İman ve İslam Ötesi Bir Mazhariyet

İman ve Kur'an hizmetini, aslî muhtevasına uygun şekilde nasıl idrak edebiliriz?

Biz, iman ve Kur'ân yolunda cehd ü gayret göstererek çalışmanın her türlüsüne hizmet' diyoruz. Nasıl ki ihsan, iman ve İslâm ötesi bir mazhariyettir; hizmet etmek de iman ve İslâm ötesi bir mazhariyettir.

İhsan, iman ve İslâm esaslarının da ötesinde inanmanın daha derince bir buududur. Onu Efendimiz (s.a.s.), 'İhsan senin Allah'a, Allah'ı görür gibi kulluk yapmandır. Sen O'nu görmesen dahi O seni görüyor ya!' ifadeleriyle çerçevelendirmektedir. Yani ihsan, ferdin Allah'ın onu görmesi, bilmesi, kabza-yı tasarrufunda tutması şuuru içinde, Allah'a kulluk yapmasıdır. Gerçi dar mânâsıyla ihsan, başkalarına iyilik yapmaya da denir ki, bunu ihsanın örf-i şer'ideki anlamıyla te'lif ederek, en büyük ihsanın insanın kendisine olan ihsanı olarak kabul edebiliriz. İnsanın kendisine olan ihsanının en büyüğü de, iman ve İslâm üstü daha derin bir buudda, Allah'a kullukta bulunmasıdır diyebiliriz.

İşte nasıl ki ihsan, iman ve İslâm'a göre bir ötedir, öyle de dine ve imana hizmet etme şuur ve düşüncesi dahi ihsan gibi bir derinliktir. Evet, inanan, fakat bu şuur ve düşünceden mahrum olan, yani İslâmiyet'i yaşıyor gibi görünen çok insan vardır ki, başkalarına karşı bir kısım mes'uliyetler, mükellefiyetler taşıdığının şuurunda değildir. Dolayısıyla böyle biri, İslâmiyet adına önemli bir derinlikten mahrum sayılır.

Bir diğer derinlik de hizmetin şuurunda olarak hizmet etmektir. İnsan tam inandıktan sonra amel ede ede, amelini, hayatına mal etmesi diyanetin insan tabiatıyla bütünleşmesi adına çok önemlidir ki, böyle bir şuur ve idraka Merhum Hamdi Yazır tefsirinde: 'İslâmiyet, insanda ikinci bir fıtratın hasıl olma keyfiyetidir' demektedir. Yani insan, anasından doğarken hiçbir şey değildir ama, her şey olmaya müsaittir. Kim ve hangi düşünce en evvel ona elini uzatır ve kim onu hangi kalıba sokarsa insan da o kalıba göre şekillenir. Onun için Muhbir-i Sâdık, 'Doğan her çocuk İslâm fıtratı üzerine doğar. Daha sonra annesi-babası ya onu Yahudileştirir, ya Nasranileştirir ya da Mecusîleştirir.' buyurmaktadır. Demek ki, her insan evvela tek bir fıtrat üzere doğuyor. Daha sonra ortaya çıkan Yahudileşme, Nasranileşme, Mecusileşme veya İslâmlaşma onun ikinci fıtratı oluyor. Bu ikinci fıtrat, sadece inanmakla gerçekleşmez. Aksine insan, imanla, ilk adımını atar, daha sonra da amelle imanını pekiştirir ve onu fıtratının ayrı bir buudu haline getirir. Öyleyse inanma, ikinci tabiat ve fıtrat kazanma adına çok önemli adım ve bir hamledir.

Sözü, şöyle bir noktaya getirmek istiyorum; bir kimsenin, inandıktan sonra üveyk gibi kanatlanarak belli bir noktaya ulaşması, ancak yapılan amellerle mümkündür. Bu zorlu yolda elbette ki şeytanlar, bir yığın vesvese ve bir yığın tuzak kuracaklardır; ama kendisini Hak ve hakikate kilitlemiş olan kutlular hep: 'Hakikati o kadar ayan-beyan görüyorum ki, senin vesvesene rüyamda bile yer vermem mümkün değildir.' duygu ve düşüncesi içinde olmalıdırlar. Bu duygu ve düşünce insanda, zamanla serpilir gelişir. Fıtratı, bunu kırk saatte almaya müsait olanlar kırk saatte, kırk günde almaya müsait olanlar da kırk günde, kırk senede almaya müsait olanlar ise kırk senede alacaklardır.

Hâsılı, üzerimize tevdi edilen vazifeleri en güzel şekilde ifa ederek Allah'a karşı ahdimizi yerine getirirsek, Cenâb-ı Hak da bize olan ahdini yerine getirecektir. Böylece vicdanlar bir tomurcuk gibi her gün biraz daha açılıp inkişaf edecek, biz de asıl hedefimiz olan rızâ-yı İlahîye ermiş olacağız.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.