Bir Nebze de Şeytandan

Şeytanın mahiyeti, fonksiyonu, yaratılışının hikmetleri, insanı saptırma yolları, bunlardan korunma çareleri adına bizleri aydınlatır mısınız?

1. "Şeytan" kelimesi hangi kökten gelir?

Şeytan, Allah'ın rahmetinden uzaklaşmış bir varlıktır. Şeytan kelimesi, iştikâk itibarıyla, Allah'tan, Allah'ın rahmetinden uzak oldu mânâsına شَطَنَ'den, bir de; yandı, işi bitti, helâk oldu mânâsına شَاطَ يَشيِطُ olmak üzere iki kökten gelir. Her ikisi de şeytan için doğrudur. Zira o, Allah'ın rahmetinden kovulmuş ve yanmaya hak kazanmış bir varlıktır.

2. "Şeytan" kelimesi başkaları için de kullanılabilir mi?

"Şeytan" kelimesi taşıdığı mânâdan hareketle dinde her azgın ve taşkın şeye kullanılabilir. Nitekim Allah (celle celâluhu) "Böylece Biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar) aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar." (Enfâl sûresi, 6/112) âyetinde şeytan tabirini, yaldızlı sözlerle insanları baştan çıkartan cinler ve insanlar için kullanıyor.

Seyyidina Hz. Ömer (radıyallâhu anh) serkeş bir ata bindirildiğinde "Beni bir şeytana bindirdiniz!" buyurarak serkeşlik yapan ata şeytan tabirini kullanmıştır. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) de bir yerde köpeğe, bir yerde de serkeşlik yapan deveye şeytan demiştir.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, ins, cin veya hayvan serkeşlik yapan, başkaldıran, isyan eden her şeye bir mânâda "şeytan" denebiliyor. Ama burada bahis konusu olan şeytan, insanların baş belâsı, Seyyidina Hz. Âdem'e (aleyhisselâm) secde etmeyip, Allah'a karşı başkaldırmakla küfür yoluna girmiş, insanoğlunun ebedî hasmı olan şeytandır.

3. Şeytan, niçin Allah'ın rahmetinden kovulmuştur?

Şeytan, mahiyetinde mündemiç olan duyguları kötü yolda kullanması sebebiyle Allah'ın rahmetinden kovulmuştur. Evet, Allah insanı, maddî-mânevî mücehhez bulunduğu şeyler itibarıyla ahsen-i takvîme mazhar olarak yaratmış ve "Biz insanı en güzel biçimde yarattık." (Tîn sûresi, 95/4) buyurarak bu hakikati ifade etmiştir. Bu açıdan insanın mahiyeti tıpkı bir takvim gibi bütün varlığa ait hakaiki câmi ve her şeyin özünü hâvidir. İnsan, kâinatı gösterebilecek bir takvim, seneler ve asırlar içinde geçen her şeyi ifade edebilecek bir fihrist mükemmeliyetindedir. Ayrıca böyle bir dışa paralel olarak iç mükemmeliyeti ifade eden kalb, sır, hafî, ahfâ gibi çeşitli duygularla da mahiyeti zenginleştirilmiştir.

Şimdi Allah herkesi böyle yaratmıştır ama, kimileri Efen­di­miz (sallallâhu aleyhi ve sellem) gibi kabiliyetlerini geliştirerek Cibril'i geride bırakmış, kimileri de Ebû Cehil gibi bütün istidatlarını menfi yönde kullanarak şeytanı utandıracak bir derekeye düşmüştür.

İşte şeytan da, bazı insanlarda olduğu gibi, mahiyetindeki nüveleri kötüye kullanarak Allah'ın rahmetinden kovulmuş ve uzaklaştırılmıştır. İfadeye dikkat edelim. Uzak yaratılmamış ama, kabiliyetlerini kötüye kullanarak uzaklaştırılmıştır.

4. Şeytan insana hangi yollardan yaklaşır?

Önce şeytanın insana niçin düşman olduğuna bir cümle ile temas edip sonra da insanı saptırmak için hangi yollara başvurduğuna âyetin belirttiği çerçevede ve şeytanın sözlerini esas alarak izaha çalışalım.

