Seviyenin hakkını vermek gerek

Fethullah Gülen: Kürsü: Seviyenin hakkını vermek gerek

Cenâb-ı Hak, Habib-i Ekrem’ine, “Kur’ân’ı sana, meşakkat çekip, bedbaht olasın diye indirmedik.” (Tâ Hâ, 20/2) buyurmaktadır. Yani; Kur’ân’ı Sana, bahtsız, talihsiz bir insan olasın diye indirmedik. Onun emirlerinden dolayı melûl, mahzun ve mükedder bir hale düşmeni istemedik. Bu Kitab’ı indirmekle Seni, takatini aşan bir yükün ve ağır bir meşakkatin altına sokmayı da murad etmedik. Kur’ân, anlayıp anlatabileceğin, emirlerini uygulayıp başka insanlara da öğretebileceğin bir kitaptır. O, Sana da ümmetine de beşerin tâkatini aşan bir mükellefiyet yüklememektedir. Bazı emirlerinde zahiren bir meşakkat görünse bile, onlar da aslında meşakkat değildir. Onlar, uzun bir yolculuğa çıkmış bulunan insanın, hedefine sağ-salim varabilmesi için yol azığı mesabesindedir; ileride çıkması muhtemel tehlike ve engellere karşı birer korunma vesilesidir.

Ayrıca Kur’ân’ı Sana, insanlarla münasebetlerinde sıkıntıya düşmene ve ona inanmıyorlar diye üzülmene bir sebep olarak da göndermedik. “Onu, Allah’tan korkanlara, Yaradan’a saygı duyanlara bir öğüt, bir uyarıcı olarak indirdik.” (Tâ Hâ, 20/3) Senin vazifen tebliğ ve temsildir; insanları inandırmak şe’n-i rububiyete ait bir iştir. Kur’ân’ı, önyargısı bulunmayan, istifade etmeye açık duran, potansiyel olarak insanın içinde haşyet hâsıl edebilecek şeyleri duyduğu zaman içi haşyetle dolan ve manevî değerlere karşı saygı hissini bütün bütün kaybetmemiş olan kimseleri inzar edesin diye inzal ettik. Sen bu İlahî beyanın ışığında insanlara yol göstereceksin, onun rehberliğini kabul edip onun yolunda gidenler de saadete erecekler. Fakat onu kabul etmeyenlere zorla kabul ettirmek Senin vazifen değildir. Hem üzülme, o nasipsizlerden dolayı Sen talihsizliğe düşmeyecek ve bahtsız kalmayacaksın. Zira gönlü haşyetle dolu nice talihliler Hakk’ın çağrısına koşacak; ona inananlar Senin göz aydınlığın olacak.

Evet, bu ayet-i kerime bütün bunları ve daha başka derin manaları ihtiva etmektedir. Allah Resûlü’nün, ister ümmet-i davetin isterse de ümmet-i icabetin genel tavır ve durumları karşısındaki duyarlılığını, insanlığın kurtuluşu hakkındaki hassasiyetini, O’ndaki ölesiye yaşatma arzusunu ve kurtarma cehdini nazara vermektedir.

Dahası, bu ayette bir müjde vardır. Bu Kur’ân’ı indiren Allah Teâlâ, onunla vaat ettiği şeyleri de elbette gerçekleştireceğini beyan buyurmaktadır. Peygamber Efendimiz’i inkisar içinde bırakmayacağını ve asla bahtsızlığa terk etmeyeceğini belirtmektedir.

Hem müjde hem ultifat

Haddizatında, bu ayet-i kerimeyi sadece Peygamber Efendimiz’in heyecanlarını ta’dil eden ve onu ikaz için inen bir İlahî beyan şeklinde anlamak eksik, hatta yanlış olur. Evet, burada ta’dil ve tembih söz konusu olduğu kadar, ciddi bir takdir ve iltifat da vardır. Cenab-ı Hak, Resûl-i Ekrem’ine adeta “Habib’im! Şu İlâhî mesaja kulak verip ona dilbeste olmuyorlar ve inanıp onun rehberliğinde huzur-u daimiye yürümüyorlar diye öyle üzülüyor, öyle kederleniyorsun ki neredeyse bir mum gibi eriyip tükeneceksin. Senin bu yüce ve incelerden ince ruhun ilerde öyle bir kaynak haline gelecek ki, gönlünde azıcık haşyet duygusu barındıran herkes kalb kâsesini doldurmak için o kaynağa koşacak. Öyleyse, Sen tebliğ vazifeni yap, takdiri Allah’a bırak; kendine o kadar eziyet etme!” demektedir ki, bu hem çok ulvî bir iltifattır hem bir ızdırap insanında olması gereken ruh enginliğini gösterme adına arkadan gelenlere hedef tayin etme demektir ve hem de Kur’ân’ın mesajının hüşyar gönüllerde ma’kes bulacağının bir müjdesidir.

  • Nefsanî isteklerden, şahsî çıkarlardan ve gelecek endişelerinden bütün bütün sıyrılarak her zaman Rabb’in huzurunda bulunuyor olma duygusuyla hareket etmeliyiz.
  • Allah Teâlâ hak ve hakikatin ne demek olduğunu senin ruhuna da azıcık duyurmuşsa, artık sen sokaktaki herhangi bir insan gibi davranamazsın.
  • Cenâb-ı Hakk’a inanmışsan, O’nun va’dettiklerini biliyorsan ve ahirete imanın varsa, insanlığın hâl-i hazırdaki durumu karşısında lâkayt kalamazsın.

