Alternatif Biyolojiye Doğru

Bu kitap, şimdilerde biraz da zor anlaşılıp, hatta bazılarınca yadırgansa da, hep iyi bir zamanlama ile tam vaktinde yayınlanma mazhariyetiyle tanınacak ve arkadan gelen nesiller için de, sahasında ilk alternatif kitaplardan biri olarak yad edilecektir. Bugün hemen her şeyde olduğu gibi, varlığın yeniden yorumlanmasında ve bugüne kadar devam edegelen düşünce sistemlerinde çok ciddi değişimler yaşanmakta. Artık, dünyanın her yerinde cereyan eden hadiseler -biraz ka küreselleşme ile gelen bir vak'a olarak- millî, dinî ve mahallî anlayış prizmalarından geçirilerek çağın araştırmacılarına, düne nisbetle çok çok farklı şeyler fısıldamakta.. yakın tarihe kadar sabit gibi gördüğümüz düşünce platformu şimdilerde kaya kaya bir yerlere gidiyor. Sıkışmış, büzüşmüş ve adeta bir köy haline gelmiş böyle bir dünyada iç içe cereyan eden olaylardan etkilenmemek mümkün değil. Topyekün, Avrupa, Amerika ve Asya'yı da tesiri altına alan ilmî ve fikrî akımların bizi de etkileyip ruh halimizi belli ölçüde de olsa değiştirmesi ve bakış zaviyemize tesir etmesi kaçınılmazdı. Daha şimdiden, fırtına ve yağmuru zuhurundan çok önce sezen hassas ruhlar gibi, yakın gelecekte çok farklı esintilerin olacağını hissediyor ve düşünce hayatımızda belirli belirsiz bir esrarengizlikle gelişen çok farklı bir noktaya sürüklendiğimizi görür gibi oluyoruz.

Bu kitap; topyekün bu kabil mülahazaların ürünüdür.. ve o, katiyen her şeyi oldu-bittiye getiren dayatmacı bir zihniyete karşı reaksiyon olarak da doğmamıştır. Aksine bu kitap, ilim realitesine ve tecrübe gerçeğine saygının mahsulüdür. Cansız madde bilimin çok hızlı gelişmesi, o ölçüde hayat hakkındaki bilgilerimizin yetersiz kalışı yüzünden mekanik, fizik ve kimyanın; biyoloji (fizyoloji ve anatomi gibi birçok dallarıyla), tabii psikoloji ve sosyolojiden daha süratli gelişmesini netice vermiştir. Bu açıdan da modern dünya, ruh ve beden münasebetlerini nazara almadan, yeni buluş ve tesbitler, rastlantılar arasındaki cereyan ve ideolojilerin fantezisine göre oluşmuştur. Bu itibarla da biz hemen hepimiz, çok havâî bir sükse ile düşünce sistemleri alabora olmuş fikirzedeler sayılabiliriz.. varlığın perde arkasını perde önüyle beraber mütalaa edememiş, dolayısıyla da bu muhteşem kainat kitabının varidatına karşı büyük ölçüde kapalı kalmış fikirzedeler.

İlmin hududu, müşahede edilebilen, duyulan, yorumlanan her türlü fenomene kadar uzayabilir. Ne var ki ilim, iddialar üzerine değil, iyi geliştirilmiş, kurallar ve objektif prensipler üzerine kurulmalıdır. Bunun için de filozofik sistemlerden vazgeçilip kendi çerçevesi içinde ilmî kavramlara, ilmin ruhuna ve ilmî verilere yönelmelidir. Zannediyorum meselenin bu şekilde kavranması ve ele alınması sayesinde modern dünyanın kurtarılmasının yanında, modern insana da, başarıya giden yollar açılmış olacaktır. Rus ihtilalcileri, yeni bir ilim sistemi ve yeni bir medeniyet mülahazasıyla ortaya çıktılar.. ne acıdır ki, onca gayretlerine rağmen ciddi hiçbir şey yapamadılar; zira varlık, hayat ve insan ilmini kavramadan, bir kısım materyalist düşünürlerin eksik, gayr-i tabii ve tam sistemleştirilememiş nazariyelerine güvenmiş ve yanılmışlardı.