Şeytan, "Çık buradan, sen artık kovulmuş ve uzaklaştırılmışsın!" (Hicr sûresi, 15/34) âyeti ile ifade edilen tokadı yedikten sonra, insanoğluna gayz, kin ve nefretle, Allah'a karşı da küskünlükle, ikinci bir fıtrat kazanmıştır. Evet, şeytanın Hz. Âdem'e (aleyhisselâm) secde etmemesi, onun Rahmet-i İlâhî'den kovulmasına; Allah'ın kovması da, onun Allah'a karşı düşmanlık göstermesine zâhirî birer sebeptirler.

Evet, Hz. Âdem (aleyhisselâm) ile imtihan olma ve bu imtihanı kaybetmesi şeytana çok dokunmuş ve kasemle "Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onları (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım. Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna." (Hicr sûresi, 15/39-40) demiştir. Demek ki, şeytan, bu hâdiseler nedeniyle, Âdem'in (aleyhisselâm) şahsında bütün insanoğluna karşı kinle dolmuştur. Kinle dolu bir gönülde muvazenenin olmayacağı âşikârdır. Keza şeytan, Kur'ân'ın A'râf sûresinde belirttiğine göre kin ve gayzını şu cümlelerle ifade etmiştir:

"Öyleyse beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için Senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra mutlaka onlara önlerinden-arkalarından, sağlarından-sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın." (A'râf sûresi, 7/16-17)

Yani önden gelecek, ileriyi karanlık ve inkârla dopdolu gösterecek, "Öldükten sonra dirilme, Cennet, Cehennem yok..." dedirtecek, ümitlerini kırıp geçeceğim. "Gün be gün yevmülbeter." diyecek, kıyamete kadar kâfirlerin esiri olacaklarına inandırarak, onların önlerine de karanlıklar püskürtüp duracağım.

Arkalarından gelecek, mazi ile alâkalarını kopararak, mukaddes olarak bel bağladıkları geçmişlerini büyük bir mezar şeklinde gösterip bütün ümitlerine bir balyoz indirerek onları ye'se atacağım.

Sağ taraflarından gelecek, "Siz ehl-i hak ve hakikatsınız, ne diye başkalarının dine hizmet etmesine imkân veriyorsunuz? Bu hizmeti siz yapsanız ya!" diyerek gıpta damarlarını tahrik edip hizmetlerini engelleyeceğim. İbadetlerini zâhiren yerine getirseler de yaptıkları şeyleri anlattırıp riyaya boğacağım.

Ve soldan gelecek, sol düşünceli, çarpık, çeşitli doktrinlerle zihinlerini bulandırıp, onların ruhlarına hep yanlış şeyler üfleyeceğim. Dolayısıyla sen onların çoğunu sana karşı nankör ve şükretmeyen insanlar olarak bulacaksın.

Evet, şeytanın bu kin ve nefretle, Cenâb-ı Hakk'a karşı olan bu küstahça tavrını Kur'ân değişik yerlerde sık sık hatırlatır.

5. Şeytan niçin hidayete gelmemektedir?

Şimdi de şeytanın hidayete gelemeyiş sebebini bir-iki misalle izah etmeye çalışalım. Bir insan düşünün ki, çeşitli sebeplerle kendini kine ve nefrete kaptırmıştır. Bu insan, o anki hâlinin muktezası olarak, sağa sola saldırır, eline geçeni atar ve karşısındakinin hakkından gelmek için elinden gelen her şeyi yapar. Zira bu insanda artık muvazene, muhasebe, salim düşünce yoktur. Yani dengesizlik bu kişinin saatlerini, dakikalarını, saniye ve saliselerini kaplamış, hatta ruhunu bile sarmıştır. İşte böyle bir ruh hâleti içinde olan o insan, artık kazandığı ikinci fıtratın gereğini yapacaktır. Yani bu türlü davranışlar onun, o andaki fıtratının gereğidir.

Bir başka misale geçecek olursak; yine bir insan düşünün ki, bu insanın içini bazen bütün bütün küfür esintileri sarmıştır. İradî olmayan şüphe ve tereddütler, aniden kopup gelen rüzgârlar gibi onu sarsmaktadır. Meselâ, Allah (celle celâluhu) veya Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) hakkında yersiz ve uy­gun­suz şüpheler onun düşünce dünyasını zorlamaya başlamış ve onu hep şüphe ve tereddüt vadilerinde dolaştırmaktadır.

