Şüpheler Üzerine

Şüphe ve tereddüt üretme, yaygın bir hastalık halini aldı. En doğru, en sabit hakikatlerin etrafında dahi bir sürü tereddüdün dolaştığına şahit oluyoruz. Doğruların eğri, eğrilerin doğru olabileceğine ihtimal veriliyor ve böyle yapılırken de, ilmiliğin gereği yerine getiriliyor gibi gösteriliyor.

İlim adına böyle bir ihtimalciliğin münakaşası her zaman yapılabilir; ancak din ve dince mukaddes sayılan prensiplerin aynı kriterlerden geçirilmesi ise telafisi imkansız zararlara yol açar. Şüphenin, düşüncedeki yeri asla inkar edilemez. Ne var ki bunu tamim etmek, çok eskilere ait bir sisteme dönmek demektir ki; bu da düşüncede bir irtica sayılır.

Sübüt ve rusüh bulmamış meselelerde tereddüt ve dolayısıyla münakaşa bahis mevzuu olsa bile, tecrübeden geçmiş ve müşahededen teyit görmüş hususlarda şüpheye düşmek, akliliğin kendi kendiyle tenakuzu ve (septik) bir saplantıdır.

Ne acıdır ki, her biri kendi sahasında pek çok müşahede ve tenkide tabi tutulmuş bir sürü hakikat, his ve muhakemeyi inkâr eden bir kısım banal görüşlü materyalistlerce, gayr-i akli, gayr-i mantıki ve tecrübeye zıt gösterilerek reddedilmektedir.

Bu ret ve inkârın, okuyan ve okuduğunu anlayan bir zümre için mesnetsiz ve sathi olduğu düşünülse bile, pek çoğu itibariyle ümmi ve muhakemesiz olan insanımız için büyük tahribat ve sarsıntı yapacağı da unutulmamalıdır. Ve bunun için de bütün hamiyet-perverlere, bu çabuk yıkılan ve çabuk bozulan zümrelere, kanaat ve düşüncelerini düzenleyici mahiyette el uzatmak ve ışık tutmak gerekmektedir.

İlhad ve inkâr öteden beri vardır ve bundan sonra da var olacaktır. Ancak, batının tahrif edilmiş hristiyanlığına karşı tabii bir tavır sayılan, her şeyi kuşku ve tereddütle karşılama, bütün meseleleri fıtrat ve tabiatın soluklarından ibaret olan mukaddes dinimizce asla bahis mevzuu olmamalıdır

Aklın azli esasına dayanan mesihiyyet, i'tila döneminde ilim ve tekniğe karşı alabildiğine bağnazca davrandığı için, okuyan ve düşünen zümrelerin menfuru olmuştu. Daha sonra ise bu nefret, ilmin ve tefekkürün galebe çalmasıyla hristiyanlığın tar u mar olmasına sebebiyet vermişti. Ondan sonra ise batılı alabildiğine serâzad ve alabildiğine dine karşı müstehzi kesildi.

Dinin bağlayıcılığını esaret ve ondan kurtuluşu mahbesten halas sayıcı bu toy düşünce, bir hamlede Kitab-ı Mukaddesin bütün meselelerini birer komedi haline getirdi. Artık ona göre, dinin geçmişe ait her haberi bir üstûre, geleceğe ait her ikazı aldatmaca ve iğfaldi. Bu itibarla da dince yeniden anlatılması gerekiyordu. Heyhat, âbâ-i kenâise (kilise babaları) hiçbir zaman bunu yapamadı. Keşke sadece hiçbir şey yapamamakla kalsaydı. Aksine o, bir kısım menfaat ve zarar mülahazasıyla, dini değişik kalıplara dökmek ve ilim adına ortada gezen bir kısım nazariyelere mümaşat yapmakla, dini prensiplerin değişkenliği hissini uyandırıyor ve dine en büyük darbeyi vuruyordu.