Diğer taraftan, bu ayet bize de bir hedef göstermektedir: Nefsanî isteklerden, şahsî çıkarlardan ve gelecek endişelerinden bütün bütün sıyrılarak her zaman Rabb’in huzurunda bulunuyor olma duygusuyla hareket etmeyi, Allah’a karşı hep haşyet hissiyle dolu bulunarak İlahi mesaja açık yaşamayı ve bu sayede herkese sonsuzluk iksiri sunma niyetiyle çalışıp çabalamayı yegâne gaye-i hayal bilmemiz gerektiğini ima etmektedir.

İmanın varsa lakayt kalamazsın

Evet, şayet Allah Teâlâ hak ve hakikatin ne demek olduğunu senin ruhuna da azıcık duyurmuşsa, artık sen sokaktaki herhangi bir insan gibi davranamazsın. Çünkü herkes belli bir seviyede marifete erer. Sen hangi seviyenin insanı isen, mutlaka onun hakkını vermelisin, daha aşağıya inemezsin. Cenâb-ı Hakk’ı her an görüyor gibi temkinli davranacak kadar kuvvetli bir imana sahipsen ya da hiç olmazsa her an O’nun tarafından görüldüğün şuuruyla hareket ediyorsan, o ufku tutturup harem dairesine girdikten sonra bir daha kapının önündeki insan gibi yaşayamazsın. Artık sen zihninden geçen hayallerine bile hesap sormalısın.

İşte bu, bilmeye bağlı bir husustur. Şayet, Cenâb-ı Hakk’a inanmışsan, O’nun va’dettiklerini biliyorsan, vaîdlerinden haberdarsan ve ahirete imanın varsa, insanlığın hâl-i hazırdaki durumu karşısında lâkayt kalamazsın. Eğer, ister saadet ister şekavet olarak, bir şeyin âkibetine inanmışsan, insanlığın o şekavetten sıyrılması, o talihsizliği aşması ve o saadete ulaşması için sen de günde birkaç defa ölüp ölüp dirilmeye razı olursun. Bu, öteye inanmış ve adanmış bir ruhun vasfıdır; bu Peygamberâne bir azmin, bir tavrın ve bir duruşun gereğidir.

Peygamberler yolu ızdırap ister

Ötelere inanan insan, kendi istek ve ihtiyaçlarına rağmen, çevresindeki insanların mutluluğunu plânlayan, mensup olduğu toplum için nakış nakış huzur projeleri geliştiren, insanlığın dertleri karşısında hafakandan hafakana giren bir diğerkâmdır.

O, dünyayı nefsine zindan edecek ve şahsı hesabına bitip tükenecek kadar başkalarının saadetini düşünür. Düşünmemek onun elinde değildir artık; o yaşatmak için yaşayan bir fedakârdır. O, Bediüzzaman edasıyla, “Gözümde ne Cennet sevdası, ne de Cehennem korkusu var; milletimin imanını selâmette görürsem Cehennem’in alevleri içinde yanmaya razıyım.” derken gönlünün sesine tercüman oluyordur.. ya da ellerini açıp, Hazreti Ebu Bekir gibi, “Vücudumu o kadar büyüt ki Cehennemi, ben doldurayım, başkalarına yer kalmasın!” çığlıklarıyla inlerken aynı hasbî ruhu seslendiriyordur. Şahsen, günümüzde bile “Allah’ım, bir tek insanın hidayete ermesi için her gün elli defa ölmeye razıyım!” diyen karasevdalılar biliyorum. Şimdi, bugünün Kur’ân talebelerinden birinin şu sözünü, Bediüzzaman’ın samimi feryadını ve Sıddık-ı Ekber’in hasbî yakarışlarını yüze, bine, hatta bir milyona katlayın; sonra onda Efendimiz’in ızdırabını okumaya çalışın.

Şu kadar var ki, insanlığın kurtuluşu hesabına bu denli ızdırap içinde bulunmayı herkesten beklemek doğru değildir. Kimisi, sadece “Lâilahe illallah Muhammedün Rasûlullah” ikrarının adamıdır. O, kendi adına ebedi saadeti yakalamakla meşguldür. Böyle bir insan hakkında da su-i zan etmek ve onu dalâlette görmek büyük bir hatadır. Hayır, inşaallah, onun da necâta ermesi muhtemeldir. Fakat kimisi de vardır ki, gece-gündüz hak ve hakikatleri herkese duyurmanın plan ve projeleriyle oturup kalkmaktadır. Yatağına uzandığı zaman bile, “Nasıl yapsam da, Allah’ın mesajını bütün dünyaya duyursam..” demekte, ızdırap içinde kıvrım kıvrım kıvranmaktadır. İşte, bunlara Cenâb-ı Hakk’ın özel bir teveccühü olacaktır; Allah bunları peygamberlerle beraber haşredecektir.

Haftanın duası

Ya Rab! Bu muhtaç ve müştak kullarına muhabbetinin halavetini tattır da, sinelerimiz inşiraha ersin.. Marifetinin nurlarıyla zâhir-bâtın bütün latîfelerimizi öyle aydınlat ki, kalblerimiz bir kez daha hayat bulsun.. gönüllerimizi esmâ-i hüsnânın ve sıfât-ı sübhâniyenin ziyasıyla tenvir buyur.. ayrıca, bizi Yüce Nebi’nin sünnetini ihya edebileceğimiz kıvamda faydalı bir ilimle rızıklandır!

Sözün özü

Bizim tarihimizdeki gerçek fatih ve muzaffer kumandanlar, hep içteki zaferin kanatlarıyla yükselmişlerdir. “En büyük cihad” unvanıyla ferdin derûnunda başlatılan kavga, daha sonra onun bütün davranışlarını tesir altına alarak, ona yenilmezliğin sırrını öğretir. Zira, kendi içinde zafere ermiş böyle bir el, maddenin ve kuvvetin bütün hokkabazlıklarını bir anda yutar ve yok eder.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.