Dinde tamamiyet esastır

İslam, ancak bütün emir ve yasaklarıyla, cüzlerinin tamamıyla ele alındığı zaman, Allah'ın bizim için seçtiği din ve tamama erdirdiği nimet olur.

O bir bütün olarak yaşanmayınca kendisinden beklenen fonksiyonu hakkıyla yerine getiremez, bir din olarak misyonunu tam eda edemez. Çünkü dinin bir bütün olarak yaşanması tıpkı bir insan vücudunun organlarının tamamının, bir organizmanın her azasının eksiksiz çalışması gibidir. Nasıl ki, bir eli çok sağlam ve güçlü olsa bile diğeri sakat olana ya da hiç olmayana özürlü veya bugün daha çok kullanılan ifadesiyle "engelli" deniyor.. Nasıl ki, bir gözü çok iyi görse de diğeri hiç görmeyen ya da kulakları iyi duysa da ayakları sakat olan bir insan, kendinde bir eksiklik hissediyor. Aynen öyle de, iman hakikatleri dinin birer uzvudur; kelime-i şehadet, namaz, oruç, hac ve zekât gibi ibadetlerin her biri ayrı bir organdır; ahlâk-ı hasene ve sosyal münasebetler adına vaz' edilen esaslar dinin ayrı ayrı yanları ve onun birer parçasıdır. Bunlar, birbirini tamamlayan cüzler, bir hakikati tamamlayıcı unsurlardır. İşte, bunların her biri Cenab-ı Hak tarafından nasıl tespit edilmişse o şekilde yaşanmalıdır ki din de kendinden bekleneni yerine getirsin. Ancak bu unsurların hepsi bir araya geldiği zaman, Müslümanlık tamam olarak ortaya konulmuş olur.

Evet, ferdî, ailevî, içtimaî hayat adına dinden bazı şeyler bekliyorsak, onu bir bütün olarak ele almak zorundayız. Eğer, dini sadece vicdanlara hapsedersek, namaz, oruç gibi ibadetleri yok sayarsak, dinin kolunu, kanadını kırmış ve onu fonksiyonunu eda edemez hâle getirmiş oluruz. Ve dolayısıyla, din adına kusurlu ve eksik bir görüntü ortaya çıkar. Bu kusurlar, eksikler İslam'dan bilinir ve günümüzde bazılarının dediği gibi, "İslam niçin ekonomik durumumuzla alakalı şu problemlerimizi halletmiyor; neden bir kısım içtimaî dertlerimize de derman olmuyor." denir. Oysa, siz onun kolunu kanadını kırmışsınız, kendisini ifade etmesine ve fonksiyonlarını ortaya koymasına fırsat vermiyorsunuz.. Onun uygulanmasına imkân vermeniz lazım ki, ondan sonra "Neden şu fonksiyonunu eda etmedi?" diyebilesiniz.. İşte bu manada tamamiyet hem Allah'ın teveccühüne vesile olması hem de dinin kendisini ifade etmesi açısından çok önemlidir.

Sabır, ısrar ve kararlılık

Tamamiyetin diğer bir yanı da sabır, ısrar ve devamlılıktır. Kur'an-ı Kerim, "İnsanlardan bazıları da vardır ki, Allah'a kulluk etse de bunu sırf bir hesaba binaen yapar, imanla küfrün arasında bir yerde durur. Şayet umduğu faydayı elde ederse onunla huzur bulup sevinir, eğer bir sıkıntı ve imtihana maruz kalırsa yüzüstü dönüverir. Bundan dolayıdır ki, dünyayı da âhireti de kaybeder. İşte besbelli olan hüsran budur." (Hac, 22/11) buyurarak kulluğunu ganimet elde etme gibi bazı hesap ve çıkarlara bağlayan kimselerden bahsetmektedir. Öyle bir insan, iyi günlerde dinin kenarından, köşesinden tutar; "Bir parça da biz katkıda bulunalım." der ama bunu derken bile "Amaaan, olduğu kadar olur!" şeklindeki düşüncesini terk edip onu bütünüyle kucaklamaya da yanaşmaz, dine tam sahip çıkmaz. Ona sağlam bir imanla değil de, adeta pamuk ipliği ile bağlanmıştır. Tehlikeli dönemlerde ve sıkıntılı günlerde dini de, dindarları da yüzüstü bırakıp kendi şahsî dünyasını garanti altına alacağını zannettiği yerlere ve kimselere sığınır.

