başkalarının mutluluğuyla birleştiremeyen ham ruhlara, hiçbir zaman bunu anlatmak da mümkün olmayacaktır.
Güçlü ve muzaffer insan, kendini yenen insandır. Nefis ve kötü tutkuların esaretinden kurtulamamış sefil ruhlar, cihanlar fethetseler dahi mağlûp sayılırlar. Böylelerinin, bir baştan bir başa dünyayı işgal etmelerine fetih denemeyeceği gibi, istilâ ettikleri yerlerde de uzun zaman payidar olmalarına imkân yoktur.
Gerçek Kahramanlar
Kendini cihanın tek hâkimi görme çılgınlığıyla, feylesof Molmey'in şahsında, ilim ve fazileti tokatlayan Napolyon, bilmem ki ruhtaki bu hezimet ve yenilmenin Yena'daki mağlubiyetten daha acı ve daha alçaltıcı olduğunu anlayabilmiş miydi?..
Merzifonlu, ordusunun Viyana'daki bozgunundan evvel, kendi içinde yenilmişti. Kumandanın ruhundaki hezimetle başlayıp yaygınlaşan, tarihimizdeki bu ilk bozgun, onun kellesini alıp götürmeden başka, cihanın en muazzam fatih ordusuna, firar etme gibi, o güne kadar bilmediği bir zilleti de öğretmiş oluyordu.
Aslan yürekli Yıldırım Han, Çubuk'ta değil, hasmını hakir ve kendini yeryüzünün biricik hükümdarı saydığı gün yenilmişti...
Ve insanlık tarihi ruhun mağlubiyetine maruz daha nice kimselere şahitlik etmişti.
Buna karşılık Tarık, Herkül sütunlarını geçip bir avuç fedaisiyle, doksan bin kişilik İspanya ordusuna galebe çaldığı zaman değil, Endülüs'ü fethettikten hemen sonra Toleytula'da hazine dairesine girip de altınları, mücevherleri görünce kendi kendine "Tarık, dün bir köleydin. Bugün muzaffer bir komutansın. Yarın ne olacağını da ancak Allah bilir. Şımarma..." dediği ve sonra gurura, çalıma girmemek için yatağını kraliyet dairesine değil ahıra serdirdiği an, ruhuyla kanatlanmış ve hakiki nusrete ulaşmıştı.
Salahaddîn'in, "Aslan Yürekli Rişar"a karşı civanmertliği, kibir ve gösterişten kendini göremez hâle gelmiş bu mağrur hükümdarı, hayretten hayrete sevk etmiş ve fevkalâde utandırmıştı. Keza; Alparslan'ın, "Romen Diyojen"i hüngür hüngür ağlatan mürüvvet ve alicenaplığı; Antalya Kalesi'nde, barbar haçlılara karşı göğüs göğse erkekçe dövüştükten sonra, elde ettiği esirlerin bütününü hürriyete kavuşturan Kılıçaslan'ın asalet ve insanlığı hep bu yüce ruhun zaferleriydi...
Fatih'in, Bizans surları önündeki -o devre göre- en muazzam ve modern ordusunun gücüne güç katan, ona çağının kilit ve anahtarlarını kazandıran o en önemli kuvveti de yine, Akşemseddinlerle temsil edilen bu ruh ve iman kuvvetiydi. Fatih, azgın maddî gücün temsilcisi değildi. O, askerî dirayet, deha ve iktidarıyla bu yüce ruh ve inancı temsil ediyordu. Öyle olmasaydı, onun İstanbul'a girişi de Sezar'ın Roma'ya girişi gibi olmayacak mıydı?.. Halbuki o, Bizans'ın bu eski payitahtına, Mekke'yi fetheden Kutsi ruhun affediciliği, müsamahası, mağlûplara sonsuz haklar bahşetmesi ve civanmertliği gibi yüksek hasletleri temsil ederek giriyordu.