Varlık, hayat, canlıların hususi âlemi ve hususiyetle de bunlar arasında insanın değişik ilimlere esas teşkil edecek pek çok farklı yanları vardır. Mevzuu sadece insan olarak ele aldığımızda, karşımıza, morfoloji, fizyoloji, psikoloji, sosyoloji, tıp, pedagoji ve daha bir sürü ilim çıkar. Bunlardan her biri ayrı ayrı ihtisas mevzularıdır ve her bir konunun farklı uzmanları vardır. Ne var ki, topyekün kainatın, canlıların hatta insanın uzmanı yoktur. Dolayısıyla da bu hususi ilimlerle, varlık ve insanla gelen problemleri çözmek mümkün değildir.. ve tabii bu ilimler hakkında nihâî bir şey söylemek de. Bunlardan sadece insanı ve beşeriyet teknolojisini meydana getirebilmek için her şeyi kavrayıcı bilgiler üretecek, umumi düşünce yekpâre sentezler ortaya koyabilecek kolektif şuura ve çağı bütün vâridâtıyla kucaklayabilecek tam tekmil merkezlere ihtiyaç vardır. Zannediyorum önümüzdeki yıllarda bu konuyla alakalı dünya kadar kitap yazılacak.. dünya kadar alternatif düşünce serdedilecek ve dünya kadar ilim merkezi devreye girerek bu bakış zaviyesini besleyecektir. İşte o zaman bir kısım talihli ilim ve düşünce insanları da, varlığın serencamesini yeniden yazacak.. her şeyi, hususiyle de canlıları ve bu arada insanı yeniden bir kere daha keşfedecek.. ve insanın enginliklerindeki gerçekleri ortaya çıkararak, ilimlere esas teşkil eden konular hakkında daha net şeyler söyleyebileceklerdir.

Bu kitabın yazarları, ne varlığı hallaç etmiş insanüstü düşünür, ne de filozof oldukları iddiasında değiller; bunlar ömürlerinin büyük bir kısmını canlı varlıkları yakından görüp tanıyabilmek için laboratuarlarda, dağda bayırda ve insanlar arasında çalışmakla geçirmiş ilim adamlarıdır.

Bu kitapta, bilinenle bilinebilecek olan birbirinden ayrılmış; anlatılıp ortaya konan şeyler, ya bir müşahede ürünü veya başkalarının tecrübe ve referanslarına göre ele alınmış ve daha başka alternatif düşüncelerin de olabileceği mülahazasıyla örgülenmiştir. Yazarlarımıza bu geniş imkanlardan yararlanma fırsatını veren çağın modern teknolojisi sayesinde, şimdiye kadar yazılıp-çizilmedik çok enfes şeyler söylenmiş ve çok enteresan tespitler ortaya konmuştur. Hatta normal olarak her biri, bir âlimin ömrünü tüketebilecek kadar çok çeşitli konular üzerinde durulabilmiştir.

Evet, artık bugün, modern laboratuarlarda, canlıların tetkik ve tanınmasına hem de şimdiye kadar erişilmemiş bir şekilde girildiğini söyleyebiliriz. Madde, molekül ve hücre büyük ölçüde hemen her yanıyla bilinir-görünür hale gelmiş.. sıvıların ve vücut hücrelerinin yapısına giren en küçük parçaların şekil ve mimarisi x ışınları sayesinde gözler önüne serilmiş.. ve yine bir kısım modern laboratuar ve araştırma merkezlerinde, maddî teşekküllerden daha yüksek seviyede, protein cevherinin kocaman diyebileceğimiz parçacıkları ve bunları birbirinden ayırıp inşa eden enzimlerin tesir ve fonksiyonu belli ölçüde anlaşılır hale gelmiş.. hücreler ve bunların teşkil ettikleri kolonilerin iç vasatla olan münasebetlerinin kanunları, kan-safra gibi sıvılar ve bunların kozmik çevre ile olan münasebetleri, kimyevî cevherlerin vücut ve şuurla alakaları nisbî dahi olsa vuzuha kavuşmuş sayılır.

Müellliflerimiz, bu kitabın te'lifinde, fizikten-metafiziğe her şeyi çok iyi değerlendirmiş; maddeyi kendi çerçevesi içinde ele almış, canlı varlıkların çeşitli vasıf ve hususiyetlerini vücut ve şuurun komplikeliğini tespit edebilmek için yer yer mütehassıs âlimlerin araştırma ve düşüncelerine başvurmuş ve onların tecrübelerinden yararlanmayı da ihmal etmemişlerdir. Bununla beraber, hiçbir zaman bütün varlığı, hatta sadece canlıları tam olarak kucaklayan bir eser ortaya koydukları iddiasına da kapılmamışlardır. Aslında böyle bir eser ne kadar da özetlenerek anlatılsa yine mücelletler ister. Bu eserlerle yazarlarımız konuyla alakalı oldukça büyük bir kesimin anlayabileceği alternatif bir yaklaşım ve yeni bir sentez ortaya koymak istemişlerdir.. gelecekteki yeni mütalaalara da esas teşkil edebilecek bir sentez.

Biz, buraya kadar olan mütalaalarımız ve bundan sonraki düşüncelerimizle bu kitabın içindekileri tam intikal ettirmesek de, onu baştan sona dikkatli okuyanların pek çok alternatif düşünceyle karşılaşacakları muhakkaktır.

