Her tevbe yeni bir diriliştir
Günahından tam olarak dönüp tevbe eden, onu hiç işlememiş gibidir.”. (İbn Mâce) hadis-i şerifinde geçen “tâib - dönüp tevbe eden” lafzı, sürçüp, düşüp kapaklandıktan sonra hemen kalkıp tevbe, inabe veya evbe ile doğrulan; yanlışının farkına vararak Cenâb-ı Hakk’a teveccüh eden, sonra da yalvarıp yakarmalarıyla tevbe kurnalarında arınmaya çalışan kişinin hâlini ifade eder.
Hadis-i şerif, isim cümlesiyle beyan buyrulmuştur. İsim cümlesi ise devam ve sebat ifade eder. Demek ki bu nurlu beyanda, aynı zamanda tevbe ve istiğfardaki devamlılığa dikkat çekilmektedir. Yani kişi ne zaman tökezleyip günah çukuruna düşse, her defasında, hiç vakit fevt etmeden, hemen tevbe, inabe ve evbe kurnalarına koşmalıdır.
Hadis-i şerifte günah manasına gelen “zenb” kelimesiyle, kuyruk manasına gelen “zeneb” aynı kökten gelmektedir. Bu durumdan hareketle diyebiliriz ki günah, insan fıtratına ters, tabiatına aykırı olan ona takılmış kuyruk gibidir. Evet, günah, insanı kuyruklu bir varlık hâline getirir. Kuyruk, kuyruklu olarak yaratılmış mahlûkata uygun düşse de insana yakışmaz. Bundan dolayı insanoğlu, her günah işleyişinde kendine bir kuyruk taktığının farkına varıp tevbe ile hemen o kuyruğu kesmesini bilmelidir. Yoksa o kuyruğa başka kuyruklar ilave olunur ve insan onu söküp atamayacak hâle düşer. Böyle bir kişi hakkında ise hadis-i şerifte beyan buyrulan, “Kul bir günah işlediği vakit, kalbinde siyah bir nokta oluşur. Eğer tevbe edip vazgeçer, af dilerse kalbi yine parlar. Ama tekrar günaha dönerse, o leke büyür, nihayet bütün kalbini ele geçirir.” (Tirmizî) hakikati zuhur eder. Bir âyet-i kerimede ise bu durum “Allah onların kalplerini mühürlemiştir.” (Bakara, 2/7) ifadeleriyle anlatılır. Bundan dolayı diyebiliriz ki, encamı itibarıyla her bir günah içinde küfre giden bir yol bulunduğundan, Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) daha başta dikkatleri tevbeye çekmiş ve böylece bizi bu tür bir akıbete düşmekten korumak istemiştir.
İnsanı içten içe eritecek derin tevbeler
Hadis-i şerifte tevbe eden kişinin, o günahı hiç işlememiş gibi bir lütfa mazhar kılınacağı ifade ediliyor. Fakat dikkat edildiğinde görüleceği üzere hadiste tevbe eden için “Günah işlememiştir.” denmemekte, “Günah işlememiş gibi olur.” denmektedir. Yani burada mehâbet ve mehâfet kapısı aralık bırakılmıştır. Dolayısıyla bu üslûptan; “keşke insan o günahı hiç işlemeseydi, o leke ve yarayı hiç almasaydı” şeklinde bir sonuç da çıkarabiliriz. Evet, her ne kadar tevbe ve istiğfar kahramanı, o yara-bereyi tevbe iksiriyle silip süpürse de o yaradan bir iz kalmayacağına dair elde bir teminat bulunmamaktadır. Elbette ki Allah (celle celâluhu) dejenere olan manevî, ruhî ve kalbî yapımızı fevkalâdeden bir rejenerasyonla birdenbire yenileyebilir. Ancak bunun her zaman böyle olacağına dair mutlak bir teminat söz konusu değildir.
Ayrıca bazen insan bir günahın içine düşüp kendisini balıklamasına o işin içine atabilir. Mesela şehevanî duygularının esiri olabilir veya hırs ve hasedine yenik düşerek korkunç bir cinayete sebebiyet verebilir. Günahın çok büyük olduğu böyle bir durumda yapılan tevbe ve istiğfarın da, o günahın büyüklüğüne paralel kişiyi içten içe eritecek ölçüde derin, engin ve kucaklayıcı olması gerekir. Eğer yapılan tevbe o derinlik ve enginlikte değilse o zaman denilebilir ki, böyle bir tevbenin bütünüyle o günahı silip, süpürüp götürmesi mümkün değildir.
- Kul bir günah işlediği vakit, kalbinde siyah bir nokta oluşur. Eğer tevbe edip günahından vazgeçer, af dilerse kalbi yine parlar.
- Günahın çok büyük olduğu bir durumda yapılacak tevbe ve istiğfarın da, o ölçüde derin, engin ve kucaklayıcı olması gerekir.
- Allah, sevdiği kulun kalbine günahın çirkinliğini bütün dehşetiyle duyurur ve onun içinde günaha karşı tiksinti duygusu hâsıl eder.
Günahlardan korunma ve Allah sevgisi
Hadîsin devamında Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Allah bir kulunu severse artık ona günahı zarar vermez.” buyuruyor. Bu peygamber beyanından anlıyoruz ki, Allah’ın bir kulunu sevmesi, o kulun günahlardan korunması adına çok önemlidir. Çünkü Allah (celle celâluhu) sevdiği kulun kalbine günahın çirkinliğini bütün dehşetiyle duyurur ve onun içinde günaha karşı tiksinti duygusu hâsıl eder. O kul bir şekilde günaha düşmüş ise, bu durumda da Cenâb-ı Hak, onun kalbine nedamet korları salar ve ona tevbeye giden yolları gösterir.