Cihanı, iki hükümdar için az gören Yavuz, dünyanın dört bir bucağını velveleye veren fatih ordusuyla, krallara taç verip taç aldığı günlerde değil, Ridâniye zaferini müteakip İslâm dünyasının biricik hükümdarı unvanıyla, İstanbul kapılarına kadar gelip de teb'anın alkış ve alâyişini görmemek için, halkın uykuda olduğu bir saati kollayıp, payitahta sessizce girdiği zaman gerçek fatih; hocasının atının ayağından sıçrayan çamurla kirlenmiş, -estağfirullah- ıtırlanmış cübbesinin, tabutuna sarılmasını vasiyet ettiği zaman da hakiki muzafferdi.
İstikbâl, Menfaat Düşüncesinden ve Bencillikten Sıyrılanların Olacaktır!..
Bizde, nefsin frenlenmesi, ferdin kendi kendini yenmesi bir esastır. "En büyük cihad" unvanıyla ferdin derununda başlatılan bu kavga, daha sonra onun bütün davranışlarını tesir altına alarak, ona yenilmezliğin sırrını öğretir. Zira, kendi içinde zafere ermiş böyle bir el, maddenin ve kuvvetin bütün hokkabazlıklarını bir anda yutar ve yok eder. "Tûr"un esrarını ruhuna geçirmiş bir babayiğidin nazarında, kemmiyet bütün debdebe ve alâyişiyle keyfiyetin zerresine râm olur. Bilakis, nefsinin esir ve zebunu olan bir insan, İskender dahi olsa zavallıdır ve acınacak haldedir.
Hâsılı; yüce duygu ve yüksek idealleri gönüllerinde abideleştiremeyenler, şahsî istek ve arzularına karşı koyamayanlar, Hakk'a saygı ve hakikate hürmetteki zevki idrak edemeyenler, bir baştan bir başa bütün cihanı fethetseler dahi asla zafere ermiş sayılamazlar. Zira, onların muvakkat nusretleri aslında kalıcı hezimetlerinin habercileridir. Muhtemel mağlubiyetleri ebedî muvaffakiyete çevirmenin yolu ise, yalnızca ruhun zaferine ermekten geçmektedir.
Özetle
- İnsan bu dünyada ruh ve beden gibi iki kuvvetin temsilcisidir ve bu iki kuvvetin birbiriyle ilişkisi ise ters orantıya dayanır. Birinde kazanılan zafer, diğerinin hezimetine yol açar.
- Güçlü ve muzaffer insan, kendini yenen insandır. Nefis ve kötü tutkuların esaretinden kurtulamamış sefil ruhlar, cihanlar fethetseler dahi mağlûp sayılırlar.
- Her bucağı, yüzlerce zafer takıyla süslense dahi, ruh plânında çökmüş bir ülkenin mezardan farkı yoktur. Ruhun zafer solukları üzerine kurulmamış bir dünya, ancak kaba kuvvetin elinde bir oyuncaktan ibarettir.
Haşyet İstemek Allah'ı Bilmenin Meyvesidir
Allah'ım içimi haşyet hissiyle doldur ve beni Zât-ı Ulûhiyetine karşı hürmette kusur etmeyen bir kul eyle, tâ ki her an Seni görüyormuş gibi olayım." duası, İnsanlığın İftihar Tablosu'nun dilinden hiç düşmeyen bir niyazdır. Bu itibarla, haşyet talebinde bulunmamız gerektiğini bize talim buyuran muallim, kulluk âdâbını kendisinden öğrendiğimiz Rehber-i Ekmel Efendimiz'dir.
Ciddiyetsiz ve laubali kimselerin, dava adamı olmaları ve başkalarına rehberlik yapmaları mümkün değildir. Zira, içte ihsan bulunmalıdır ki, dışta itkan olsun; insan, gönül âlemini ciddiyetle donatmalıdır ki, bu onun dış dünyasına da yansısın ve muhatapları üzerinde tesir bıraksın. Evet, tavır ve davranışlarıyla laubali olan kimseler, diğer insanlara hiçbir şey veremezler; aksine, onları kendi yollarından nefret ettirirler.
