Her alanda denge ve itidal

Fethullah Gülen: Her alanda denge ve itidal

Dini, murad-ı ilâhîde mahiyeti ne ise o şekilde yaşayıp hayatımıza hayat kılabilmek için dengeli olma ve itidali koruma çok önemlidir. Zira denge kaçırıldığı zaman ya ifrata ya da tefrite düşülür ki, ifrat tefriti, tefrit de ifratı doğuracağı için neticede fasit bir daire oluşur. Esasen ifrat ve tefritlerden salim kalmanın yolu, ümmetine daima itidali tavsiye buyuran sırat-ı müstakim rehberi İnsanlığın İftihar Tablosu'nun sünnetine uymaktır.

İnsan tabiatında mündemiç olan iyi ve kötü bütün duygu ve düşünceler için bir sırat-ı müstakimden bahsedilebilir. Mesela eşya ve hâdiseleri okuma, değerlendirmeye tâbi tutma manasında “nazar”ı ele alacak olursak, nikbin onun ifrat, bedbin tefrit hâlini; hakikatbin ise orta hâlini temsil eder. Bildiğiniz üzere nikbin, kötü ve çirkinliklere gözlerini kapatıp her şeyi sadece iyi ve güzel yönleriyle ele alan, bedbin ise her şeyi kötü ve kapkara gören kişi demektir. Hakikatbin veya hüdabine gelince o, her şeyi kamet-i kıymetine ve keyfiyetine uygun olarak görmeye çalışan kişidir. Vâkıa Hz. Pîr'in de Hakikat Çekirdekleri'nde ifade ettiği üzere “Güzel gören, güzel düşünür; güzel düşünen, hayatından lezzet alır.” Ayrıca güzel olmayan şeylerde bile tevil mümkün olduğu sürece iyi düşüncelere, güzel değerlendirmelere gitmek gerekir. Fakat bu, realiteyi görmezlikten gelme, sadece hayal ve hülya dünyasında yaşama demek değildir. O hâlde yapılması gereken; gerçeklerden kaçmadan, realitelere gözünü kapamadan ama aynı zamanda karamsarlığa, ümitsizliğe de düşmeden her şeyi olduğu gibi görmektir ki, işte bu, “nazarda denge” demektir.

Muvaffakiyet kurbanları

Helâke sürükleyebilecek menfî hususlarda insanın dengeyi bulması çok önemli olduğu gibi, pozitif sahada, hayır istikametinde kendisine verilen hususlarda da dengeli olması çok önemlidir. Yani bir kısım menfîliğe açık duyguları, hayır istikametinde kullanma adına dengeli olmak gerektiği gibi, iman, ibadet ve ahlâk adına ortaya konulan kalbî ve bedenî amellerde de ifrat ve tefritten uzak durulmalı ve sırat-ı müstakimin dışına çıkılmamalıdır. Mesela insan, namaz kılma, zekât verme, hacca gitme, oruç tutma, dua etme, hatta tefekkür, tezekkür ve tedebbürde bulunma gibi bütün ibadet ve amellerini özenerek, mükemmelliği yakalama peşinde ortaya koymalıdır. Zira Yüce Allah, Kitab-ı Mübin'inde: “Amel edin! Yaptıklarınızı Allah da Resûlü de mü'minler de görecekler.” (Tevbe, 9/105) ferman-ı sübhanisiyle amellerin, Allah'ın, Peygamber'in ve basiret erbabı mü'minlerin teftişine arz ediliyor gibi arızasız ve kusursuz ortaya konulmasını emretmektedir.

Neticeyi yaratan Allah'tır

Kısaca insan bütün ibadetlerinde “Acaba oldu mu?!” endişesini taşımalı ve hep kemâl peşinde koşmalıdır. Fakat Allah'a kulluk adına ortaya konulan böyle bir performansta mükemmel denecek bir çizgi yakalansa dahi, insan hiçbir zaman elde edilen neticeyi kendinden bilmemeli, muvaffakiyet ve zaferi kendine izafe etme gibi bir küstahlığa girmemelidir. Zira neticeyi yaratan Allah'tır (celle celâluhu). İşte ibadet ve amellerin başını gözünü yararak, onları üstünkörü, gevşeklik ve gaflet içerisinde yerine getirme durumuna tefrit diyecek olursak, çok ciddî bir performans ortaya koyup Cenâb-ı Hakk'ın tevfikine mazhar olduktan sonra, neticeyi kendinden bilme gibi Hakk'a karşı küstahlık tavrı da ifrattır.

Zira her ne kadar işin başında ciddî bir ceht ve gayret ortaya konulup mükemmellik peşinde koşulsa da, netice itibarıyla başarılara sahip çıkılıp, onlar şan ve şöhret hesabına değerlendirilmektedir. Bu ise insanın başının dönüp bakışının bulanmasına, şirk ve nifak vadilerinde helâk olmasına yol açar.