Türkiye'de, bilhassa Tanzimat'tan bu yana, her alanda olduğu gibi, ilim mahfillerinde ve ilim yuvalarında da ciddi bir yozlaşmanın yaşandığında şüphe yok. Araştırma, tetkik ve aydınlatma yerine kör bir taklitçilğin, ucuz bir şablonculuğun ilmî düşüncenin yerini aldığı bu dönem, gelecek nesillerce hep teessüfle anılacaktır. Zira bu dönemde varlık adeta bir kaos gibi gösterilmiş.. eşya tesadüf rüzgarlarıyla sağa-sola savrulan çer-çöp gibi kabul edilmiş.. canlılar "naturel seleksiyon"un insafsız dişleri arasında çiğnen birer basit lokma ve insan da bu ölüm arenasının tribünlerine yerleştirilmiş bir talihsiz müşahit durumuna düşürülmüştür.. bütün bu olup bitenleri görme, duyma ve yaşamaya mahkum edilmiş talihsiz bir müşahit... Oysa ki değişik bir zaviyeden bakıldığında, varlık her parçasıyla bir yardımlaşma ve dayanışma, her yönüyle bir nizam ve ahenk olarak tüllendiği de bir gerçek.. "her şey belirli bir hedef ve gayeye göre planlanmış" ve her şey bir kitap ve bir meşher mükemmeliyeti içinde pırıl pırıl ve akıllara durgunluk verecek mahiyette.

Günümüzdeki bu yanlış bakış zaviyesini sorgulayacak ve bu çarpıklığın sebeplerini araştıracak durumda değiliz. Ne var ki, bazı şeyleri vurgulamada da yarar var: Bir kere belli bir dönem itibariyle laboratuarlarımız öylesine kısırlaştırıldı ve tek bir yörüngeye bağlandı ki, maalesef birçok araştırma merkezi ve laboratuar hemen her zaman "nasıl"ların arkasından sürüklenip giden ve dönüp "niçin"lere ve "neden"lere bakmayan bilimcilerin -bu tabiri bilerek "âlimler" yerinde kullanıyorum- ders ve laboratuarlarda "nasıl" sorusuna cevap arayan değil, "niçin", "neden", "kim" sorularını bir türlü düşündüremeyen eğitim sistemimizin yetiştirdiği nesillerden bugüne kadar,dünya çapında kaç mütefekkir ve ilim adamı yetiştirebildik? Evet kaç ilim adamı yetiştirebildik ki, Batı bilim adamlarının yanlışlarını ortaya koydu; mesela Darwinizm'in, eksik, yanlış ve çarpıtılmış yönlerini belirterek, onun da tıpkı diğer teoriler gibi tartışılabileceğini ifade etme cesaretini gösterdi.. ve insanın "eşref-i mahluk" olduğu mülahazasını yenileyebildi? Yenileyebildi de, mesela, insanın göz, beyin, burun, kulak; boşaltım, dolaşım, solunum ve sindirim sistemlerinin yanında duyma, görme, hissetme, varlıkla değişik şekilde münasebete geçme, hatta eşyanın perde arkasına yönelme gibi hususlar üzerinde durdu ve insanı gerçek çerçevesiyle yorumlayabildi..!

Oysaki, insan bünyesinden en küçük canlı yapılarına kadar her varlığın "organ şekillerinin belli bir gayeye ma'tuf inşâ edilişinin hikmetleri ve şekil ile fonksiyon arasındaki o incelerden ince münasebetler gösterilebilirdi. Arının bal yapması, örümceğin ağ örmesi, göçmen kuşların, yılan balıklarının şaşırmadan yollarını bulmaları gibi, materyalistlerin "içgüdü" sözcüğüyle geçiştirmeye çalıştıkları "sevk-i İlâhî" üzerinde durulabilirdi. Hatta canlılar ve kainat arasıdaki ekolojik dengeden söz ederken, hiçbir canlının başıboş ve abes yaratılmadığı, her şeyde ayrı bir hikmet ve güzellik buudunun bulunduğu, tabiatın her parçasıyla harika bir sanat eseri ve bir kanunlar mecmuası olduğu, onun hakiki Sahip ve Sanatkarına telmihlerde (işaret ve imalarda) bulunularak anlatılabilirdi... Ne gezer! İlmî gerçeklere kapalı ve bilmem hangi dönemde hangi saiklerle Hıristiyanlığa karşı, bilim esas alınıp "karakuşi" bir kararla tıpkı başkasını idam için hazırlanmış bir darağacında, asılacak kimsenin boyu sephadan uzun olduğu için, idamlığın yerine boyu sehpaya uygun bir başka meslektaşını getirip asmaları gibi; bu ülkede de, din kılığındaki bir kısım sistemlerin topyekün beşerî ihtiyaçları karşılayamayışı ve yetersizliği karşısında, garip, anlaşılmaz bir çarpıtmayla, o tutarsızlığa ve yetersizliğe Kur'an-ı Kerim mahkum edilmek istenmiştir. Oysa ki Kur'an'ın, ilimle de ilmî gelişmelerle de hiçbir zaman hiçbir problemi olmadığı gibi, İslam dini de, zuhur ettiği andan itibaren ilmin de, araştırmanın da hep hâmisi olmuştur. Bu konu, başlı başına ayrı bir araştırma mezvuu ve daha geniş bir perspektifle tahlili gerekli bir husus. Eskilerin ifadesiyle "vakt-i merhûnu" (muayyen bir zamanı) var deyip geçiyoruz.