İşte, o anda bu insan eğer Allah'a sığınır ve o şüpheleri izale edecek bir yola girerse Allah'ın inayeti ile o hâlden kurtulur. Aksi hâlde, bu durum devam edecek olursa, intiharı bile düşünecek hâle gelir ve başını taştan taşa vurur. Aslında kâfirin hâli işte budur. Yani onda küfür devamlı olduğu için, hiçbir zaman bu tür sıkıntılar ve ızdıraplar onun yakasını bırakmazlar.

Şimdi bu iki misalden hareketle, şeytanın hidayete gelemeyişine bakalım: Şeytan birinci misaldeki insan gibi, mahiyetindeki iyiliğe, güzelliğe açık tüm istidatlarını, iradesiyle öldürmüş ve kötülüğe ait bütün istidatlarını da inkişaf ettirmiştir. Bu suretle, içini küfürle, öyle bir doldurmuştur ki, artık onun mahiyetinde inanmaya yer kalmamıştır. O öfkeli adam gibi, kin ve nefretini değişik şeylerle kusan kişi gibi, hayatının bütününü saniye ve saliselere varıncaya kadar hep kötülük sarmıştır.

İşte şeytan budur ve böylesine bir kin ve nefretle Allah'a inananlara düşman olan şeytana bir şey anlatmak ya da kabul ettirmek ve dolayısıyla hidayete gelmesini beklemek boşunadır. Zira küfür, onda fıtrat hâline gelmiş ve tabiatının bir buudu olmuştur.

Şeytan, şayet o ikinci misaldeki insan gibi, Allah'a sığınsa ve girdiği o çıkmaz yoldan çıkma eğiliminde bulunsaydı, Allah'ın inayeti ile kurtulur ve hidayete mazhar olabilirdi...

6. Şeytanın yaratılmasının hikmeti nedir?

Bu konuda müstakil olarak yazılmış kitaplara müracaatla daha teferruatlı malumat elde edilebilir. Hassaten Hz. Bediüzzaman'ın bu konuyu ele aldığı risale dikkatlice okunmaya değer.[1] Bununla beraber bir iki cümle ile bu hususa da işaret edelim.

Allah (celle celâluhu), abes iş işlemekten münezzeh ve müberradır. Hakîm olan ve her şeyinde bin bir hikmet gizli bulunan –insanlar anlamasa da– Allah hakkında böyle bir şey düşünme, Allah'ı bilememenin, O'nu tanıyamamanın bir ifadesi olsa gerek.

İnancımıza ait bu temel kaideyi pekiştirdikten sonra diyebiliriz ki, şeytanın yaratılarak Müslümanlara musallat edilmesi, onları teyakkuza sevk eder.. sevk etmiştir, ediyordur ve edecektir de. Böylece insan ondan korunma mekanizmasını harekete geçirecektir. Demek ki şeytanın tasallutu, insanda mevcut bulunan korunma mekanizmasının rantabl çalışmasına vesile olacaktır. Yani nasıl tarlada akreplerin ve zehirli yılanların olması tarlada çalışanları dikkat ve teyakkuza zorlar.. ve dikkat etmeye ait istidatları inkişaf ettirir.. veya Bediüzzaman Hazretleri'nin misali içinde; atmacanın serçe kuşuna musallat olması, serçenin kabiliyetlerini geliştirir; aynen öyle de, şeytanın insanlara tasallutu, şeytandan kaçma, kurtulma, onun tuzaklarını boşa çıkarma adına onların kabiliyetlerini geliştirir. Dahası, insanların Allah'a dehaletine, Sünnet-i Seniyye kalesine sığınmasına vesile olur. Zaten Kur'ân da çeşitli âyetleriyle bu hususa işaret eder. Meselâ, "Eğer şeytanın fitlemesi seni dürterse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O işitendir, bilendir." (A'râf sûresi, 7/200) Bir başka âyette Allah'a sığınmayı salıklar ve "De ki; şeytanların kışkırtmalarından Sana sığınırım. Onların yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım, Rabbim!" (Mü'minûn sûresi, 23/97-98)

7. Şeytanın bizimle uğraşmasına nasıl engel olacağız?

a. Allah'a Sığınma

Biraz önce âyet-i kerimelerle ifade ettiğimiz gibi Allah'a sığınma, O'na iltica etme, şeytanın azdırması ve saptırmasına karşı en önemli bir sığınak ve dinamiktir. Bu dinamiğin behemehâl kullanılması şarttır. Rabbim, bizlere, "Kulun Allah'a en yakın olduğu hâl, secde hâlidir." sırrını temsille, başımızı yere koyup, "Allahım, Senden Sana sığınır, yani Celâl ve Ceberutiyetinden, Rahmet ve Rahmâniyetine sığınırım, şeytandan da Sana sığınırım." dedirtsin ve bizi muhafaza buyursun.

