Efendimiz'i Ziyaret
Peygamber Efendimiz'i (sav) kalben ve mânen ziyaret ne demektir? Bunun gereği ve riayet edilecek esaslar adına neler söyleyebilirsiniz?
Allah Resûlü'nü (sav) kalben ve manen ziyaret edebilme, dînî duygu ve düşüncelerin canlı kalmasıyla mümkündür; aynı zamanda duygu ve düşüncelerin canlı kalması adına da çok önemli bir esastır. Öyle inanıyorum ki, Nebiler Sultanı, O'nu Hakk'ı mülâhaza adına bir kıblenümâ gibi tezekkür ve tefekkür eden her şahsın iç dünyasında, sezildik-sezilmedik insiyâklara vesile olmaktadır. Evet, O âdeta bir güneştir; bizim büyük bilip, büyük tanıyıp huzurlarında ışık aradığımız abdâllar, üçler, yediler, kırklar, kutuplar, gavslar hep O'nun gölgesi altında varlıklarını sürdürmektedirler.. ve onlar, O'nunla irtibatları sayesinde bu makamlara ulaşabilmişlerdir. Hâsılı, o Nebiler Sultanı'nı tefekkür, tezekkür bizlere -hissetsek de, hissetmesek de- çok şeyler çağrıştırır ve o konudaki her tedâi de bizlere yeni ufuklar açar.
Ashab-ı Kiram Efendilerimiz, O'nun huzur-u seniyyelerinde bulunabilmek için her türlü zorluk, sıkıntı ve meşakkate göğüs gerer ve bu huzuru maddî-mânevî her şeye tercih ederlerdi. Öyle ki, O'nun huzurunda iken, evlâd ü iyal, çoluk-çocuk, mal-mülk hiçbir şey düşünmezlerdi ve O'na öylesine bir bağlılık gösterirlerdi ki, farz-ı muhal, Allah Resûlü Gidin dünyanın dört bir yanına dağılın.' deseydi, hiç tereddüt etmeden bu emri yerine getirmeye çalışırlardı. İşte o huzur ve huzurdaki insibağ, sahabe dediğimiz o toplumu böyle aşkın hâle getiriyordu. Hatta zaman zaman bu düşünceyi ve bu huzuru ihlal eden duygular içlerini buğulandırınca onlar buna münafıklık diyorlardı. İşte Hanzala b. Rebî', o Müslümanlığı derince duyan sahabilerden biriydi. Huzur-u risaletpenâhiden ayrıldıktan sonra, oradaki duygu ve düşüncelerini muhafaza edememesi veya dünya işleri ile meşgul olurken uhrevilîği derince duyamama onu tedirgin ediyordu. İşte bu büyük sahabi bu tedirginliğinden ya da düşünce ve duygulardaki bazı farklılaşmalardan ötürü, 'acaba ben bir münafık mıyım?' endişesiyle soluğu Hz. Ebû Bekir'in yanında alıyor ve Hz. Ebû Bekir'e dert yanıyor. Dostunun derdini dinleyen Hz. Sıddık, kendi durumunun da buna benzediğini ifade ediyor.. ve iki Sahabi birlikte, hallerini beyan etmek üzere Allah Resûlü'ne gidiyorlar. Nebiler Serveri, Hanzala'nın: ' نَافَقَ حَنْظَلَةُ- Hanzala münafık oldu.' beyanıyla başlayan halini dinledikten sonra şöyle buyuruyor: 'Eğer benim huzurumda bulunduğunuz zamanki ruh hâletini dışarıda da muhafaza edebilseydiniz, melekler sokaklarda sizinle musafaha ederdi.' ve ardından 'Bazen öyle, bazen böyle Ey Hanzala!' diyerek duruma açıklık getiriyor. Bu ifadelerden, Hanzala'nın halinde yadırganacak bir tarafın olmadığı anlaşılıyor. Beşer, beşerî özelliklerinin gereği, hep aynı çizgide olamayacak; bazen lâhut âleminin derinliklerine yelken açacak, bazen de nâsut âleminin dikenli yollarında dolaşıp duracaktır.
Onlar öyleydi; şimdilere gelince, Allah Resûlü ile aynı zaman ve mekân dilimi içinde bulunmayan bizler, bu büyük açığı, kalben ve mânen, tedâiler, tasavvurlar belki de, basiretle müşahedeler vasıtasıyla Nebiler Sultanı'nı ziyaret ederek kapamaya çalışmalıyız. Ne var ki, öncelikle böyle bir açığın açık olarak hissedilmesi ve kabullenilmesi gerekir. Bunu, kendi ruhunda bir eksik olarak hissetmeyen kişilere diyeceğimiz olamaz. Onlar namaz kılmalarına, oruç tutmalarına rağmen, hayatlarını tekdüze sürdürürler, hep sığdırlar. Hissedenlere gelince, onlar da şöyle derler: 'Gül devrini bilseydim O'nun bülbülü olurdum. Yâ Rab beni evvel getireydin ne olurdu?' (M. Akif)
Evet, Hz. Enes b. Malik, Câbir b. Abdullah gibi Risalet Güneşi (sav) ile aynı dönemi paylaşmış insanlar, O'nun ahirete irtihalinden sonra, Allah Resûlü'nü daima tezekkür ve tahattur ediyor; zaman zaman rüyalarında O'nu görerek bu açığı kapıyor, zaman zaman da hatıraların tül pembe ikliminde hep O'nunla oluyorlardı. Öyle zannediyorum ki günümüzde de böyle davranan, O'nun aşk ve iştiyakıyla yanan nice gönüller vardır ki, hiç olmazsa rüyalarında risalet âleminin kamer-i müniriyle hep oturup kalkıyorlardır...
Şahsî kanaatime göre, O'nu tahattur ve tezekkürümüzde -ki buna başta kalben ve mânen ziyaret dedik- 'Allah Resûlü (sav) insanlık gemisinin kaptanıdır... Sa'dî'nin bir beytinde ifade ettiği gibi, 'Hz. Muhammed (sav) gibi bir kaptana sahip olan gemi yolcuları için gam da, keder de yoktur.' İsterse dalgalar o gemiyi yutacak kadar azgın olsun... Evet bizim kaptanımız O'dur... O'na bağlılıktan öte bir sermayemiz yoktur... Ahiretteki kurtuluşumuz da O'nun şefaat-i uzmâsı sayesinde olacaktır...' gibi esaslar düşünülebilir. Bunlar insana onun Sünnet-i Seniyyesini ve siyer-i sâmiyelerini hatırlatır; hatırlatır ve insanı vicdanî muhasebe ve murakabeye sevk eder. 'Biz neredeyiz, O ve O'nun emirleri nerede?' sualini sormaya vesile olur. Hâsılı, Hz. Muhammed (sav) risalet güneşidir. O'nsuz bir hayata, hayat demek mümkün değildir. Sahabe-i Kiram'ın vicâhî münasebetle kazandığı şeyleri, bizler kalbî ve ruhî irtibatla kazanmak konumundayız. Bu irtibat da, O'na olan bağlılık ufkunun neresinde olduğumuz düşünülmek ve -tabir câizse- kendimizi O'nun huzurunda hissetmekle mümkün olacaktır.
- tarihinde hazırlandı.