Eğitim-Öğretimle İlgili Bir Kısım Prensipler
Muhatabın Tanınması Prensibi
Fethullah Gülen'e göre, eğitim ve öğretimde muhatabın tanınması çok önemlidir. Kendine bir şey vermeyi tasarladığımız şahsı tanımadan, ona bir şeyler vermeye kalkışmak olumsuz tesire ve karşı tepkiye yol açabilir. Bu itibarladır ki, basiret ve feraset sahibi, kavraması süratli, tesbitleri yerinde manâ ehlinin terbiye ve yol göstericiliği, daima diğerlerinden daha tesirli olmuştur.
Bu sebeple, önce çocuğun veya öğrencinin ruh durumunu tesbit etmek, sonra müdahalede bulunmak lazımdır ki, tepki göstermesin. İnsan vardır ki, sevgiyle, okşamakla, hediye ve mükafâtla yumuşar, balmumuna döner; insan da vardır ki, yerinde ve gerektiğinde yüz ekşitmek, ilgisiz kalmak ve mutlaka gerektiğinde kulağını çekmekle. Ne var ki, birinci şıkta değerlendirilecek insanlar daha çok ve o yol daha tesirlidir. Zira beşer, yaratılışın gereği olarak iyiliğe ve güler yüze daha çok açıktır. Sevgiyle, hediye ile, mükâfatla insanın gönlüne girilirse, o insan, kendisine sunulacak düşünce ve tekliflere, kendisine uygulanacak eğitime daha açık hale gelir.
Tedricîlik Prensibi
"Eğitimde tedrîcilik esasına riayet etmek, yani, fıtrat kanunlarına (meselâ, bir ekmeğin elde edilebilmesi için bir yıllık bir sürecin ve bir sürü işlemin gerekmesi gibi kâinattaki kanunlar –AÜ) uyup, aceleciliği bırakmak şarttır" diyen Fethullah Gülen, aksine davranışın istenen neticeyi almayı imkânsız kılacağı düşüncesindedir. O, tedrîcilik konusunda aşağıdaki hususlara dikkat çeker:
Verilecek şeylerin dozajının ayarlanması… Gelişigüzel ve hele eğitimci tarafından hazmedilmedik şeylerin verilmesi, faydadan çok zarar getirir.
Verilmesi gerekli olan şeylerin çocuğa veya öğrenciye aktarılmasında sabır, kararlılık ve bıktırmayan tekrara ihtiyaç vardır. Bir verip bir kesmek ve hele sabırsızlık göstermek, panzehir yerine, zehir fonksiyonu görür.
Verilenler çocuğa veya öğrenciye en son tesir edeceği ana kadar, ondan bir şey beklenmemelidir. Zira bu konuda gösterilecek hırs ve acelecilik, hem fıtrata aykırı, hem de hüsrana sebeptir.
Eğitim etkisini göstermiyor diye feveran edilmemelidir. Aksine, o ana kadar yapılan şeylerin hepsi yıkılmış olur.
Eğitimde akıl, kalp ve ruhun beraber doyurulmasına titizlik gösterilmelidir. Bu da, belli bir zaman ister ki, yapılabilsin; yoksa, ümit bağlanılan netice elde edilemez.
Kusurlar Karşısında Müsamaha Prensibi
Çocuğun veya öğrencinin kusurları karşısında nasıl davranılması gerektiği konusuna da değinen Fethullah Gülen, önce, onun işlediği kusurlara karşı bilmezlikten gelme, kusurları yüzüne vurup da perdeyi yırtmama gerektiği kanaatindedir. Ona göre, çocuk veya öğrenci, aksi durumda, yani kusurları sürekli yüzüne vurulur ve bunlardan dolayı devamlı azarlanırsa, iyice arsızlaşır ve yapılan telkinlere dirsek çevirir. Gülen, "kusurun mutlaka giderilmesi isteniyorsa, suçlu ve kusurlu doğrudan muhatap alınmadan, toplum içinde genele konuşmak ve yapılan uygunsuz davranışların aklen, kalben, vicdanen sevimsizliği üzerinde durmak daha uygun düşer. Eğer bu yolla da başarı elde edilemez ve kusurlar sürer giderse, bir köşeye çekip, kendisi hakkında, düşünce, kanaat ve bakış açımızın onun davranışlarına uymadığını anlatmak yerinde olur. Kim bilir, belki de bir ‘sen de mi?' sözü, ona bin nasihatten daha çok tesir edebilir" der.
