Efendimiz, Fıtrî Hayatın Talimcisidir

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Hz. Aişe vâlidemizin ifadesiyle Ramazan-ı Şerif dışında muttasıl (ara vermeden) oruç tutmamıştır. Evet Allah Rasulü, Ramazan ayı dışında hiçbir ayı devamlı olarak oruçlu geçirmemiştir.

Efendimiz, fıtrî hayatın talimcisidir. O, öyle namaz kılmış, oruç tutmuş ve ibadet etmiştir ki, bu ibadet şekli herkesin örnek alabileceği mahiyettedir.. ve O'nun ibadet hayatı fıtrat-ı beşere en uygun olandır. Hiçbir selim tabiat ve fıtrat nazarında Efendimiz'in ibadet ü taati reddedilmeyecek mahiyettedir.

Evet Allah Rasulü, en çok Şaban-ı Şerif'te oruç tutardı. Ancak bu ayı da bütünüyle oruçlu geçirmezdi. Bir manada zaruri olanların dışında Efendimiz'in ibadeti adeta belli olmazdı. Belki her gün aynı hamule altında bulunurdu da insanların gözünün önünde belirecek ve dikkatlerini çekecek şeylerden tevakki buyururlardı. O (sallallâhu aleyhi ve sellem) her zaman kendisiyle beraber yürüyen insanların zaafını hesaba katardı. "Zayıfların ayağıyla yürüyün." buyurduğu sözüne önce kendisi uyardı. Bu itibarla O, Şaban-ı Şerif'i muttasıl oruçlu geçirseydi herkes de oruç tutacaktı; bu ise bir ölçüde külfet demekti.

Allah Rasulü hayatî sayılabilecek, insanı zorlayan bütün hususlarda dağ gibiydi. Bir üstûre Efendimiz'le Ebu Cehil'i güreş tutturur. Böyle bir vak'anın cereyan edip etmediği tartışılabilir ama Efendimiz o mağrur adamı ezer geçer. Aslı olsun olmasın, hiçbir kimse ve hiçbir şeyin kendisini deviremeyişini ifade eden bu vak'ayı ben bu yönüyle kabul ediyorum. Evet Efendimiz, gençlik yıllarında güreşte herkesi yenen ve çok güçlü bir pehlivan olan Ebu Cehil ile güreş tutar. Allah Rasulü, güreş için meydana çıktığında, O'na, "O soyunmuş, yağlanmış, kıspet giymiş. Sen de aynısını yap" derler. Ancak Efendimiz, buna gerek duymaz ve Ebu Cehil'e şöyle bir teklifte bulunur: "Ben ayakta duracağım. Sen bir adım ileri-geri veya sağa-sola götürürsen kendimi yenilmiş sayacağım. Daha sonra da sıra bana gelecek ve hamleyi ben yapacağım." (İhtimal o zamanın güreşi böyle imiş. Taraflar bellerine sıkıca birer kuşak bağlayıp birisi savunmaya geçer, diğeri de onu yıkmaya çalışırmış, sonra o savunmaya geçer diğeri yıkmaya çalışırmış.) Güreş başlar ve teklifi kabul eden Ebu Cehil, dimdik duran Allah Rasulü'nü onca zorlamasına rağmen hareket bile ettiremez. Defalarca hamle yapar ama bir türlü başaramaz ve şöyle diyerek pes eder: "Ya Muhammed, sende büyük bir sihir var. Ben bu şekilde dağı zorlasaydım yerinden oynatırdım." Sıra Efendimiz'e gelince, Allah Rasulü Ebu Cehil'i tuttuğu gibi yere vuruverir ve Ebu Cehil'in sırtında derin bir yara açılır. Hatta Ebu Cehil, Uhud'da İbn Mesud tarafından öldürüldüğünde Efendimiz, İbn Mesud'a, "Gençken bir güreş esnasında onun sırtını yere getirmiştim. Bak bakalım sırtında iz var mı?" der. Bunun üzerine İbn Mesud, Ebu Cehil'in sırtına bakar ve hakikaten yumrukları içine girecek büyüklükte sırtında bir boşluk olduğunu görür. Vâkıa bu, bir üstûredir. Fakat bu üstûre bana, Efendimiz'in müthiş iradesini ve insanın başını döndürecek ölçüdeki gücünü anlatmaktadır.