Kitapta, biyoloji felsefesi oldukça zengin ve yüklüce veriliyor. Tekâmülcülerin dillerine pelesenk ettikleri "adaptasyon", "mutasyon" ve "tabii seleksiyon" gibi sözcükler üzerinde bilhassa duruluyor ve inhiraf noktaları ortaya konmaya çalışılıyor. İşin doğrusu, bu sözcükleri evrimcilerin anladığı gibi evrim mekanizmasının çarkları şeklinde görmeye "tam bir çarpıtma" demekten kendimizi alamıyoruz. Bunlar olsa olsa, kendi çerçeveleri içinde, her zaman belli ölçüde sebepleri icraatına perde yapan Kudreti Sonsuz'un bir telvînat (boyanma) potası olabilir.. "son yirmi yıl içinde biyokimya ve elektron mikroskobundaki gelişmeler, DNA ve hücrenin harika yapısına, tesadüflerin parmak karıştırmayacağını gösterdiği gibi, tekâmülcülerin önemli bir müracaat kaynağı sayılan fosillerin bir çoğunun da uydurma, müdahale edilmiş, rötuşlanmış ve hususi tanzim edilmiş bir kısım parçalardan ibaret olduğu anlaşılmıştır. Zaten son tespitlerle, binlerce mutasyon denemesinden bir tek yeni türün dahi meydana getirilememesi, evrimde, mutasyonların ne olup ne olmadıklarını göstermesi bakımından oldukça manidardır. Tabiî seleksiyon kavramına gelince; canlıların, nesillerini sürdürebilmeleri için Allah tarafından yaratılıp ve nesiller boyu kontrol edilen bir hadise olup, Rahmeti Sonsuz'un, tür içindeki belirli canlıları, hayatın değişen şartlarına karşı daha dayanıklı hale getirme yolunda sırlı bir icraatıdır. Adaptasyon ise; nesillerin devamı için, tür sınırları içinde kalarak, canlı bedeninde Allah'ın meydana getirdiği fâideli bir kısım değişikliklerdir ki, çevre şartlarına uyum açısından bir hayli önem arz eder."

Kitabın "Evrim Teorisinin Problemleri" isimli bölümü, adeta evrim teorisinin boşluklarını kritik etmeye tahsis edilmiş gibi. Bu bölümde, evrime ait hadiselerin eşsiz ve tekrarlanamayacağı, geriye dönüşün imkansızlığı, konuyla alakalı malzeme ve materyalin tecrübî ilimlerin sınırlarını aştığı vurgulanarak şöyle deniyor: "Evrime ait hadiseler eşsiz, tekrarlanamaz ve geriye dönüşümsüzdür. Yani bir kara omurgalısını balığa dönüştürmek imkansızdır. Zira, tersine dönüşüm ve değişme yoktur. Deneyci ilmî metodun, böyle eşşiz tarihî hadiselerin çalışmasına uyarlanabilirliği son derece sınırlıdır. Ayrıca bu tarihî hadiseleri kaplayan zaman aralıkları da insanlığın ömrünü aşacak mahiyettedir. Tabii, antievrimcilerin, evrimle alakalı tatmin edici ve tartışmasız kabul edilebilecek herhangi bir delil getirmeleri de. Bu itibarla da, evrim teorisini, bilimsel bir teori olarak kabul etmek imkansızdır; çünkü, bilime göre deneye ve teste tabi tutulmayan bir teori bilimsel sayılamaz."