Anlatmada Müşahhaslaştırma Prensibi
Gülen, mücerret güzelliklerin mücerretliği içinde anlatılmasının çok faydalı olmayacağını, bunun yerine, çocuğa veya öğrenciye anlatılacak her iyi ve güzel şeyin, o işin bir kısım kahramanlarıyla, çocuğun veya öğrencinin sakındırılması gereken her kötülük ve fenalığın da, yine onlardan kaçınmada örnek teşkil etmiş ‘yiğit'lerle misallendirilerek anlatılması gerektiğini belirtir. O, "anlatılacak her şeyin, böyle bir kahramanın hayatıyla resmedilmesi, hem çarpıcı, hem daha tesirli olacaktır" der.
Gönlün Yüce İdeallerle Donatılması Prensibi
Fethullah Gülen, idealsiz nesillerden bıkkın, bezgin ve bîzar olup, nesillerin mutlaka yüksek ideallerle donatılması gerektiği inancındadır. Bu konuda o, şöyle der:
Nesiller, kendilerine gösterilecek yüksek hedef ve ulvî ideallerle canlılıklarını korurlar. Hedefsiz, mefkûresiz (idealsiz) kaldıklarında da kadavralaşır ve birer iskelet haline gelirler… Milletin ümit kâsesini ellerinde taşıyanlar, her şeyden evvel, nesillerin gönüllerini yüksek ideallerle donatarak, onları Hızır çeşmesine giden yollara irşad etmelidirler (yöneltmeli). Dertsiz, davasız, gayesiz ve idealsiz nesillerin önce içten içe yanarak karbonlaşması, sonra da etraflarındaki her şeyi yakıp yok etmesi kaçınılmaz olur… (Gençlere yüksel idealler gösterme) vazifesi, mektepten mabede kadar bütün müesseselerde hassasiyetle benimsenmeli ve bu iş, imkân elverdiği nisbette de kafa ve kalp izdivacına muvaffak olmuş aydın ve hasbî ruhlara gördürülmelidir. (Sızıntı, Ağustos 1983)
Nesillere ideal verilmesi konusunda son derece hassas olan Gülen, bunun çocuk yaşta başlaması gerektiği inancındadır ve "çocuğa (veya öğrenciye) sorumluluk ruhu ve buna bağlı olarak şecaat aşılanmalıdır. Yani, iyiliklerin ve güzelliklerin yaygınlaştırılmasında ve yüce hakikatların etrafa duyurulmasında, kendisinin birinci derecede vazifeli olduğu, aynı şekilde, dünya çapındaki fenalıkların giderilmesinde de yine kendisine çok şey düştüğü telkin edilmelidir" der. Ona göre bunun bir faydası da, bu şekilde yetiştirilen kişinin, her işi başkasından bekleme, hattâ kendine düşen şeyleri bile başkalarına havale etme gibi miskinliklerden korunmuş ve kurtarılmış olmasıdır.
Fethullah Gülen, kişiyi yüksek ideallerle donanmış olarak yetiştirmeye çalışırken, mübalâğadan kaçınılması gerektiğini belirtir ve "onu böyle bir ruhla yetiştirmeye çalışırken abartılara gitmemeli ve gerçekler efsanelere feda edilmemelidir. Aksi halde, mübalâğalarımız, onda kurmaya çalıştığımız umranları bir gün yerle bir edebilir" diye ikazda bulunur.