Bir rivayette Efendimiz, beşerî garîzada, erkeklik hormonları yönüyle kendisinin otuz insan kuvvetinde, başka rivayette ise otuz peygamber kuvvetinde olduğunu söyler. Başka bir rivayette her nebinin yirmibeş beşer kuvvetinde olduğu söylenir. Buna rağmen bir iffet abidesi olan Rasulü Ekrem, yirmi beş yaşına kadar herhangi bir kadına gözünün ucuyla bile bakmamıştır. Hatta Hz. Hatice, kendisine anlatıldığında utancından buram buram ter dökmüştür. Acizane ben, Rasulü Ekrem'in iffeti adına hodri meydan diyorum. O'na sâhir veya mecnun demişlerdir. Ancak katiyen iffetine toz kondurabilecek bir şey söyleyememişlerdir.

Evet Allah Rasulü, emin bir insandır. Her meselede olduğu gibi O'nun ibadeti de öyledir. Fakat O, beşere rehberlik yaptığı için hep beşer ayağıyla yürümüştür.

Meselenin fıkhi yönüne gelince, üç aylarda muttasıl oruç tutmak mekruhtur. Çünkü Rasulü Ekrem tutmamıştır. Efendimiz'in, sahabenin en âbid ve zâhidlerine tavsiye ettiği oruç şekli şöyledir: Abdullah bin Amr bin Âs evlenince, "rûhî kemalatıma mani oluyor, ibadetlerimi aksatıyor" diye günlerce hanımının yanına gitmez. Bu durumdan rahatsız olan eşi, Allah Rasulü'ne şikâyette bulunur. Bunun üzerine Efendimiz, Abdullah bin Amr bin Âs'ı yanına çağırır ve ona, "Allah'ın, senin üzerinde hakkı vardır. Nefsinin, ailenin senin üzerinde hakkı vardır. Her hakkı, hak sahibine ver." buyurur. Daha sonra Efendimiz ile Abdullah bin Amr bin Âs arasında şöyle bir diyalog geçer:

"-Her ayda üç gün oruç tut. (Kameri ayların onüç, ondört ve onbeşinde)
- Daha fazlasını yapabilirim ya Rasulallah!
- Her perşembe ve pazartesi günü oruç tut.
- Daha fazlasını yapabilirim ya Rasulallah!
- Savm-ı Davud tut. Bir gün oruç tut, bir gün ye.
- Daha fazlasını yapabilirim ya Rasulallah!
- Hayır daha fazlası yoktur. En faziletli oruç işte budur."

Hasılı, sürekli tutulan Recep ve Şaban orucu Kitabullah'ta, Sünnet-i Rasulullah'ta, kütüb-ü fıkhiyede yoktur. Ancak avam halkın kafasında vardır. Bir de insan, devamlı oruca alışabilir, böylece oruçtan matlup olan tesir kaybolur. Böyle bir durumda onun faydası olmaz. Bu itibarla bu işin nihâî noktası, nefsi terbiye etmek için bir gün oruç tutup bir gün yemektir.

Özetle

  • Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Hz. Aişe validemizin ifadesiyle Ramazan-ı Şerif dışında muttasıl (ara vermeden) oruç tutmamış ve böyle bir orucu da tavsiye etmemiştir.
  • Efendimiz, fıtrî hayatın talimcisidir. O, öyle namaz kılmış, oruç tutmuş ve ibadet etmiştir ki, bu ibadet şekli herkesin örnek alabileceği ve insan tabiatına en uygun mahiyettedir.
  • Allah Rasulü, hayatî sayılabilecek, insanı zorlayan bütün hususlarda dağ gibi yerinden hareket etmezdi. O, bir şeye karar verdi mi artık O'nu kararından vazgeçirmek imkânsızdı.

Kimseyi İhmal Etmeye Hakkımız Yoktur

Allah Resûlü'nün (aleyhissalâtü vesselâm) hayat-ı seniyyelerine bir bütün olarak bakıldığında O Rehber-i Ekmel'in bütün ömrü boyunca hem toplumun ileri gelenleriyle meşgul olup ilgilendiği, hem de kendini ifade edemeyen, ezilen, parya muamelesi gören gariplere kucak açıp onlarla alâkadar olduğu görülür.

Evet, Hazreti Ruh-u Seyyidi'l-Enâm (aleyhi ekmelüttehâyâ) bütün hayatı boyunca âdeta bu iki ucu bir araya getirmek için kendini helak edercesine çabalayıp durmuştur. Tabiî o engin sinesini bu iki ucun arasında kalan toplum kesimlerine de hep açık tutmuştur.

