İman en büyük mükâfattır

Allah'ın kitabı Kur'an ve onun izah ve şerhi olan Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in nurlu beyanları, insanlara bir kısım teklif ve emirlerde bulunurken, aynı zamanda dengeyi koruyagelmişlerdir.

Evet, Allah'ın (cc) emirlerinde her zaman bir denge mevcuttur. Bazı kimselerin zannettikleri gibi dinin emirleri ve yasakları, sadece cennet arzusuyla insanları coşturmak için değil, aynı zamanda nefisleri altında kalıp ezilen insanlara, bütün dehşet ve ürperticiliğiyle cehennemi göstermek içindir de. Kur'an, emirlerinde hem dünyevi, hem de uhrevi mükafat ve mücazat va'deder. Evet, doğru yolda çalışanlara dünyada mükafat verildiği gibi ahirette de verilecektir. Dünyadaki mükafat, mükafatların en büyüğü ve uhrevi bütün saadetlerin kaynağı olan imandır. Şöyle ki, insan iman yolunda azmeder, dişini sıkar ve araştırırsa, Cenâb-ı Hak da, onun içinde sönmeyen bir çıra yakar ve ilelebet bu ışık kaynağı yanar durur da, insan artık karanlık nedir bilmez; bilmez de hep aydınlıkta yürür ve hep aydınlıklara doğru yol alır. İşte bu husus, Allah'ın insana dünyada en büyük ihsanıdır. O'nun dünyada bir başka büyük ihsanı da insanın günde beş defa Allah ile olan ahd u peymânını yenileme vazifesi sayılan namazı eda etmesidir. Eğer bir insan, imanını beş vakit namazla takviye ediyorsa, Cenâb-ı Hak böyle birine en büyük ihsanda bulunmuş demektir. Cenâb-ı Hakk'ın insana büyük ihsanlarından biri de, imanın zevk-i ruhanisinin insan vicdanında kendisini hissettirmesi, cennete gitmeden, cenneti yaşıyor gibi yaşaması ve bir manevi tûba-i cennet çekirdeği olan imanı vicdanında duyup yaşamasıdır. İşte böyle biri öldüğü zaman bir çekirdek gibi toprağa düşer, ötede bir tuba-i cennet şeklinde ortaya çıkar. Bu Allah'ın insana ahiretteki en büyük ihsanlarından biridir.

Küfrün sonu hüsrandır

Cenâb-ı Hakk'ın, insanlara karşı gazabının ifadesi olan cezaları da böyledir. Cezaların da tohumları dünyevidir. -hafizanallah- bir insan, gözünü yummuş körler gibi yaşıyorsa, Allah'ın açık seçik ayetlerini görmüyor onlara hep arka çevirip gidiyor ve hidayet yoluna karşı gözünü kulağını kapatıyorsa; dahası, dalalet yolunu gördüğü zaman da süzülüp içine giriyorsa, bu insan kendisine bahşedilen İlahi imkân ve hediyeleri hep suiistimal ediyor demektir. Böyle birinin küfre düşmesi de kaçınılmazdır. Küfre düşünce de bütün âlem onun nazarında bir kaos gibi görünür. Zavallı kendini hep karadelikler ağında görür. Yer yer kabir bütün dehşetiyle onun karşısına dikilir, berzah ürperticiliği ile onu sarsar ve tatlı hayat onun nazarında zindana döner. Ona göre ahiret zaten yoktur. Bu itibarla da hep vicdan azabı çeker ve vicdanında şeytanın tutuşturup üflediği ümit kırıcı şeyleri, ye'si unutmak ve görmemek için çoğu zaman kendisini eğlencelere, süfli zevklere verir; verir de, deniz suyuyla susuzluğunu gidermeye çalışan biri gibi içtikçe yanar ve yandıkça içer. Şehvete ve öfkeye daldıkça dalmak ister. Karanlığa girdikçe girmek ister. Bunun sonunda da ürperten bir fasit daire teşekkül eder ve -hafizanallah- bir daha da kurtulamaz o insan. İşte bu, iman yolunda herhangi bir cehdi olmayan insana dünyada Allah'ın en büyük cezasıdır. Sonuçta, önce uhrevî zakkum-u cehennem, daha sonra alev alev cehennem hep buna dayalı olarak gelir. Bu yüzden Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) sabah-akşam şu şekilde dua ederlerdi: "Allahümme ecirna minennar ve edhilnel cennete meal ebrar - Allahım! Bizi Cehennem azabından koru ve ebrârla beraber cennetine al." Biz de devamlı bu duayla Cenâb-ı Hakk'a teveccüh eder ve O'nun nezd-i ehadiyetinde kabul ümidi yaşarız.

