Zalimlere meylederseniz ateş size de dokunur!

Fethullah Gülen: Zalimlere meylederseniz ateş size de dokunur!

Cenab-ı Hak, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” (Hûd, 11/112) buyurmak suretiyle Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) şahsında Müslümanları istikamete çağırmıştır. Dolayısıyla, bu âyet-i kerimeyi, bize bakan yönü itibarıyla, “Ey mü'minler! Emrolunduğunuz gibi dosdoğru olun.” şeklinde anlamamız gerekir.

Aynı zamanda bu âyet-i kerimede Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtü vesselâm) için bir tebcil ve bir iltifat vardır. Sanki Cenâb-ı Hak, kudret eliyle Resûl-i Ekrem'in ahlak-ı âliyesini okşayıp ona “dosdoğru ol” demektedir. Bu, olumlu ve güzel tavırlar ortaya koyan bir çocuğa, babasının, “Seni her zaman böyle dosdoğru görmek isterim.” demesi gibidir. Yoksa Efendiler Efendisi'nde -hâşâ ve kellâ- bir eğrilik varmış da, bu âyetle doğruluğa çağrılıyormuş şeklinde bir mülahazaya girmek kesinlikle doğru değildir. Zira Efendiler Efendisi'nin duygu, düşünce ve davranışları hep istikâmet üzere olmuştur. Dolayısıyla mezkûr ayet, O'nun hakkında “Her zaman bu güzel halinle kal!” manasına gelmektedir.

Ayrıca âyet-i kerimede, istikamet emredildikten hemen sonra taşkınlıktan sakındırmanın zikredilmesinde şöyle bir nükte vardır: İstikametini kaybeden bir insan yavaş yavaş taşkınlık, tuğyan ve dalâlete sürüklenir. Dolayısıyla imtihan yurdunda bulunan insanoğlu, her zaman bir taraftan istikamete çağrılırken diğer yandan da “zinhar taşkınlığa girme!” denilerek ikaz edilmelidir.

Zulmün her çeşidinden uzak durulmalı

Bir sonraki âyet-i kerimede ise, “Zulmedenlere küçük bir temayülle dahi olsa eğilim göstermeyin. Yoksa ateş size dokunur. Aslında sizin için Allah'tan başka hiçbir yardımcı ve sizi sahiplenecek hiçbir güç yoktur. Sonra O'ndan da yardım görmezsiniz.” (Hûd, 11/113) buyrularak, Müslümanlara, küçük bir meyille dahi olsa zalimlere asla meyletmemeleri gerektiği vurgulanıp zulme girenlerin içinde yer almaları yasaklanıyor. Zira işlenen zulümlere ve onların sahiplerine az dahi olsa meyleden bir insan hiç farkına varmaksızın yavaş yavaş onların sürüklendiği levsiyâtın içine düşebilir ki bu da bir yönüyle istikametten ayrılma demektir.

Esasında zulüm, Kur'an-ı Kerim'de çok geniş olarak ele alınmıştır. Mesela bu kelime, kâfir ve münafıkların yaptıkları haksızlık ve taşkınlıkları ifade için kullanıldığı gibi, bir kısım Müslümanların yaptıkları yanlışlıklar için de kullanılmıştır. Nitekim bir âyet-i kerimede şöyle buyrulur: “İman edip imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte korkudan emin olma onların hakkıdır, doğru yolda olanlar da onlardır.” (En'âm, 6/82) Bu âyet-i kerime nazil olduğunda sahabe-i kiram çok korkmuş, adeta canları dudaklarına gelmişti. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Lokman Sûresi'nde geçen, “Muhakkak şirk, büyük bir zulümdür.” (Lokmân, 31/13) âyet-i kerimesiyle onları teselli etmiş ve yukarıdaki âyette kastedilen zulmün şirk olduğunu ifade buyurmuştur.

Bu açıdan; Allah'ın yasaklarını çiğneme, emirlerine karşı lakayt kalma, insanları dinî vazifelerini yerine getirmekten alıkoyma, fitne ve fesada sebebiyet verme birer zulüm olduğu gibi, hak ve hakikati görmezden gelme, düşmanlık ve çekememezlik duygularıyla Müslümanlarla uğraşma, “adalet ve hak” deyip bunları yerine getirmeme, halkın hukukuna tecavüz etme, idarenin başına geçtiğinde insanların sırtından geçinmeyi bir hak olarak görme, milletin malını hortumlama gibi fiiller de zulüm kategorisi içinde yer alır. İşte işaret edilen ayette, bu zulüm çeşitlerinin tamamından uzak durulması emredilmekte; dahası bunları işleyenlere meyil de nehyedilmektedir.

Zalimlerle beraber oturup-kalkma

Bu noktada, gözden kaçırılmaması gereken önemli bir husus; zulmün sadece apaçık haksızlık ve taşkınlıklar olarak anlaşılmaması gerektiğidir. Dolayısıyla bilinmelidir ki, mesela, herhangi bir mevkide bulunan bir idarecinin kendi yakınlarını, taraftarlarını, kendisi gibi düşünen insanları kayırması, kollaması zulüm olduğu gibi, milletin arpa kadar dahi olsa malını yeme de bir zulümdür. İşte âyet-i kerimede, hangi seviyede olursa olsun zulmeden bir insana meyletme, ateşin insana dokunması için yeterli bir sebep olarak gösteriliyor. Başka bir ifadeyle, yapılan zulmü görmezlikten gelerek zalimlerle beraber oturup kalkma, onlara imrenme, onların yerinde olmayı isteme gibi fiiller de “meyletmeyin” yasağına dâhildir.