Oysa hangi konu olursa olsun, kararlılık, sabır ve sebat çok önemlidir. Siz belli bir mevsimde bütün himmet ve gayretinizi ortaya dökebilirsiniz. Mesela, ekim yaparken karlar erimiş olsa da hâlâ hava soğuktur ama siz ona katlanarak tarlaya tohumu atarsınız. Fakat, daha sonra onu koruma mevzuunda hiçbir tedbir almazsanız, sulama hususunda bir gayretiniz olmazsa, hasat mevsimini aktif sabırla beklemez ve tarlayı biçeceğiniz zaman da en iyi ürünü alabilmek için üzerinize düşeni yapmazsanız.. İşin ilk bölümünü ve bir yanını yapmış olsanız da katiyen ürün elde edemez ve dolayısıyla, avam ifadesiyle, hava alırsınız. İşe herhangi bir yerinden girseniz ve sadece bir faslını yapsanız.. Mesela, tarlayı sürseniz de hiç tohum saçmasanız ya da ekini biçseniz de onu harmanda dövmeseniz veya sapı-samanı birbirinden ayırmasanız yine beklenen semereyi elde edemezsiniz. Nasıl ki böyle dünyalık bir işte sabır, sebat ve devamlılık esastır; aynen öyle de, bir hakikati temsil etme ve insanlar arasında yerleştirme mevzuunda da sabır ve devam çok önemlidir. Rahat zamanda, kendinizi, duygu ve düşüncelerinizi ifade eder ama bir tazyike maruz kaldığınız an geriye durursanız, hem kader birliği ettiğiniz arkadaşlarınızı şaşırtmış, hem dostlarınızı tereddüde sevk etmiş hem de imtihanın hakkını vermemiş ve tohum attığınız halde ürün elde edememiş olursunuz.

En mükemmel insan

Bundan dolayı, insanın tamamiyet peşinde olması, her şeyi kemale erdirmeye çalışması, kâmil olanı araması ve hatta insan-ı kâmil olmaya yönelmesi önemli bir esastır, dahası bir fazilettir. Çünkü bugüne kadar kitleler, kâmil insanların rehberliğinde ebedî mihraplarını bulmuş, Hakk'a yönelmiş; onlar sayesinde varlık ve hadiseleri isabetli yorumlayabilmişlerdir. Ne var ki, o seviyede bir kemale erişmek her zaman ve herkese müyesser değildir. Fakat o yol uzak olsa da, hedefe varmak için pek çok menzili aşmak icap etse de, bir insanın öyle yüce bir hedefi talep etmesi, o sıfatlarla müzeyyen olmayı istemesi ve peygamber ahlâkıyla ahlâklanma ardına düşmesi muhakkak ki büyük bir fazilettir.

  • İslam, bütün emir ve yasaklarıyla, cüzlerinin tamamıyla bir bütün olarak yaşanmadığı sürece, bir din olarak kendisinden beklenen fonksiyonu hakkıyla yerine getiremez.
  • Dünyalık işlerde sabır, sebat ve devamlılık nasıl bir esas ise; aynen öyle de, bir hakikati temsil etme ve insanlar arasında yerleştirme mevzuunda da sabır ve devam çok önemlidir.
  • Bugüne kadar kitleler, ancak kâmil insanların rehberliğinde Cenab-ı Hakk'a ulaşabilmişlerdir. Bir insanın kâmil insan olma gibi bir hedefi talep etmesi, muhakkak ki büyük bir fazilettir.

Karar sizin!

Kâfirin kâfirliğini yapmasını hiç yadırgamıyorum da, mü'minin çeşitli sebeplerle, kâfir sıfatlarına takılıp kalmasını hazmedemiyor ve buna bir türlü mana veremiyorum.

Evet, bir müessese içinde iki insan birbirlerinin hizmetlerini engelliyorsa, kâfir olmasalar bile, kâfirlik yapıyorlar demektir. Hırsları, kaprisleri, haset ve kıskançlıkları sebebiyle başkalarına çelme takıyorlarsa kâfirlik yapıyorlar demektir.