Ne acıdır ki, bugünkü biyoloji, bu tür ispatlanamamış teoriler üzerine kurulmuş bir fantezi gibidir. Böyle olunca da ona ilmî demek oldukça zordur. Aslında onu bu haliyle, yaratılışa karşı geliştirilmiş bir inanç sistemi olarak kabul etmek zannediyorum daha yerinde olacak. "Mutasyon", "adaptasyon", "seleksiyon" demekle hiçbir mesele hallolmaz ve hiçbir yere varılamaz. Kaldı ki, acaba bütün zamanların, bütün mekanların ömrü, fazla değil, sadece bir türün meydana gelmesi için yeterli olacak mıdır? "Mutasyon"ların -onlara göre- tesadüfî ve şans eseri olarak oluştuğunu hesaba katacak olursak muhalfarz bir amipin insana dönüşmesi için kainatların ömrü bu işe kafi gelmeyecektir. Evrime inanan bir kısım matematikçiler tarafından yapılan hesaplara göre, 5 milyarlık dünya tarihinin bu işe yetmeyeceği, böyle bir oluşum için -yine muhalfarz- milyar kere milyar zamandan daha uzun bir süreye ihtiyaç duyulduğu merkezindedir.

Bu açıdan da denebilir ki, yaratılış hakikati bilime zıt olmasa da, bilim üstü olduğunu kabul etmekte zaruret var. Hele her şey, ilmî bir programı, seçen bir iradeyi ve yaratıp sonra da gözeten bir kudreti iktiza ediyorsa. William Paley'in de dediği gibi, fonksiyonel kompleksliğinden yola çıkarak bir değerlendirmeye gideceksek, karşımızda bulunan bu koskoca sistemlerin oluşması ve devamı için, mutlaka bir plan ve iradenin gerekliliğine inanma mecburiyetindeyiz. Nasıl kompleks bir fotoğraf makinesi bir mühendis ve ustayı gerektiriyor; öyle de bir fotoğraf makinesinden daha kompleks olan canlı sistemler de, maharet isteyen hususlarıyla bir Yaratıcı'nın varlığını iktiza eder. her şeyde plan delili, bir planlayıcıyı gösterdiğinden, bir şeyde plan varsa planlayıcı da var demektir.

Evrimcilerin, ortaya attıkları teorileri adına, ısrarla üzerinde durdukları soyağacı serencamesi de bir hayli karışık. Bir kere moleküler biyolojideki yeni keşifler evrim için yeni yeni açmazlar ve altından kalkılmaz problemler meydana getirmiştir ki, bu haliyle onu tam köşeye sıkışmış kabul edebiliriz. Zira, farklı molekül grupları esas alınarak yapılan "soyağaç"larında çok farklı neticeler ortaya çıkmış ve kimin kimden, neyin neden türediği içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Evet "çeşitli hayvan gruplarından, temel kabul ederek alacağımız farklı biyolojik molekül ünitelerine göre çok farklı soyağaçları çizebiliriz. Bu demektir ki, önce evrim kabul edilmiş, sonra da işe yarar hale getirilen bütün bilgiler bu temel üzerine dizilerek hayalî evrim ağacı çizilmiş..."

Kaldı ki, bugüne kadar, eskilerin "dâvâ bilâ delil" (delilsiz dava) dedikleri türden, koca koca iddialarla ortaya atılan malzeme ve nazariyeler, paleontoloji'nin vurduğu darbelerle, evrime delil gibi gösterilen fosillerin nasıl istismar edildiğini apaçık ortaya koymuş ve insaflı ilim adamlarına kaç defa "tuh be!" dedirtmiştir. Evet, şimdilerde bu açıkgöz evrimcilerin kendi hayallerinde, tarihin derinliklerine gömdükleri pek çok canlı, günümüzdeki türlerinin devamıyla, gömüldükleri yerlerden çıkarak çığlık çığlık bu sahteciliği lanetlemektedir. Başta, süngerler, örümcekler ve sölenterler olmak üzere hangi gruba bakılırsa bakılsın hepsi de adeta evrimcilere karşı haykırıyormuşçasına hiçbir zaman temelden değişmediklerini ilan etmektedir.

Hele yeni tespitler, hususiyle de son bilgilerin ışığı altında genetik, varlık dantelasının bir ibrişimi, eşya meşherinin tarifnamesi, kainat kitabının özel bir faslı ve Kudreti Sonsuz'un da açık bir beyanı olarak, tıpkı bir "fasl-ı hitap" gibi bütün çarpık düşüncelerin ağzına fermuar vuruyor, silik söz, silik fikirleri ayıklayıp atıyor ve evrimin karşısına aşılmaz tepeler gibi dikiliyor. "Rahmeti Sonsuz, genetik bilgiyi çift koyduğu gibi emniyet açısından çoğu aminoasitlerin kodunu da birden fazla yaratmıştır. Genetik tıpkı bir lisan gibidir; doğru okunarak tercüme edilip proteinler haline dönüştürülmedikçe, hiçbir işe yaramaz. Bu yüzden de, canlılık ve sağlılığın devamında gerekli genetik bilginin olması kadar, o bilginin, canlının hayatı boyunca, doğru şekilde, uygun zaman ve miktarda proteinlere dönüştürülmesi gerekmektedir. Acaba, her biri adeta bir cilt ansiklopedi durumunda olan kromozomlardaki genetik bilginin bir kısmının kullanılmasına izin veren ve diğerlerini engelleyen şey nedir? Araştırmalar neticesinde görülmüştür ki, burada birtakım proteinler, belirli bilgileri açıp okuma, belirli bilgileri de yasaklama ve kilitleme fonksiyonunu eda ediyorlar. Diğer bir ifadeyle, genetik bilgi bir seri protein molekülleriyle deşifre edilerek protein sentezinde kullanılmakta, sentezlenen proteinler de genetik bilginin ne zaman ve ne şekilde okunacağını belirlemekte. Şimdi, acaba bunlar, ilk emri kimden ve nereden alıyorlar? Kendilerinin üretimi için gerekli bilgiyi aldığı genetik programı daha sonra nasıl kontrol edebilir hale geliyorlar?"