Din adına dine indirilen bu darbe, iki büktüm zavallı hristiyanlığı, bir daha belini doğrultamayacak şekilde komaya soktu ve onu, o gün bugün dindeki vakar, kararlılık ve ciddiyetten yoksun hale getirdi.

Keşke vahy-i semavinin ruhundaki tabiiliği ve bu tabiilik içindeki bütün bir hayatı tekeffül etme elastikiyetini daha önceden kavramış olsalardı da öze sadakat için içtihad müessesesini işlettirip, dinin alemşumül hüviyetine tercümanlık vazifesini yapabilselerdi.

Evvel emirde dini, kendi ruhuyle takdim edemeyen kilise babaları, daha sonra onu muhafaza etmek için, akla, hayale gelmedik entrikalara başvurdular, heva ve heveslerine göre tevillere tabi tuttular.

Oysaki her yeni tevil bir sürü tereddüt getiriyor; her izah değişik bir kısım şüpheler hortlatıyordu. Artık şüphe ve tereddütlerle boğuşma, münfesih hristiyanlığın ayrılmaz kaderi olmuştu. Batılı kendi dinine karşı bir zafer sarhoşluğu içinde idi ve her şeyi inkar ediyordu. Hatta bütün dinlere karşı da aynı kriterleri kullanıyor ve aynı adese ile bakıyordu.

Hele batıda, fen ve tekniğin mihrab haline gelmesi, sanayi inkılabının kazandırdığı farklı bakış zaviyesi, batıyı öylesine çılgınlaştırdı ki; o, "Tanrı öldü' diye küfür ve küfranını cihana ilan ederken, dini her meseleyi de hafife alıyor ve istihkar ediyordu.

Bu devre, hristiyan alemi için, metafızik her hadisenin alaya alındığı ve her şeyin madde ile izah edilebileceğine inanıldığı düşündürücü bir devre oldu. Hele bu devrede pozitivistler, o kadar azgınlaştılar ki, onun parafa etmediği hiçbir husus hüsn-ü kabül görmüyor ve kendini anlatamıyordu.

Batıyı teknik ve sanayi ile örnek alan milletler, onun kusur ve ilhadına da hayranlık duyuyor ve talib çıkıyorlardı. Bu ise, maddi ve manevi gücünü yitiren islam aleminde, bir kısım dinden bezmiş mülhid ve şüphecilerin meydana gelmesine yol açıyordu. İslam'ın zatı ma'suniyyeti ve her türlü itirazdan mualla keyfiyeti nazar-ı itibara alınmadan, hristiyanlık için varid olan itiraz ve ittihamlarla ona da hücum ediliyor ve münfesih bir sistem için verilmiş idam karan, ona da tatbik edilmek isteniyordu. Kendi müntesibleri tarafından, körü körüne böyle bir (Karakuşi karar) la giyotine götürülmek istenen yüce din, muarızlarının tecavüzü, müntesiblerinin cehaletiyle baş başa kalmıştı.

Her tarafta binlerce tereddüt imal ediliyor ve mensublarının gönlünde binlerce, yüzbinlerce şüphe uyarılmak isteniyordu. (Haşa) Allahı kim yarattı? Peygamber görmeyen küfründen dolayı neden muaheze edilsin? Kısa bir ömür yaşayan kimseler niçin ebedi cehennemde kalsın? Hz. Adem'in evlatları birbiriyle evlendikleri halde şimdi kardeşler arasında evlilik niçin yasak? Allah'ın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var? Şeytanı neden başımıza musallat etti? (vs) gibi hususlar her müslümanın, evinde, obasında mektebinde ve kışlasında karşılaştığı sorulardan olmuştu.

Batı hayranlığı meşcereliğinde gelişen bu ilhad düşencesine, daha sonra diyalaktik felsefe sahip çıkınca, ilhad bir tufan halinde, bir baştan bir başa bütün dünyamızı sardı. Artık, her ocakta her bucakta ilahiyata ait en derin meselelerin münakaşası yapılıyor, hatta yüce yaratıcı zayıf ve fakir beşeri kıstaslara vurulmak isteniyor: "Neden onu göremiyoruz? O hangi sebeplere dayanıyor?" gibi aklı başında herkesi ağlatacak en cahilane iddialar evden eve köyden köye dolaşmaya başladı.