b. Tembelliği Terk Etme

Şeytan daha ziyade âtıl ve tembel insanlara hücum eder. Hiçbir iş yapmayan, miskin miskin oturan ve hele din adına hiç de aktif olmayan kimselerle meşgul olur. Öyleyse biz de, bu noktadan hareketle, şeytandan korunma hususunda atalet mevzuu veya aktif olma mevzuu üzerinde durmak istiyoruz. Yani madem şeytan daha ziyade ataletimizden istifade ediyor. Boş durduğumuz zamanlarda içimize uygun olmayan kuruntular atıyor, fena şeyleri düşündürüyor, fena şeyleri okutturuyor, fena şeyleri yapmaya zorluyor. O zaman biz de, ister düşünceyle, ister fiille, onun parmak sokacağı ve kurcalayacağı noktaları doldurmak, duygu ve düşüncemiz itibarıyla Rabbimiz'e ait şeylerle dolup taşmalıyız.. dahası âyât-ı tekvîniyeyi sık sık mütalâa edip râbıta-i mevtle iki büklüm olmaya çalışmalı ve Rabbimiz'in dinini çevremize anlatmak suretiyle her zaman dopdolu olmalıyız ki, şeytan içimize girip imanımızı sarsmasın ve vesvese veremesin.

Kaldı ki, biz evrâd u ezkârla münasebet içinde bulunur veya O'nun dinine hizmetle ömrümüzü dolu dolu geçirirsek, bunların hürmetine Rabbim de bizi, şeytanlara terk etmeyecek ve bu kudsî meşgaleler sayesinde –inşâallah– sahil-i selâmete çıkaracaktır.

c. Ahde Vefa

Ahde vefa da en azından diğerleri kadar bizi şeytanın iğ­vâ­sından koruyacak hususlardandır. Evet, siz vefa gösterip Allah'ın dinine omuz verirseniz, Allah da sizi şeytanla baş başa bırakıp çürümeye terk etmez. Zaten O da "Ahdinize vefalı davranın, Ben de ahdimi yerine getireyim." (Bakara sûresi, 2/40) demiyor mu?

Evet, siz bu düşünce ve inanç içinde bulunup, onu hayata taşıdığınız müddetçe, şeytanın tasallutu karşısında Allah, bir âyetini hatırlatacak, bir burhanını gösterecek, gözünüzden perdeyi kaldıracak ve mutlaka sizi koruyacaktır. Sahabede, asfiyâda, evliyâda bunun yüzlerce misali vardır ve bu misaller göstermektedir ki, onların başları döndüğü, bakışları bulandığı anlarda, Rablerinin burhanı karşılarına çıkmış ve onları hemen istikamete yönlendirmiştir. Kim bilir, belki de sizler, bizler ve hepimiz iradelerimizi kötüye kullanmada ısrar etmediğimiz sürece hep Rabbimiz'in bu türlü nimetlerine mazhar olarak düşmekten, sürçmekten kurtulmuşuzdur.

"Siz, Allah'ın dinine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder." (Muhammed sûresi, 47/7) âyetinin mucibince, O'na vefa ve sadakat içinde olanlar, O'ndan vefa ve inayet görmüş.. sınırlı iradelerini O'nun yolunda kullananlar, O'nun sınırsız nimetleriyle serfiraz olmuşlardır. O hâlde bu kutlu davanın kutlu neferleri olarak bizler, neticede bizi Cennet'e, Cemalullah'a götürecek bu yolda ahde vefadan bir an bile dûr olmadan sürekli çalışmalıyız. Allah'ın her yerde ve her zaman hâzır ve nâzır olduğu hakikatine inanarak o Rakîb ve Müheymin'in müşâhedesi altında olduğumuzu bir an olsun hatırdan çıkarmamalı, davranışlarımıza ona göre çeki düzen vermeli ve iç âlemimizi her zaman zapturapt altına almalıyız.

d. Yalnız Kalmama

Yalnız kalmama, şeytanın idlâl ve ifsadına karşı çok önem­li bir silahtır ve bu silahın behemehâl her zaman kullanılmaya hazır olması gerekir. Bu ise Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurduğu gibi, en az üç kişilik bir arkadaş grubuyla gerçekleşebilir. Yani çarşıda, pazarda, evde, bizim gibi duyan, hisseden ve inanan arkadaşlarla bir arada bulunma ve bu suretle şeytana mel'abe (oyuncak) olmaktan kurtulma...