Cennetle Cehennem birer kamçıdır

Burada cennet arzusunun yanında cehennem korkusu Cenâb-ı Hakk'ın lütuflarıyla beraber gazabını da görmenin bir ifadesidir. Bunların ikisi de bizi ibadet ü taata sevk edici, orada sabit tutucu ve bir bakıma müspetin cazibesi yanında, menfinin de gözümüze sû-i âkibeti göstermesiyle, o müspete karşı biraz daha şevk ve iştiyak veriyor olma mahiyetindedir. Bu durum bir temsil ile gösterilebilir; şöyle ki: Biz bir tepenin zirvesine doğru tırmanıyoruz ve tırmanırken de yer yer başımızı kaldırıp, tepenin yamaçlarını bağların, bahçelerin, meyveliklerin ve çimenlerin sardığını görüyoruz; görüyor ve ciddi bir arzu ve bir iştiyakla bir an önce oraya çıkmayı düşünüyoruz. Bu, bizim için itici ve çekici husus oluyor. Zirveleri gözümüzde tüttürüyor ve içimize bir kıvılcım atarak bizi hep kamçılıyor. Adeta bize, "Buyurun.. tırmanın.. aşın bu yamaçları" diyor!.. Diğer taraftan da yer yer aşağıya bakıyor ve korkunç bir bataklık görüyoruz; öyle ki, içine düşenler çıkamıyorlar.. çırpındıkça batıyor, battıkça çırpınıyorlar. İşte bu manzara karşısında biz, o yamaçları daha hızlı aşmak için biraz daha gayrete geliyor ve daha bir hızlanıyoruz. Evet, bir tarafta güzelin şevki, diğer tarafta da o fenanın içimize saldığı dehşet ve korku ile ne pahasına olursa olsun, hep bir küheylan gibi çatlayıncaya kadar koşma gayreti içine giriyoruz da, "Nerede ölürsek; orda kalırız" diyoruz. O bakımdan cennetin bir tergîb (teşvik) manası taşımasının yanında, cehennemin de bir terhîb (sakındırma) keyfiyetiyle, bizim ibadet-ü taattaki devamımızı ve kulluğumuzu tam eda etmemizi sağlama yolunda müspet bir katkısı oluyor. İşte böyle bir durumdaki insan her zaman: "Aman ya Rabbi! Sen bizi muhafaza buyur!" diye hep duaya koşar ve mahrumiyet korkusuyla tir tir titrer. İşte Hz. Muhbir-i Sadık'ın sabah-akşam bu duayı tekrar edip durmasındaki espri...

  • Dinin emir ve yasakları, sadece cennet arzusuyla insanları coşturmak için değil, aynı zamanda, bütün dehşet ve ürperticiliğiyle cehennemi göstermek içindir de.
  • Kâfirin nazarında bütün âlem bir kaos gibi görünür ve o hep vicdan azabı çeker. Bu azabı unutmak için ise çoğu zaman kendisini eğlencelere ve süfli zevklere verir.
  • Cennet arzusunun yanında cehennem korkusu, bizi ibadet ü taata sevk edici, orada sabit tutucu ve güzelliklere karşı biraz daha şevk ve iştiyak verici olma mahiyetindedir.

Cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değil

Günümüzde maalesef cennet ve cehennem düşüncesini hafife alan öyle gafiller var ki; bunların hepsi şeytanları sevindirseler de vicdanlarda cehennem azabı yaşatıyorlar. Böyleleri değişik ifade ve beyanlarıyla, cennet ve cehennem çok önemli değil, diyerek Allah(cc)'ın, cennet ve cehennemin mevcudiyetine karşı tavır alıyor ve bu şekilde insanlığa çok büyük bir kötülük yapıyorlar.