Evet, Cenâb-ı Hak bir taraftan istikameti hedef gösterip, taşkınlığa düşmekten Müslümanları men ederken, diğer yandan da zulüm ve haksızlığa meyletmeyi nehyetmiştir. Aslında niyetinde, yaşayışında, söz, tavır ve davranışlarında, hep istikametin temsilcisi olan bir insan, zulüm ve haksızlığa da başkaldıracaktır. Nitekim her çeşidiyle zulümden uzak durup istikâmet üzere bulunmanın mükâfatını anlatan bir ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: “Rabb'imiz Allah'tır, deyip sonra da istikamet üzere doğru yolda yürüyenler yok mu; işte onların üzerine ceste ceste melekler inip ‘Hiç endişe etmeyin, hiç üzülmeyin ve size vaad edilen cennetle sevinin!' derler.” (Fussilet, 41/30)

Adanmış ruhlar ve beklentisizlik

Mahlûkata ve insanlara acıma, varlığa karşı şefkat duyma, mesleğimizin esaslarından biridir. Tabii, şefkatin de dereceleri vardır. Hususi bir derdi olan insana karşı şefkat duyup ona bağrını açmak veya bir aileye karşı şefkat duymak önemli olduğu gibi, bunlardan daha öte topyekûn milletine karşı acıyıp şefkat etme mevzuu daha engince bir şefkat anlayışıdır. Hz. Pîr diyor ki: “Milletimin imanını selamette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm, gül-gülistan olur.” İşte bu, engin bir şefkatin ifadesidir. Aynı zamanda onda, şefkatin beraberinde getirdiği bir îsâr duygusu da vardır. Evet, o, kendi hayat ve huzurunu önemli görmüyor, din-i mübin-i İslam'ın ihyasına ehemmiyet veriyordu. Dolayısıyla onu bu haliyle gören çevresindeki insanlar da, ona yürekten inanıyorlardı.

Bu sebeple, irşad ekseninde yürüyen adanmış ruhlar gittikleri yerlerde, ilk günkü safvet, duruluk, beklentisizlik ve hizmet mülahazalarını devam ettirir ve her şeyi Allah rızası için yaparlarsa oradaki insanlar bir sene, iki sene, üç sene onları gözlemleyecek ve nihayet onların hep aynı çizgide olduklarını gördüklerinde, onlardan endişe etmek bir yana, onların müdafii olacaklardır. Kafalarını karıştırmak isteyen insanlara da; “Biz, on senedir bu insanların nabızlarını dinliyoruz. Sizin dediklerinizin hiçbirisi doğru değil.” diyeceklerdir.

Evet, yapılanlar karşısında beklentisiz olmak, bir yönüyle hayatını o insanların hayatına vakfetmek, inandırıcılık adına çok önemlidir. Eğer şu anda dünyanın değişik yerlerinde, farklı milletler içinde, gönüllüler hareketi tutunabiliyorsa; Cenab-ı Hak, onlara bu ölçüde bir açılım lütfetmişse, demek ki, o insanlar gittikleri yerlere adanmışlık ruhuyla gitmenin ve beklentisiz iş yapmanın hakkını veriyor, güven vaad ediyor ve iyi bir emniyet tavrı sergiliyorlar. Muhatapları da, onlara inanıyor, güveniyor, gönüllerini açıyor ve onları hüsn-ü kabulle karşılıyorlar. Evet, giden insanların ihlas ve samimiyetine binaen Cenab-ı Hak da, muhatapların kalplerine sevgi vaz'ediyor.

O halde adanmış ruhlar, şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da, yapılan hizmetler karşılığında, asla maddi-manevi herhangi bir beklentiye girmemeli; girmemeli ve hep ilk günkü safvet ve samimiyetlerini muhafaza gayreti içinde olmalıdırlar.

Haftanın Duası

Ya İlâhî! Ulu dergâhına sığınan bu kimsesiz kulunu kapından kovacak olursan ben gidip hangi kapıya iltica edebilirim ki! İlâhî! Yakınlığından mahrum edersen beni, o zaman ben kimin yakınlığını umabilirim ki! İlâhî! Şayet Sen bana azap etmeyi murad buyurursan, ben biliyorum ki, cezalandırılmaya fazlasıyla müstahakım! Fakat affınla sarıp sarmalarsan, o da Sen’in lütfun ve keremindir.

Sözün Özü

Salât u selâm, Allah Resulü hakkında Cenâb-ı Hakk'a yapılan bir duadır. İnsanlığın İftihar Tablosu da: “Yanında adım anıldığı hâlde bana salât u selâmda bulunmayanın burnu yerde sürtülsün.” Buyurur. Salât u selâm getirirken, bir taraftan nâm-ı celîl-i Muhammedîyi yâd etmek, beri taraftan da, bir İmam-ı Rabbânî, bir Üstad Bediüzzaman edasıyla, her zaman değişik tâzimât ve tekrimâtla hislerimizi ifade etmek ve böylece O Zât'ı içimizde daima taze tutmak ise, O'na karşı ayrı bir vefa borcudur.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.