Evet, her kötü düşünce içimize atılmış bir tohum gibidir. Bu tohum zamanla mevcudiyetini hissettirir ve rüşeym hâlinde kendini gösterir. Eğer bu kötü düşünce henüz filiz iken kesilip atılırsa ne güzel! Aksi takdirde o, boy atar, gelişir; gelişir ve geliştiği bünyeye rağmen onu yer bitirir. İşte bunun için şeytanın küçük tohumlar hâlinde ruhumuza saçtığı şeylerin daha baştan kökünün kazınması şarttır. Yoksa zamanla bunlar, altından kalkılamayacak, muvazene, muhakememizi hatta hayal hanemizi bile istiab edecek hâle gelebilir. Böyle bir duruma geldikten sonra kurtulmak ise çok zordur.

Onun için bu tür kötü düşüncelerin bünyemizde kök salmaması, sonra da dönüp bizi teslim almaması için sair hususların yanında, yalnız kalmama meselesinin de iyi işletilmesi gerekmektedir. Evet, şu içtimaî dağdağalar içinde ötelerle alâkası zayıf, Allah ile irtibatı istenen seviyede olmayan bizlerin çok kere iradesi ve kalbî hayatı, ruhî canlılığı bizi korumaya yetmeyebilir.

Bu arada etrafımızda çehresi hakikat gamzeden, iradesinde Allah iradesi çağlayan öyle arkadaşlarımız vardır ki, onların yanına gittiğimiz ve onlarla aynı atmosferi paylaştığımız zaman, tıpkı bir veli ile diz dize gelmiş gibi kuvvet kazanabiliriz. Onların sözleri, sohbetleri, âdeta içimizde buz bağlamaya başlamış kötü duygu ve düşünceleri eritebilir. Bazen de biz bu konumda bulunur, onlar gelip bizden, yukarıda arz ettiğim ölçülerle istifade edebilirler.

Evet, Allah (celle celâluhu), insanı topluluk içinde yaşayabilecek şekilde yaratmıştır. İnsan, maddî-mânevî bütün ihtiyaçlarıyla hayatiyetini ancak hemcinslerinden müteşekkil böyle bir toplum içinde görerek sürdürebilir. Öyleyse bize düşen de böyle bir topluluktan ve o topluluk içerisinde iyi, güzel ve hayırhah arkadaşlardan uzak düşmemektir.

e. Vaaz u Nasihat Dinlemek

İnsan, yüreği hoplamaya, gözü yaşarmaya, iç âleminde kendini her gün birkaç defa yenilemeye muhtaç bir varlıktır. Kur'ân, Rabbisiyle münasebete geçip ağlamaktan kendini yerlere atanları tebcil ve takdirlerle anlatır. İşte vaaz u nasihatler bazı ahvalde bizi bu ufka ulaştırabilir. Fakat ne yazık ki, umumî planda bizler bu türlü vaiz, nâsih ve hayırhahları dinlemekten mahrum tali'siz bir cemaatiz. Keşke yüreklerimizi hoplatacak, bizi aşk u şevke getirecek yüzlerce, binlerce vaizlerimiz olsaydı!..

Evet, keşke Fahreddin Râzî gibi kürsüye çıktığında ağlamaktan sözleri boğazında düğümlenip kalan ve ne dediği anlaşılmayan yüzlerce, binlerce vaizimiz olsaydı!.. Olsaydı da hiçbir şey anlamasak bile sadece onları seyretmekle gerekli dersleri alsaydık. Keşke sahabe, tâbiûn, tebe-i tâbiîn hazerâtının hayatlarını gerçek veçheleriyle bizlere anlatan ve kitap sayfaları arasında kalan o malumatları, ruhundan ruh katarak intikal ettirecek yüzlerce, binlerce nâsihimiz olsaydı da, bizler de onları dinleyip, "Yahu onlar da insan, biz de!" deyip insanlığımızdan hicap duyar hâle gelseydik.. hayatımızı, yaşayışımızı sorgulamak ihtiyacını hissetseydik.. ve kendimize çeki düzen verseydik.