Esrarengiz ayrı bir programla, emir ve kumandayı da rejenerasyon hadiselerinde görmek mümkün. Hayvanların, yaralanan, kopan veya hârap olan uzuvlarının, âdiyât perdesi altında, fakat olabildiğince hârikulâde bir yenilenme ve tamir sürecinin yaşanması oldukça hayret vericidir. "Kopan veya harap olan herhangi bir uzvun yerindeki hücreler, önceden gayet normal, farklılaşmamış vücut hücreleriydi. Acaba, nasıl oluyor da, mesela; ayak koptuktan sonra aynı hücrelere sanki bir yerden gizli emirler alıyormuşçasına kıkırdak, kemik, kas ve epitel hücreleri şeklinde farklılaşarak yeni bir ayak meydana getiriyor? Yoksa bu hürelerde ayağın bir planı mı var? Bir planı mı var ki, hücreler organizmanın bir ayağa ihtiyacı olduğunu o plana göre uyguluyorlar?" "Neden daha önce beşinci bir ayak için aynı sistem harekete geçmiyor da, vücudun ona ihtiyacı olduğu zaman böyle bir faaliyet söz konusu olabiliyor." Demek ki, onun ihtiyacını bilen ve o ihtiyacı gidermeye gücü yeten biri var.. biri var ki, yerinde, mevsiminde bu işleri görüyor...

Aslında, büyük-küçük her varlık öyle hassas bir mizah ve başdöndürücü bir denge ile mevcudiyetini devam ettiriyor ki, her şeyin beri yüzündeki hikmet, maslahat ve ahenk içindeki genel durumunu görüp de yaratıcıyı düşünmemek, hatta "Allah" dememek mümkün değildir. Bu konuda, şurada-burada bir şeyler aramayı bırakarak sadece kendi bünyemize bakmamız bile yetecek. Şöyle ki; "Vücudumuzun bütün faaliyetleri çok hassas ve birbirine bağlı hormon mekanizmalarıyla ayarlanmış ve ahenkle işleyen harika bir sistemdir. Bütün organ, doku ve hücreler, kendilerine düşen vazifeyi hiç aksatmadan, o Yüce Yaratıcı'nın belirlediği gaye ve emirleri dairesinde bir sebep-netice münasebeti içinde sürdürmektedir. Basit bir saat dahi sanatkarsız düşünülemeyeceğine göre, bir saatten milyonlarca defa daha kompleks insan vücudundaki hayatî faaliyetlerin zembereğini, çarklarını, en uygun şekilde" kurup-ayarlayan, faaliyet ve netice arasındaki münasebetleri görüp-gözeten birinin bulunmayacağını düşünmek, düşünmeye karşı en büyük saygısızlık olsa gerek.Hele canlılardaki hassasiyet, onların duyu organlarındaki mükemmeliyet ve her canlının kendine en uygun organ ve duygularla donatılması, her şeyin arkasında bir gizli plana, apaçık bir ilme ve her şeyi aşan bir kudrete verilmezse izah edilmeleri mümkün değildir.

Bu konuyu tenvir için sadece bir-iki hususa işaret edip geçelim: "Balık yemeğe uygun şekilde bir gaga ve ağızla teçhiz edilmiş olan pelikan kuşuna, suda yüzebilmesi için lüzumlu olan perdeli ayaklar takılmasaydı bu zavallı yaratık ne yapardı acaba!" Rica ederim, bu kuşcağız düşündü-taşındı ve kendi kendine bu gaga ve perdeli ayakları geliştirdi mi diyeceğiz? Midesini ve beslenme sistemini kendi kendine değiştirebileceğini mi söyleyeceğiz? Aman Allah'ım bu ne dayanaksız iddia! Yoksa, tabiat ve evrim mekanizmalarının, tesadüfen ona en uygun ayak şeklini kazandırdığını mı iddia edeceğiz? İstirham ederim, milyonlarca canlının ayrı ayrı beslenme, üreme, korunma, avlanma vs. davranışlarını bilerek ve şaşırmayarak, en uygun şekilde, mükemmel bir ölçü ve karakterde, tıpkı bir terzi gibi, onların deriden elbiselerini diken ve onları bu deri elbiselere en uygun yapılarla giydiren, donatan şuursuz madde veya maddî kanunlar mı diyeceğiz? Böyle bir iddia zannediyorum kargaları bile güldürür...