O hâlde, Allah yolunda belli başarı ve muvaffakiyetlere nail olan insana yaraşan; tevazu, mahviyet ve hacalettir. O, her zaman “Değildir bu bana lâyık bu bende, bana bu lütf ile ihsan nedendir?” demelidir. Evet, insan bir taraftan yapabileceği şeyleri en mükemmel şekilde yapmaya çalışmalı, diğer yandan da debbağın deriyi yerden yere vurduğu gibi kendisini yerden yere vurmasını bilmelidir. Hatta nail olduğu başarı ve muvaffakiyetlerin kendisi için bir imtihan unsuru olabileceğini hiçbir zaman aklından çıkarmamalı, bunların istidrac olabileceği endişesiyle oturup kalkmalı ve kayıp gitmekten çok korkmalıdır.

Mehdîlik iddiaları

Günümüzde, azıcık ağzı laf yapan, bir iki satır bir şey karalayan, maneviyatta birazcık yol kat eden bazı insanların dengeyi kaçırarak kendilerini bir mihrap veya bir kıblenüma hâline getirmeye çalıştıklarını ve benlik iddialarıyla oturup kalktıklarını görmek mümkündür. Bunlar, azıcık bir şey ortaya koydukları ve etraflarında da safderun insanlardan müteşekkil bir halka oluştuğu zaman, hemen kendilerini bir kamer gibi görmeye başlıyorlar. Bundan dolayı olsa gerek, günümüzde ciddî bir mehdi enflasyonu var. Fakir bile, şimdiye kadar sadece bizim toplumumuz içinden çıkmış beş-altı tane “mehdi!” tanıdım. Hatta bunlardan üç tanesi benimle irtibata geçmek istedi. Mesela, geçenlerde biri buraya geldi. Yirmi iki yaşında olduğunu ifade etti. Daha sonra, “Hocam, ben kendimi sadece Hüseynî biliyordum. Son zamanlardaki derin tahkikatımla Hasenî olduğumu da tespit ettim.” dedi. Ben ona mahviyet ve tevazu adına bazı hususları hatırlattım. Küçüklerde küçüklüğün emaresinin tekebbür olduğunu, onların pencereden görünmek için ayakları üzerine dikileceklerini, büyüklerde büyüklüğün emaresinin ise asa gibi iki büklüm olmak olduğunu anlatmaya çalıştım. Söyleyeceklerimi söyledikten sonra, ayrılırken ben zannettim ki ikna oldu. Kapıyı açtım, tam dışarı çıkarken, aynen şöyle dedi: “Pekâlâ hocam, size bu mevzuda seçme hakkı vermemişlerse ne yapacaksınız!” Hâlbuki peygamberliğin dışında insanlara ilân ve tebliğ edilme mecburiyeti olan hiçbir makam ve unvan yoktur. Ne var ki, böyle bir anlayışa kilitlenmiş insanlara bir şey anlatabilmek oldukça zordur. Rabb'im, mehdilik iddiasında bulunan bütün bencil ve mütekebbirleri doğru yola hidayet eylesin!

Mahviyet, tevazu, ihlâs ve iddiasızlık anlayışı üzerine kurulu salih bir daire içinde dahi benzer iddiaları seslendiren şahısların olabileceği hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir. Hatta bu kişiler, enaniyetlerini aidiyet mülâhazasına dayandırdıklarından, onlara laf anlatmak belki çok daha zordur.

O hâlde, ekilen tohumların neşv u nema bulduğu, gül bahçelerini güllerin sardığı bir dönemde de olsa, diken istilâsının her zaman için muhtemel olduğu hatırdan çıkarılmamalı ve yürünen yolda hep basiretli ve gözü açık yürünmelidir. Evet, her zaman bazı mudiller çıkabilir; çıkıp safderun insanları arkalarından sürükleyip götürebilirler. Zira güllerin yanında dikenler olabileceği gibi bülbüllerin yanında saksağanlar da ötebilir. Bülbülün o güzel sesini duymamış ve kulakları ona alışmamış bazı kimseler de saksağan sesine kapılıp gidebilirler. Bu itibarla insanların bu tür iddialara kanıp aldanmalarına meydan vermeme adına her zaman bir Hazreti Ebu Bekir, bir Hazreti Ömer (radıyallahu anhüma) ferasetiyle hâdiseler görülüp gözetilmeli, sürekli teyakkuz halinde olunmalı ve temkinli hareket edilmelidir.

Sözün özü

Üstad Hazretleri'nin “Kardeşlerinizin meziyetleri ile iftihar ediniz.” şeklindeki tavsiyesi, tamamen inanca bağlı bir olaydır. İnancı kavî olmayan insanların, bu hakikati tam yaşayabileceklerine ihtimal verilemez. Evet, konuşan bir kardeşinizin sürç-i lisanları sizi rahatsız etmiyorsa veya onun, dinleyenlerin gönlünde inşirah hasıl eden konuşması, sizi sevindirmiyorsa, siz “kardeş” makamını ihraz edememişsiniz demektir.

Haftanın duası

Ey sevdiği kullarını hiç yalnız bırakmayan Mevlâ'mız! Sen, bizim için ‘lütufkâr' namına lâyık yegâne Zatsın. Biz muhtaç kullarını riayet ve inayetinle, insî ve cinnî şeytanların asla ulaşamayacağı sıyanet kalene al.. etrafımızı muhafaza surlarınla kuşat.. düşmanlıkla oturup kalkan kötü niyetli kimselerin şerlerinden bizi muhafaza buyur, ey koruyup gözetenlerin en güzeli Rabb'imiz, ey celâl ve ikram Sahibi!

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.