İhtimal o zaman kalblerimiz yumuşayacak, içimizi yer yer karartan paslar izale olacak ve ruhumuza akseden ilâhî tecellîler bütün aydınlığıyla bizi saracak, biz de bu sayede şeytanın her türlü vesvese ve desiselerinden uzak kalacaktık.

O hâlde ne olur, lütfen "Ben bunu biliyordum bir daha okumayacağım, ben bunu dinlemiştim, bir daha dinlememe gerek yok!" demeyin! Yeme içme ihtiyaçlarımızın olması ve bunların tekerrür etmesi gibi, mânevî hayatımız, kalb, ruh, vicdan vesair duygularımızın da ihtiyacı olduğunu ve bu ihtiyaçların da tekerrür ettiği hakikatine binaen kendinizi mutlaka bir üstadın kucağına atın ve ona sığının! Onun, bütün fenalıkları eriten, şeytanın içimize girmesine izin vermeyen o Hak dostunun atmosferine girin ve daima kendinizi yenileyin!

8. Şeytanın şerrinden korunmak için hangi dualar okunmalı?

Bir fasıl önce Allah'a sığınmakla başlayıp, yalnız kalmama ve vaaz ü nasihat dinlemekle bitirdiğimiz hususları, bu konuda yapılacak fiilî dualar olarak nitelendirecek olursak, bunların yanında bir de kavlî dualar vardır ki, bu ikisi bir vahidin iki yüzü gibidir. Birini yapıp diğerini ihmal veya terk etmek, neticeye ulaşılmasını engelleyebilir.

Onun için kavlî dualar da her zaman ve zeminde yapılmalı ve ihmal edilmemelidir.

Kavlî dua denince tabiî olarak Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu konuda söylediği dualar akla gelmektedir. Efendimiz'den (sallallâhu aleyhi ve sellem), şeytandan Allah'a sığınma adına, çeşitli vesilelerle şeref-sudûr olmuş birçok dua vardır, yemekte, tuvalete girerken, ailesiyle münasebet esnasında vs. Bunların hepsini teker teker ele alıp anlatma bu sohbetin çerçevesini aşar. Onun için Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) şeytandan korkulduğunda söylenmesi için talim buyurduğu duayı örnek olarak zikredip sair şeyler için bu konuda yazılmış duaların derlendiği dua mecmualarına veya müstakil kitaplara müracaat etmenizi tavsiye ederim.

Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) şeytandan korkulduğunda şu duayı talim ederek bize tahassun yolunu göstermektedir:

أَعُوذُ بِكَلِمَاتِ اللّٰهِ التَّامَّاتِ الَّتِي لاَ يُجَاوِزُهُنَّ بَرٌّ وَلاَ فَاجِرٌ مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ وَبَرَأَ وَذَرَأَ وَمِنْ شَرِّ مَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَاءِ وَمِنْ شَرِّ مَا يَعْرُجُ فِيهَا وَمِنْ شَرِّ مَا ذَرَأَ فِي اْلأَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمِنْ شَرِّ فِتَنِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمِنْ شَرِّ كُلِّ طَارِقٍ إِلاَّ طَارِقًا يَطْرُقُ بِخَيْرٍ يَا رَحْمٰنُ

"Yâ Rahmân! Allah'ın yarattığı, zürriyet hâlinde her tarafa saçtığı ve kusursuz meydana getirdiği şeylerin şerrinden, gökten inen ve oraya yükselen şeylerin şerrinden, Allah'ın yerde yarattığı ve yerden çıkan şeylerin şerrinden, gece ve gündüzün fitnelerinden, ―hayırla gelenler müstesna― meydana gelen hâdiselerin şerrinden, ne bir iyinin ne de bir kötünün kendilerini aşamayacağı, Allah'ın tastamam kelimelerine ve vech-i kerîmine sığınırım."

Can evinden vurulan, mescidinin, minberinin, mihrabının yolunu unutan, küfür ve dalâlet vadilerinde bocalayıp duran ve bocaladıkça batan 20. asrın perişan, derbeder ve bir o kadar da ellerinden tutulmaya muhtaç nesillerine Rabbim inayet buyursun! Onları insî, cinnî şeytanların ve onların avenelerinin şerrinden muhafaza buyursun!.. Âmin...

[1] Mektubat, On İkinci Mektub, İkinci Sual; Lem'alar, On Üçüncü Lem'a.
Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.