Bitkiler âlemi de o harikulade canlılığı, ahengi, sihri ve sebepler üstü keyfiyetiyle "nizam" diyor ve her şeyi kucaklayan bir gizli ilimden, bir sonsuz kudretten sırlı mesajlar sunuyor. En önemsiz, en değersiz gibi görünen nesnelerden yola çıkarak bir fikri seyahat gerçekleştirebilsek, kim bilir neler görür ve nelere şahit oluruz! "Çürümüş, maddeler üzerinde yaşayan ve bazı türleri itibariyle hayat kurtarıcı iksir vazifesini de gören küf mantarları, hisseden kalplere, düşünen kafalara; kainatta sanatla, iktisatla, hikmetle, ilimle icraatta bulunan bir Hakîm-i Mutlak'tan neler ve neler fısıldamakta!"

Bırakın, bunları, tozlaşmanın ve aerodinamik'in sırlı dünyasında küçük bir gezinti bile insanı hayretten hayrete sürükleyecek mahiyettedir. Bir çam kozalağının hikmet ve sanat lisanı tam dinlenebilse; bir polenlerin yumurta ile tozlaşmasının sırlı dünyasına girilebilse; bir rüzgarla bitkiler arasındaki esrarengiz diyalog sezilebilse, kim bilir gördüğümüz şu aynı alem içinde ne büyülü tablolarla karşılaşacak, ne sehhâr sesler duyacağız! "Yüce Yaratıcı, her bir bitki nevinin kozalaklarını farklı şekilde yaratmıştır. Farklı her bir kozalak şekli kendine has hava akımı desenleri üretmektedir. Böyle bir hava akımı sayesinde kendi nevinin polenleri daha iyi taşınıp, daha kolay bir şekilde yumurta ile temasa geçebilmektedir. Her bitkiye has hava akımı desenlerinin oluşmasında kozalağın çapı, uzunluğu, polenlerin sayısı, şekli her bir polenin eksenle yaptığı açı ve rüzgarın hızı birer birer tesirli olmaktadır. sebebi henüz keşfedilmemiş olan bir mekanizma ile her bir bitki nevi, havada kendi kozalaklarıyla kendi polenlerini filtre eder. Bu filitre hem uygun olan polenleri havada süzer, hem de yumurtaya zarar veren mantar sporlarının da yumurtaya ulaşmasına engel olur."

Şimdi isterseniz alternatif biyolojinin aydınlık dünyasında bir küçük seyahat da, günümüzde çok hasta, alîl ve yatağa düşmüş sayılsalar da, "şehirlerin akciğeri" kabul edilen ormanlarda gerçekleştirelim; gerçekleştirip de, ağaçlar ve insanlar arasındaki dayanışmayı, hususiyle tropik ormanların biyolojik zenginliğini, birçok bitki ve hayvan türünün büyüleyici bir sıcaklık içindeki münasebetlerini ve bu münasebetlerin başdöndürücü bir ahenk içindeki cereyanını görelim. "Tropik ormanlarda birbirine girmiş bin türlü hayâtî faaliyetin arz ettiği görünüşteki karışıklığa rağmen, öylesine ahenkli bir düzen vardır ki, uyanık gönüller onu bir şiir gibi duyar ve bir musikî gibi dinlerler. Yüce Yaratıcı'nın sanatlarındaki mükemmelliğin tüllendiği tropik ormanlarda en küçük bir madde dahi israf edilmemekte, ömür sürelerini tamamlayan her varlık, diğer vazifeliler tarafından, az bir zaman sonra yeniden işlenerek ormanlara yararlı hale getirilmektedir. Milyonlarca seneden beri devam edegelen bu ahenge, bu mükemmel işbölümüne, bitki ve hayvan gibi farklı yaratılıştaki canlılar arasında gerçekleştirilen bu müthiş yardımlaşma zincirine, zannediyorum gelecekte bile insanoğlu zor yetişecektir."