Bir de davranışlarıyla cennet ve cehenneme gerektiği gibi inanmayanlar vardır ki, bunlar her zaman akıbetlerinden emin bir hayat sürerler. Böyleleri, endişesiz geçirdikleri ömürlerinde zahiri hiçbir sıkıntılarının olmaması yanında, selef-i sâlihinde olduğu gibi "Aman kalkayım da, geceyi şöyle bir ihya edeyim, berzah azabından kurtulayım" diye bir düşünceleri de yoktur. Bu da fiil ve davranışlarıyla, cennet ve cehennemin mevcudiyetine karşı bir zaaf ifadesidir. Böyle bir tavır bir manada inkâr kadar tehlikelidir. Sadece sözle olan inkâr düşüncesini ıslah edebilir ve sahibini bu düşüncesinden vazgeçirebilirsiniz, ama bu ifadelerin, düşünce ve davranışlarına aksettiği sefil ruhlar, sefaletleri içinde bütün bir ömür boyu çırpınır dururlar da, katiyen ne cennet ne de cehennem düşüncesine asla yanaşmazlar. Oysa ki, cehenneme gitmeyecek birisi varsa, o da Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)'dir. O bile sabah-akşam cehennemden korkuyor, tir tir titriyorsa, her halde bizim bu mevzuda durup biraz düşünmemiz gerekir.

Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in yaşadığı hayat tarzını, kendisine hayat düsturu kılan büyük sahabi Hz. Ebû Bekir'e bir gün soğuk bir su ikram edilir. Suyu geri iten sıddikler sıddîki o zat hıçkıra hıçkıra ağlar ve sebebini de şu şekilde açıklar: Resûlullah'ı bir gün sanki eliyle bir şeyi itiyormuş gibi gördüm. Sordum. Ya Resûlallah! Elinle ittiğin benim göremediğim şey nedir? Buyurdular ki: "Dünya bana temessül edip kendini kabul ettirmek istedi. Ben de onu uzaklaştırmak istedim." Bu hadiseyi anlattıktan sonra da hıçkırıklara boğulmuştu o derin muhasebe insanı. Eğer nebilerden sonra birisi sorgusuz sualsiz cennete girecekse o mutlaka Hz. Ebu Bekir'dir. Şayet onun da bu mevzuda kendisini sarsan daimi bir endişesi varsa, bizim nasıl bir endişe içinde bulunmamız gerektiğini izah etmeye gerek yok sanırım. Allah yardımcımız olsun; zira, çoklarımız itibarıyla çok uzakta bulunuyoruz.

Haftanın Duası

Ey her şeyi bilen Alîm Rabbimiz! Bizi nezd-i ulûhiyetinden göndereceğin ilham hüzmeleriyle doyur! Ve ey kullarını cezalandırmakta acele etmeyen hilm sahibi Halîm Rabbimiz! Bu tahammülü az kullarını, sinelerini sabr-ı cemille doldurmak suretiyle teyîd buyur! Ve ey yaptığı bütün işlerinde sayılamayacak kadar hikmetler bulunan Hakîm Rab! Yakîne susamış şu kullarının kapalı gözlerini de icraatındaki yüce ve derin hikmetlere aç!

Sözün Özü

İnsan İslâmî duygu ve düşünce itibariyle hayatta kaldığı müddetçe canlı olmaya ve canlı kalmaya gayret göstermelidir. Böylece potansiyel olarak gelişmeye müsait ve yaratılıştan getirdiği his, duygu ve lâtifelerini inkişaf ettirir; derken gün gelir, gider insanî kemâlâta ulaşır. Hatta ölürken dili zikirden ıslak olan insanın ötede de yükselmesini ifade eden hadislerden hareketle denilebilir ki, her yönüyle insanî kemalata ulaşma gayreti içinde iken ölen bir insan, yükselmesini berzah âleminde de devam ettirir.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.