Her mü'minin her sıfatı mü'min olmayabilir tıpkı her kâfirin her sıfatının kâfir olmadığı gibi. Yukarıda zikredildiği şekilde davranan insanlar, üzerlerinde kâfir sıfatı taşıyan mü'minlerdir. Fakat bizim sıfat olarak kâfirliği bırakıp mü'minliğe açılmamız lâzımdır. Zira Allah, insanlara, taşıdıkları sıfat ve o sıfatlara göre yaptıkları amelleri nazara alarak muamelede bulunuyor. Ve bence, üzerinde hassasiyetle durulacak mesele de işte budur!

Tekrar ediyorum mü'min, kâfir sıfatlarının mağlûbu olmamalıdır. Meselâ, düşünmemek, sistemli çalışmamak, vahdeti zedeleyici davranışlar içine girmek, mü'minlere karşı hazımsızca davranmak, küçük küçük meseleleri öne çıkartıp büyütmek, kavga etmek, dedikodu, gıybet ve suizanlara girmek... Evet, bütün bunların hepsi birer kâfir sıfatıdır. Ve bunca kâfir sıfatını üzerinde taşıyan bir insanın ve böylesi insanları bünyesinde barındıran bir müessesenin muvaffak olması kat'iyen düşünülemez.

Ne kadar arzu ederdim, 24 saat hizmet uğrunda ölesiye çalışan çalışıp muvaffak olan bir arkadaşın, gelip bana 'Hocam, Allah bana şunları, şunları yaptırdı. Fakat ben, bu işlerin benden olduğunun bilinmesini istemiyorum. Ben yine aynı şekilde perde arkasında ölesiye çalışsam, çalışsam ama tembel oturan miskin bir insan gibi görünsem.' demesini. Evet, yıllardan beri günümüz insanından benim beklediğim hep bu oldu. Heyhat! Bunu bulduğumu söylemede biraz zorlanacağım.

Ne yapacağız o zaman? Gelin mukaddes tanıdığımız değerler üzerine yemin edelim. Dinimiz üzerine.. çoluk çocuğumuz üzerine.. ailelerimiz üzerine yemin edelim.. Rabbimize en yakın olduğumuz dakikalarda.. gecenin sessizliğinde: 'Eğer bu müessesede kavga çıkartırsak, hazımsız davranırsak, gıybet yaparsak, suizanna düşersek çoluk-çocuğumuz, mal ve menalimiz şöyle olsun-böyle olsun!..' diyelim ve söz verelim birbirimize.. el sıkışalım ve kenetlenelim birbirimizle.. ücret esnasında Ali Bey, Veli Bey diyerek kendimizi kenara çekelim ama hizmet adına gelen tekliflere de 'Başüstüne' deyip hemen o işi yapmaya koyulalım. O zaman, işte bu ruhun karşısında ne kâfirin gücü, ne şeytanın plânı, ne ifritlerin dehası ne de nefsin vesvese ve desiselerinin tesirinin kalmadığını göreceğiz.. ve işlerin ahenk içinde yürüdüğünü müşahede edip, aşk u şevkle yeniden kanatlanacağız.

Haftanın duası

Ey bilinmesi gerektiği ölçüde bilmekten fersah fersah uzak bulunduğumuz yüce Rabb'imiz! Bizi marifet denizinin derinliklerine daldır; daldır ki, kalplerimiz saffet bulsun, yolumuzun sonu da vuslat olsun! Bizi nurunla rızıklandır.. şek ve şüphenin karanlık vadilerinden uzaklaştır.. zahirimizi ve batınımızı İlahî inayetinle te'yîd buyur ve bizi cismaniyetinin altında kalıp da ezilenlerin elîm akıbetine maruz bırakma!... Ya Rab! Eksik-gedik de olsa, ne olur, şu teveccühümüzü karşılıksız bırakma!

Sözün özü

İlhama mazhar olmak, amele bağlıdır. Nazarî ilimlerle ya da yaşantıdan uzak İslâmî bilgilerle ilhamlar âlemine açılmak mümkün değildir. Kudsî hadiste Allah (celle celâluhu): "Harama bakmak, şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim Benden korkarak nazarını başka yere çevirirse onu, kalbde tatlılığı duyulan bir imana çeviririm" buyurur. Aslında bu bir ilâhî vâridâttır. Bu açıdan denilebilir ki yapılmaması emredilen şeylere karşı kat'î bir tavır belirleme, İlahî vâridâta davetiyedir.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.