İsterseniz kitabımızın rehberliğindeki bu seyahatı, hastalık, sağlık, ilaç, tedavi ve vücudumuzun muafiyet sistemi ve mikroplar dünyasında da sürdürebiliriz. Aslında bizim "mikrop" deyip antibiyotik ve benzeri ilaçlarla mücadele ettiğimiz o küçük varlıklar bile, insan ve diğer canlıların yararına ve bir muvazene için yaratılmışlardır. Evet, gözümüzle göremeyeceğimiz kadar küçük bu mikroskobik canlılar dahi, insanoğlunun hizmetinde koşturulmaktadır. Ne var ki, yerinde çok faideli olan bu mini yaratıklar, bizim hazırladığımız kötü vasatlar itibariyle zararlı da olabilmektedirler. "Vücudumuzun en kompleks ve sırlı bir mekanizması olarak kabul edilen "muafiyet sistemi"nin hastalıklara karşı nasıl uyanık davrandığını, nasıl bir erkan-ı harp gibi zamanında ve yerinde harekete geçtiğini, çeşit çeşit mikroplarla ve bilhassa kanser hücreleriyle nasıl savaştığını; hele bu sistemin, gelecekte bilinmeyen yanları da ortaya çıkarılacak olursa, şimdilerde çaresiz gibi görünen pek çok hastalığın -Allah'ın izniyle- bir gün mutlaka iyi edileceğini düşünüyor ve ümitlerimizin heyecan haline gelip köpürdüğünü hissediyoruz. Evet "vücudumuzun kanser hücrelerine karşı bir derceye kadar başarılı bir mücadele vermesine rağmen, umumiyetle mevcut müdafaa mekanizması tek başına kifayet etmemekte, dolayısıyla da son derece riskli olan kanser tedavi yolları denenmekte. Ümit ediyoruz ki, ilerde bir kısım antikorların üretilmesiyle kanser tedavisinin de daha başarılı olunacak; radyoaktif madde ve izotoplar kullanılmadığı için hastalar daha az zarar görecek.. ve bir gün gelecek, insanlığın bu korkulu rüyası olan kanser dahi aşılabilecektir."

"Hayvanlar Âlemindeki Harikalar" bölümünde, başta içgüdü (sevk-i İlâhî) ele alınarak hayvanlarda, akıl, şuur ve irade ile dahi izah edilemeyecek kadar harika hadiselerin arkasındaki meyelanın asıl kaynağının, bütün varlığı kucaklayan bir ilim ve iradenin olduğu, yoksa, bu harika hadiseleri "içgüdü" gibi mahiyeti anlaşılmayan bir kavramla izaha kalkışmanın kendi kendimizi avutma olabileceği.. hayvanların kendi hayat tarzlarına göre ve en uygun şekilde anatomik yapıyla donatıldıkları ve örnek olarak da ağaçkakanların gagalarının dibindeki şok söndürücü süngerimsi dokunun bulunduğu... arılar, karıncalar ve termitler gibi mini canlıların iç düzenlerinden ekonomik sistemlerine, haberleşme ağlarından yön tayinlerine, yardımlaşma esaslarından hiyerarşik yapılarına, otlar ve ağaçlarla müşterek hayatlarından gıdalarını teminde gösterdikleri harikulade başarılarına kadar fevkalade bir mükemmeliyette yaratıldıkları.. insanoğlunun pek çok sahadaki teknolojik başarılarına modellik yapan kuşlar, örümcekler ve çekirgelerin her biri kendi sahasında ayrı bir donanımla model olarak insanlığın istifadesine sunulmaları.. bilhassa, çeşit çeşit uçuş yöntemleriyle kuşların, bunca teknolojik başarıya rağmen hala modern havalığın çok çok önünde bulundukları.. kuş ve böcek nağmelerinin ritim ve düzen itibariyle adeta birer musiki faslı teşkil etmelerinin yanında, birer şifre ve haberleşme vazifesi gördükleri.. elsiz-ayaksız yılanların beslenme ve avlanma için sahip oldukları hususiyetleri.. kurbağaların, kendilerini ve nesillerini koruyup devam ettirmek için haiz oldukları mazhariyetleri.. denizlerin sırlı dünyasının sevimli canlıları mercanların büyüleyici kolonileri.. akreplerin çok hassas cihazları ve varlıklarını devam ettirmedeki davranış kalıpları.. ve daha pek çok vaka makul yorumlarıyla kitabın diğer bölümlerini teşkil etmekte..

Alternatif Biyoloji, genç ve gayretli ilim adamlarımızın göz nuru ve yorucu çalışmalarının mahsulü. Biz, bütün gönlümüzle bu mübarek çalışmayı takdirle karşılıyor ve alkışlıyoruz. Ne var ki, günümüzde zıvanadan çıkmış bilim telakkisinin yeniden hakiki yörüngesine oturtulabilmesi için, bilimin değişik dallarında bunun gibi daha yüzlerce telifata ihtiyaç var. Bugüne kadar ortaya konan emsaliyle beraber böyle bir başlangıcı oldukça ümit verici buluyor ve gelecek adına ilim dünyamızın fikir mimarları ordusunun değerli yazarlarımızı tebrik ediyorum.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.