Maalesef, günümüzün insanları çok laubali ve gayr-ı ciddi. Öyle ki, ciddiyet, mefkûre kahramanlarının en önemli vasıflarından biri olduğu halde, laubalilik bu daire içine de sızdı. Daha düne kadar, bütün Kur'an hadimleri, mesuliyetlerinin ağırlığıyla piştiklerinden ve sorumluluklarını her an omuzlarında hissettiklerinden dolayı sürekli ağırbaşlı ve olgun insan tavrı ortaya koyarlardı. Gerçi bazıları, iman hizmetinin esaslarından olan "şevk"i biraz neşeli olmak ve arasıra gülüp eğlenmek şeklinde anlarlardı ama bu anlayış yaygın değildi. Onların ekseriyeti, "şevk" mesleğini, katiyen ye'se düşmeme, asla inkisar yaşamama ve her zaman iştiyakla hizmete koşma yolu olarak kabul eder; onu gülüp oynamak şeklinde yorumlamayı meseleyi çarpıtmak sayar ve hep temkinli dururlardı.
Kanaatimce, bu laubaliliğin altında marifet eksikliği yatmaktadır. Zira, Allah'ı bilmesi lazımdır ki insan haşyetli olsun. "Allah saygısını tam olarak ancak O'nu hakkıyla bilenler duyarlar." (Fâtır, 35/28) fehvasınca, Mevlâ-yı Müteâl'e karşı gerekli hürmet ve tazimi de ancak O'nu sıfât-ı sübhaniyesi ve esmâ-ı hüsnâsıyla tanımaya muvaffak olmuş, ihsan ufkunda seyahat eden Hak erleri ortaya koyabilirler.
Öyleyse, halis bir mü'min, ellerini açtığında -mesela- sıhhat ve afiyet istese, hemen onu kurbet niyazıyla taçlandırmalıdır; yoksa, yanlış tercihte bulunmuş olur. Bir dava adamı, falan ülkede iki-üç yüz tane okul açılmasını ve hepsinde kendi değerlerinin gürül gürül seslendirilmesini dileyebilir; bu, yadırganacak bir talep olmadığı gibi, Cenâb-ı Hakk'ın rızasına da muhalif değildir. Hatta bu istek, onu dillendiren insanın belli bir ufku tuttuğunun da emaresidir. Ne var ki, o meselede nefsin de bir payı bulunabileceğinden dolayı, sadece o rağbetle iktifa etmek ve zımnen de olsa onu daha engin bir marifete erme istirhamının önüne geçirmek yine bir çeşit aldanmışlıktır. Evet, Allah'ın rızasını tahsil hususunda İ'la-yı Kelimetullah'tan daha üstün bir vesile yoktur; fakat, bu yüce vesile bile, Rabb-i Rahim'e daha yakın olma isteğinin, O'nu görüyormuş ya da en azından O'nun tarafından görülüyormuş gibi yaşayacak kıvamı bulma arzusunun ve O'na kavuşma iştiyakıyla dolma emelinin yerine konmamalıdır.
Haftanın Duası
Rabbimiz! Dünyada insî ve cinnî şeytanların ve fasılasız kötülüğü emredip duran nefs-i emmarenin şerrinden; ahirette de rezil rüsvay olup umduklarımıza nâil olamamaktan Sana ilticâ ediyoruz. Senden, Zâtın, güzel isimlerin ve ulvî sıfatların hakkı için ve Efendimiz Muhammed Mustafa hürmetine, bize dünyada ve ukbâda rahmetinle muamele etmeni ve teveccühünü üzerimizden hiç eksik etmemeni dileniyoruz. Efendiler Efendisi'ne, O'nun nezih aile fertlerine, seçkin arkadaşlarına salât ü selam ederek bunları Senden dileniyoruz, Rabbimiz!
Sözün Özü
İnsan mesela yemek yerken, sadece ağzına lokmayı götürüp boğazından midesine gönderene kadar, kendisine verilen iradeyi kullanır. Artık bundan sonra, insanın elinde olmayan ve müdahale imkânı da bulunmayan bir dizi sistem devreye girer. Buradan hareketle insan, 'Gücümün yetmediği, benimle alâkalı olduğu hâlde farkına bile varamadığım, tamamen benim iradem dışında cereyan eden birçok hâdise var ki, bütün bunlar, beni çok iyi bilen ve tanıyan birisi tarafından idare ediliyor.' diyerek eşya ve hâdiseleri evirip çeviren sonsuz Kudret Sahibi'ni bulabilir.
- tarihinde hazırlandı.