Bir bakıma, bu insafsız işgale karşı da çıkılamıyordu. Zira zavallı münevverimiz korkunç bir basiretsizlikle, bütün bunlara ilmilik diyor ve alkışlıyordu.

Bundan daha beteri de, bütün bunlara karşılık, kendimizi anlatma cesaretini kaybetmemiz, dinimize sahip çıkmayışımız ve hatta ona intisabı gericilik saymamız gibi haller olmuştur. Böyle bir dönemde, onun bir rüknünü yaşayan en büyük mü'min ve bir meselesini anlatan da en büyük kahraman sayılıyordu. Böylesine bir insan kıtlığı ise, bütün bir neslin yerle bir edilmesine sebep oldu.' Ne din kaldı ne iman, din harap iman serap oldu'

Şimdi yeniden, kendimizi ve dünyamızı anlatma gayretleri belirmeye başlıyor. Hatta ilhada gidildiğinden daha süratli ve daha çalımlı bir anlatma gayreti göze çarpıyor. Bu ise dinin, bir kere daha kendi müntesibleriyle bütünleşmesi ve ölmezliğini onlara bir kere daha anlatması demektir.

Dün ' Mehlika sultana âşık" toy delikanlıların, ilhada koşup, küfrü ve dalaleti terviç ettikleri gibi, şimdi iman ve tevhidi destanlaştıran yüzlerce kalem, yaratılışındaki hikmetin hakkını eda etme gayreti içindir. Binlerce, yüzbinlerce eser, onu arayan gönüllere hızır gibi yetişiyor ve karanlıklarını aydınlatıyor.

Ne var ki bu eserlerin pek çoğu, her seviyedeki insanın ve hususiyle orta tahsilde okuyan talebelerin kolayca istifade edeceği mahiyette hazırlanmadığından, beklenen faideyi veremiyor. Kaldı ki bizim de fazla kaybedecek vaktimiz yok. En seri şekilde, kısa, özlü ve ikna edici mahiyette bir kısım eserleri neslimize götüremezsek, küfür ve ilhada karşı mücadelede mağlup düşeriz. Oysaki sahip bulunduğumuz malzeme ve mataryel, bizi de bizden sonraki nesilleri de doyuracak ve itminana ulaştıracak kadar zengin ve inandırıcı bulunmaktadır.

Dinin etrafında estirilen şüphelere karşı cevabı eserlerde bir iki husus çok mühimdir:

Cevapların yeni istifhamlar doğurmaması; kalp ve ruha itminan vermesi; okuyucuyu yoracak, uzun felsefi münakaşalara girilmemesi ve anlatılan şeylere inanılmış bulunması.. gibi şeyleri söyleyebiliriz.

Yıllar yılı, yüzlerce talebeyle, binlerce meseleyi tartışa tartışa, aydınlıkta düşünmeye konuşmaya yükselen Muhterem Safvet Senih, tereddüt ve şüpheler üzerine derlediği kitabını, kalp, kafa ve ruh müsellesi içinde hazırladı.Kitapta tedirginlikler, ciddi sancılar ve silinen her istifham karşısında da zafer naraları vardır. Bir tabip hazakati içindeki teşhis ve mualecelerinde, yerinde ve şifabaş olduğu kanaatindeyiz.

Binbir vadiden derleyip takdim ettiği müstesna muhtevası itibariyle de, fevkalade bir insicam ve bir gergef inceliği arzetmektedir.

Hoca'nın bu meşkur hizmetini nesiller şükranla yad edeceklerdir. Bizler de sadece muvaffakiyet dileklerimizi arz ve böyle bereketli eserlerin devam ve temadisini intizar edeceğiz.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.