Hani nasıl ki, evladına düşkün bir anne önlüğü kirli olan çocuğunu sokağa salmak suretiyle onu başkalarına karşı rezil etmez. Öyle ki çocuk elli defa önlüğünü kirletse, yine de her defasında onu temizler; elini, yüzünü, gözünü siler, pırıl pırıl hâle getirir ve çocuğunu sokağa öyle salar. İşte Allah’ın insanlara olan alakası, merhamet ve sevgisi anne-babayla mukayese bile edilemeyeceğinden, Cenâb-ı Hak sevdiği kullarına günaha giden yolları kapatır. Konumuna göre belki bazılarına hiç günah işletmez. Günaha düşmüş bulunan sevdiği kulunu da o hâliyle bırakmaz. Binbir ızdırap duyacak şekilde o günahı kulunun kalbine duyurur; duyurur da sevdiği o kulunu tevbeyle yeniden dirilişe erdirir, her bir tevbesiyle ona bir kere daha bir “ba’sü ba’de’l-mevt” yaşatır. Böylece o insan hayatını bir kere yaşamaz. O kişi, Cenâb-ı Hakk’ın inayet ve rahmetiyle, âdeta tevbeleri adedince çok buudlu ve derinlikli bir hayat yaşar.
Günahını zinhar unutma!
Allah, kelam-ı ezelisinde “Allah onların günahlarını hasenata tebdil eder” buyuruyor. Bu, günahkâr insanlar için aslında büyük bir beşarettir. Fakat bu ayete mâsadak olabilmek için kulun da yapacağı şeyler vardır. Bir; günah insanî ilişkiler alanında cereyan etmişse yani kul hakkı söz konusu ise, mutlaka karşı taraftan helallik almak. İki; işlenen o günahı bir ömür boyu hatırlamak, onun ızdırabını sinesinde daima canlı ve taze olarak hissetmek. Bu hususu bir başka yerde şöyle ifade etmiştik: “Günah çok kötü bir şeydir; ancak bir yerde iyi sayılabilir. O da kulun bir günaha girdikten sonra bir ömür boyu onun için âh u vâh etmesi halidir. Mesela, harama im’ân-ı nazar ederek (dikkatlice) bakan, fakat yıllar sonra bile onu hatırladıkça iki büklüm olup Rahmet kapısına yönelen bir kul için o günah pek çok hayırlara gebe olabilir.”
Bu iki şey yapılabilirse şayet, Allah o kulu ahirette rezil etmez. Ama günah işlenmiş, unutulmuş ise aynı neticeden bahsetmek oldukça zor olsa gerek. Evet, aslında unutulması gerekli olan şeyler iyilikler ve güzelliklerdir. Zannediyorum günümüzde çok Müslümanlar bu iki hususu birbirine karıştırıyor, unutulması gerekli olanları unutmuyor, unutulmaması gerekli olanları da unutuyorlar.
Bu meselenin bir diğer buudu ise şudur: İnsan olan herkesin ve hepimizin Rabb’i ile olan irtibatı adına eksiklikleri, işlediği günahları vardır. Arzu ederiz ki Allah affetsin onları. Fakat aynı arzuyu başkalarının günah ve hataları adına da duymak gerekmez mi? Niçin o arzuyu izhar etmiyoruz biz? Allah hepimizin Allah’ı; O Raûf, O Rahîm ve O Kerim. “Rahmetî vesiat külle şey’” buyuruyor, yani rahmeti her şeyi ihata etmiş. O’nun âdet-i sübhânîsi, çamurun içinde duran kimseleri hemen tutup çıkarması, yıkaması, üzerine gül suları serpiştirmesi ise şayet, bizim onları çamur içinde görmeye hakkımız yok ki. Dilerse affeder onu. Dolayısıyla yukarıda ifade etmeye çalıştığımız, günahları unutmamayı herkes kendi adına yapmalı. Elli sene evvel de işlemiş olsa, onu yeni işlemiş gibi bütün inciticiliğiyle duymalı.
Haftanın duası
Rabb’imiz! Bizi zahir-batın nimetlerinle donat.. kurbiyetin kahramanı salih kullarını o payeyle şereflendirdiğin gibi bizi de dünya ve ukba hayatında mesud eyle.. Dünyada sevip hoşnut olmadığın işlerden, ahirette de azabına ve ikabına maruz kalmaktan bizleri uzak kıl.. ebedî hayatın gerçek yurdu olan Cennetine al.. Cemâlini müşahede ile lütuflandır ve Sana muhatap olma payesiyle şereflendir!..
Sözün özü
Dualarda Cenab-ı Hakk’tan hizmet aşkı ve şevki istenebilir. Bununla birlikte, ben dualarımda, “Senin sevdiğin ve razı olduğun...” diyorum. Siz de, encamını bilmediğiniz, arkasında hayır mı var, şer mi var kestiremediğiniz isteklerde bulunmamalısınız. İnsanın kendi arzu ve isteklerinden uzaklaşıp Rabbinin emir ve istekleri içinde eriyip gitmesi çok önemlidir ve işte bence manevî terakki de budur.
- tarihinde hazırlandı.