Meselenin bize bakan yönüne gelince: Geçmiş dönemlerde olduğu gibi günümüzde de açık ya da kapalı, şöyle veya böyle dünyanın hemen her yerinde bir kast sisteminin yaşandığı bir vakıadır. Ayrıca insanların donanımları nazar-ı itibara alındığında toplumlar içinde her iki kesimin de her zaman mevcut olacağı muhakkaktır. O hâlde gönüllüler hareketinin temsilcilerine düşen de, toplumun hiçbir kesimini ihmal etmeksizin herkesi kucaklamak olmalıdır. Evet, vicdan olabildiğince geniş tutulmalı, herkesin konumuna saygı duyulup diyalog zeminleri oluşturulmalı, toplumun bütününe kucak açılmalı, hatta gelmeyen/gelemeyenlerin dahi ayağına gidilmelidir. Bulunulan coğrafyanın şartları göz önünde tutularak bir taraftan, toplumda önemli yerler ihraz eden akademisyen, parlamenter vb. gibi söz söyledikleri zaman referans olabilecek kimselerle diyalog köprüleri kurulmalı; diğer taraftan da yaşadıkları içtimaî hayat içerisinde değişik mazlûmiyet, mahkûmiyet ve mağduriyetlerin zebunu olmuş gariplere el uzatıp onlara destek olunmalıdır. Çünkü mesleğimiz herkese açık bir peygamber şehrahıdır. Bundan dolayı bir taraftan içtimaî yapıda önemli konumları ihraz etmiş insanlara hak ettikleri bir seviyede muamelede bulunulmalı, saygıda kusur edilmemeli, düşünce dünyamızın daha başka gönüllere ulaştırılması adına onların referanslarından istifade edilmeli; diğer yandan da içtimaî statüde daha alt tabakalarda kalmış olan insanlara imkân hazırlanıp onların içine düştükleri kompleksten çıkmalarına ve kendilerini ifade etmelerine yardımcı olunmalıdır. Böylece o garipler, ezilmiş ve düşmüşlüğü tatmış olmanın verdiği anilmerkez bir hızla şahlanacak ve Allah'ın izni ve inayetiyle üzerlerine düşen vazifeyi hakkıyla yerine getireceklerdir.

Asrımızın Müslümanları olarak biz de dileriz ve Rahmeti Sonsuz'dan niyaz ederiz ki, İslâm dünyası; Moğol ve Haçlı işgalleri, Asya'da yaşanan hercümerçler gibi hazin ve büyük gurbetlerden sıyrılıp kurtulduğu gibi, son asırlarda içine düştüğü ve günümüzde en ağır şekilde yaşadığı hercümerçlerden de bir an önce kurtulur. Ne var ki, bunun da ancak Allah Resûlü'nün (aleyhissalâtü vesselâm) on dört asır evvel müjdelemiş olduğu o kendini ıslaha adamış kurbet eri garipler sayesinde gerçekleşeceği asla unutulmamalıdır.

Haftanın Duası

Varlığı canlarımızın cânı, nûru gözlerimizin ziyası Yüce Rabbimize, ilmi ve malûmatı adedince hamd ü sena, yolda kalmışların biricik rehberi Hazreti Muhammed Mustafa'ya, tertemiz ailesine ve yıldızlar gibi etraflarına ışık saçan ashabına salât ü selam ederek Yüce Dergâh'a yöneliyor ve şöyle inliyoruz: Rabbimiz, Senden muhlis (ihlasa ermiş) ve muhlas (ihlasa erdirilmiş) kullarını te'yîd buyurduğun gibi, biz (aciz ve muhtaç) kullarını da, yapıp ortaya koymaya çalıştığımız amellerimizde ihlaslı kılarak te'yîd buyurmanı istiyoruz.

Sözün Özü

İnsan mahiyet itibarıyla fenalıklara mütemayil, cimriliğe düğümlü, dünya muhabbeti ile meşbu bir biçimde yaratılmıştır. Bu açıdan insana bakıldığında, onun riyazî olarak çukura yuvarlanma ihtimalinin daha çok olduğu görülecektir. Bunun için de mutlak manada insana 'esfel-i sâfilinin çocuğu' denilebilir. Ancak insan, her zaman bu mahiyetini terbiye ile iyiliğe, güzelliğe, doğruluğa kanalize de edebilir, edebilir ve 'ahsen-i takvim' sırrını gösterebilir.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.