Allah, vaadini mutlaka yerine getirecektir!

Fethullah Gülen: Allah, vaadini mutlaka yerine getirecektir!

Havanın karardığı, her tarafı kapkaranlık bulutların sardığı dönemlerde hassas ve duyarlı ruhlar, hassasiyet ve duyarlılıkları ölçüsünde, ızdırapla inim inim inler, mesul bulunduğu insanlar için ciddi manada endişe duyabilirler.

Nitekim Şefkat Peygamberi Efendimiz de (sallallâhu aleyhi ve sellem) Bedir Savaşı öncesinde ümmeti için endişelenmiş ve dua dua Allah'a yalvarmıştır. Allah (celle celâluhu) cihada izin veren: “Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselerin de, karşı koyup savaşmasına izin verilmiştir. Allah onlara yardım etmeye elbette kadîrdir.” (Hac Sûresi, 22/39) ayet-i kerimesini inzal buyurmuş ve Resûl-i Ekrem Efendimiz'i (aleyhissalâtü vesselâm) Bedir'e sevk etmişti. Dikkat edildiğinde görüleceği üzere, ayetin sonunda Cenâb-ı Hakk'ın Efendimiz'e yardım etmeye kadîr olduğu vurgulandığı hâlde Allah Resûlü (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm) ellerini açıyor ve dua dua üstüne öyle yalvarıyordu ki, ridası sırtından düşüyordu. Hazreti Ebû Bekir (radıyallâhu anh), İnsanlığın İftihar Tablosu'nun ridasını tekrar omzuna koyuyor ama o yalvarış ve yakarışların neticesinde mübarek rida yine aşağı doğru süzülüyordu. Fahr-i Kâinat Efendimiz, o esnada ellerini açmış şöyle yalvarıyordu:

“Allah'ım! Bana vaat ettiğin (zaferi) yerine getir! Allah'ım! Bana vaat ettiğin zaferi lütfeyle! Allah'ım, eğer şu bir avuç ehl-i İslâm'ın yok olmasına fırsat verirsen artık yeryüzünde sana ibadet eden kalmayacak!” (Müslim) Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir Efendimiz, “Bu kadar yalvarış ve yakarış yeter ey Allah'ın Resûlü! Allah (celle celâluhu) sana olan vaadini mutlaka yerine getirecektir!” (Müslim, Cihad 58) demişti. Rehber-i Ekmel Mükteda-yı Küll Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu tavrı, elbette ki, iman ve Kur'ân yolunda hizmet eden mü'minlerin örnek almaları gereken en mükemmel bir misaldir. Yani yapılması gerekli olan her şeyi yaptıktan, gerekli bütün tedbirleri aldıktan, başvurulması gereken bütün çözüm yollarına müracaatta bulunduktan sonra bir mefkûre insanı, ufukta hiçbir ışık kaynağı, hiçbir kapı aralığı görmediği esnada dahi ümitsizliğe asla kapılmamalı ve “Ey Yüce Rabb'imiz, yalnız Sana güvenip dayandık, Sana yöneldik ve sonunda da Senin huzuruna varacağız!” (Mümtehine, 60/4) gibi dualarla Allah'ın (celle celâluhu) havl ve kuvvetine sığınmalıdır.

Çilesiz ve dertsiz insanlar

Yoksa herhangi bir endişe duymaksızın, sırf optimistçe bir yaklaşımla, bin bir hücum ve tehlikenin söz konusu olduğu durumlarda dahi hiçbir şey yokmuş gibi hayatımızı yaşar, umursamaz ve vurdumduymaz bir tavır içerisinde bulunur, çilesiz ve dertsiz hâlimizi tevekkül anlayışı gibi telakki edip sunmaya çalışırsak ciddi bir yanılmışlığın içindeyiz demektir. Meselâ, şu anki mevcut sıkıntı ve tehlikeler karşısında alternatif çözüm yolları bulmak adına şakakları zonklatırcasına ızdırapla inim inim inlemeksizin, sadece; “Biz dünyanın dört bir yanında okullar, kültür merkezleri, lisan kursları açtık. Devlet-i Âliye döneminde bile bu ölçüde bir açılım olmamıştı. Allah bütün bunları zayi mi edecek? Elbette Allah bu sis ve dumanı izale edecektir.” diyerek mücerred bir boş vermişlik havasına girme ve bir emniyet insanı gibi davranma kat'iyen doğru değildir. Yukarıdaki teslim ve tevekkül anlayışımızla, bu tavır arasında fark vardır. Birisi ızdırap ve tevekkülün sevabını kazandırırken, diğeri optimistçe bir yaklaşımın cezasını sırtımıza yükler. Bunlardan biri Allah'la irtibat ve iltisakın ifadesi, vicdanın sesi ve soluğu olmasının yanında diğeri şeytanî bir dürtüdür. Çünkü ızdırap bir yönüyle duaya sevk edici çok önemli bir faktördür. Bundan dolayı diyebilirim ki, beş saat dua edeceğinize yarım saat ızdırap çekin; öyle ki, fikir çilesiyle kafanız zonklasın; ızdırapla kasıklarınızı tutun; ümmet-i Muhammed adına deli gibi koridorlarda dolaşın; dolaşın da “Allah'ım ne olur, bahtına düştüm! Beni elli defa öldür ama ümmet-i Muhammedi dirilt!” diyerek ızdırapla ölüp ölüp dirilin.

Öyle bir kudrete sığın ki!

Bu noktada durup, sübjektif bir hususiyeti bulunsa da, bir hâlimi size arz edeyim. Çok defa beni sıkan hâdiselerde, yorgan ve döşeğim benim sırdaşım oluyor. O üzücü hâdiseleri size de açamıyor, kalkıp koridorlarda geziyor, bazen de masaj aletine oturuyor ve orada evrada dalarak o ruh hâletinden uzaklaşmaya çalışıyorum. Dün de beni hüzne gark edecek üzücü hâdiselerden dolayı çok sıkılmıştım. Sonra odama geldim ve “bari evradımı okuyayım” dedim. İşte o esnada Kulûbu'd-Dâria'yı açtığımda, daha önce işaret koyduğum yerin Muhammed b. Üsame Hazretleri'nin evradının bulunduğu yer olduğunu gördüm. Bu evradda Kur'ân-ı Kerim'deki tevekkülle ilgili bütün ayetler bir araya getirilmiş. Bunları okuduğumda sadrıma nasıl bir şifa verdiğini, kalbimin nasıl bir inşirahla dolduğunu şu an size ifade edemem. İşte insan, hâdiselerin tazyiki altında Cenâb-ı Hakk'a teveccüh edince, teveccüh edip tevekkül, teslim, tefvîz yolunda bulununca öyle sonsuz bir güç ve kuvvete dayanmış, öyle nâmütenâhî bir inayet ve kudrete sığınmış olur ki, artık en sarsıcı hâdiseler karşısında dahi –Allah'ın izniyle– sıradağlar gibi dimdik yerinde durabilir.

Hâsılı, bizim gibi zayıf insanlar hâdiselerin perde arkasını okuyamadığından bazen sebeplere takılıp kalabilir. İşte o zaman hemen işin arka planına dönmeli ve o meselede kusurumuz olup olmadığını sorgulamalıyız. Ardından:

“Allah bana yeter. O'ndan başka ilâh yoktur. Ben yalnız O'na dayanırım. Çünkü O, büyük Arş'ın, muazzam hükümranlığın sahibidir.” (Tevbe, 9/129) demeli, o hasbiye kalesine girmeli, sığınmalı ve hâlimizi Allah'a arz edip o badire ve gailelerden sıyrılmaya çalışmalıyız.

  • Efendimiz’in her bir tavrı, iman ve Kur’an yolunda hizmet eden mü’minlerin örnek almaları gereken en mükemmel misallerdir.
  • Bir mefkûre insanı, yapılması gereken her şeyi yaptıktan sonra, ufukta hiçbir ışık kaynağı görmediği esnada dahi ümitsizliğe asla kapılmaz
  • Sebeplere takılıp kalmadan, hemen meselelerin arka planına dönmeli ve o mevzuyla alâkalı kusurumuz olup olmadığını sorgulamalıyız.

Sebeplere riayet etme inceliği

Biz bu dünyada esbap dairesi içinde halk edilmişiz. Havaya, suya, yemeye, içmeye, yatmaya, dinlenmeye; buluta, atmosfere, dünyaya, dünyanın güneşin etrafında dönüşüne, güneşle arasındaki ölçülü mesafeye, mevsimlerin teşekkülüne vs. ihtiyacımız vardır. İşte biz etrafımızı çepeçevre kuşatan bütün bu sebepleri görmezlikten gelemeyiz. Bunları görmezlikten gelmek, tekvînî emirleri, başka bir ifadeyle Cenâb-ı Hakk’ın kâinatta koymuş olduğu kanun ve kuralları görmezlikten gelmek demektir. Ayrıca madem Cenâb-ı Hak, ilâhî kudret ve iradenin, zahiren, basit ve hasis şeylere taalluku görünmesin diye, sebepleri izzet ve azametine birer perde kılmış, onlarla bizi çepeçevre kuşatmıştır ve O’nun izni olmaksızın onlardan sıyrılmamız mümkün değildir; o hâlde, Allah’ın vaz’etmiş olduğu bu sebepleri görmezlikten gelme, Allah’ın emirlerine itaatsizlik ve O’na karşı saygısızlık manasına gelir.

Bu açıdan esbaba riayet hususunda gösterilen hassasiyet çok önemlidir. Hatta denilebilir ki, sebeplere riayet mevzuunda emre itaatteki inceliği kavrayıp ona göre hareket eden bir insan, onları Cenâb-ı Hakk’ın rızasına erme adına bir helezonun basamakları veya Allah’a amudî olarak yükselebileceği bir rampa hâline getirebilir. Fakat onları her şey görme ve her şeyi getirip sebeplere bağlama bir yönüyle Müsebbibü’l-Esbâb’ı görmemeye müncer olacağından böyle bir durum da –hâşâ ve kella– esbabın Allah’a eş ve ortak koşulması demektir.

Haftanın Duası

Allah’ım! Senden bizim, inanan kardeşlerimizin ve topyekûn insanların kalplerini, imana, İslam’a, Kur’an’a, ihsan duygusuna ve Peygamberimiz vasıtasıyla bize gönderdiğin bütün hakikatlere tastamam açmanı diliyoruz. Rabbimiz! Nezd-i ulûhiyetinden göndereceğin nurlarla gönüllerimizi aydınlat.. sadırlarımıza, sînelerimize inşirah sal.. Sen Settâru’l-uyûbsun; hata, kusur, günah ve isyan olarak bizden ne sâdır olmuşsa Sen onları da setreyle..

Sözün Özü

Allah Resûlü sabah-akşam 'Allah'ım, beni göz açıp kapayıncaya kadar nefsimle baş başa bırakma' duasını dilinden düşürmüyordu. Eğer âlemlere rahmet olarak gönderilen Allah Resûlü böyle davranıyorsa, bu bize bir işarettir ki, kimse garantinin zerresine sahip olduğunu iddia etmemelidir. Eğer O böyle diyorsa, Hz. Musa da Hz. İsa da Hz. Davut da öyle der. Kaldı ki bir başka yerde yine O, 'Hiç kimse kendi ameliyle cennete giremez.' buyurur.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.