İyi ve Güzel Sözlerle Anlatma Prensibi
Gülen'in, eğitim ve öğretim adına dikkat çektiği bir diğer nokta da, ıslah ve terbiye yolunda kötü söz ve uygunsuz kelimelere asla yer verilmemesi gerektiğidir. Ona göre, sövme, lânetleme, küfür gibi, hiçbir terbiye edici hususiyeti olmayan şeylere katiyen baş vurulmamalıdır. Yoksa, farkına varmadan, vazgeçirmek istediğimiz aynı şeyleri ona telkin etmiş ve kendinden küçüklere karşı, bu uygunsuz şeyleri yapabilme iznini vermiş oluruz.
Sevgi ve Korku Dengesi Prensibi
Fethullah Gülen, çocuğa veya öğrenciye gösterilecek sevgi ile, onu korkutmanın dengeli olması gerektiği kanaatinde olup, bu konuda, "sağını solundan seçebilecek duruma gelen her insan, sevgi ve korku dengesi içinde ele alınmalıdır. Esasen, her ferdin hayatında bu denge çok mühim bir unsurdur" der ve bu denge bozulup da, sevgi ve korkudan birinin ağır basması halinde, bunun ferdin psikolojik hayatında tesirini hemen göstereceği uyarısını yapar.
Cezalandırma Prensibi
Fethullah Gülen, çocuğun terbiyesi adına, mecbur kalındığı durumlarda onu hafifçe dövmekte mahzur olmayacağını belirtir ve "nasıl ki büyüklere belli suçlarından dolayı, suça ve kendi durumlarına göre ceza veriliyorsa, bunun gibi, vakar ve sevgi atmosferi içinde büyüyen çocuk, hesap verme çağına girdiği andan itibaren, en-son çare olarak hafif okşamakla tedip edilebilir" der.
Ne var ki Gülen, hafif de olsa döverek cezalandırmada çok dikkatli olunması gerektiğine de bilhassa dikkat çeker ve bunun için bir kısım şartlardan söz eder. Ona göre, bu şartlar gerçekleşmedikçe bu prensip uygulanmamalıdır. O, bu şartları şöyle sıralar:
Çocuğun temyiz, yani iyiyi kötüden ayırt edebilecek çağına varmış olması. Henüz bu devreye ulaşmamışlar için, bu prensip, terbiye adına ne bir çare, ne de bir vesiledir.
Son çareye kadar, terbiye adına konmuş bulunan bütün prensiplerin kullanılmış olması. Aksine, o son-çare olmaktan çıkar ve doğrudan doğruya terbiye vesilesi olan şeyler arasına girer.
Katiyen can yakıcı olmamalıdır.
Hafif okşama dahi olsa, hayatî önemi bulunan noktalardan ve bilhassa yüzden sakınılmalıdır.
Gülen, dövme konusunda bir ikazda daha bulunur ve şunları söyler: "Bununla birlikte, dayağın sürekli tesir icra edeceği de, her zaman münakaşa götürür bir mevzudur. Onun terbiyedeki tesiri, daha çok teskin edici ilaçlara benzer; ağrıyı geçici olarak dindirse bile, iyileştirmez Hele, bazı zamanlar başka komplikasyonlara da yol açar ki, dolayısıyla daima titizlik isteyen bir husustur."
Zıtlıkların Bulunmaması Prensibi
Ferdin eğitim ve öğretimi adına Fethullah Gülen'in dikkat çektiği hususlardan biri de, eğitimde anne-babanın ve/veya eğitimcilerin uyum içinde olmaları gerektiğidir. Ona göre, yuvada veya bir eğitim kurumunda böyle bir uyum yoksa ve eğitimcilerden birinin yaptığını öbürü bozuyor; öbürünün söylediğini beriki yalanlıyorsa, bu takdirde çocuğun veya öğrencinin, terbiyecilerine karşı itimadının sarsılması ve saygısızlaşması muhakkaktır.
İstenilen Şeylerin Aralıksız Olarak ve Tam Bir Ciddiyetle Yaşanması Prensibi
Fethullah Gülen, gerek zihnî gerek kalbî ve manevî her türlü eğitimde anlatmadan çok temsilin, yani bizzat yaşayarak örnek olmanın gerekliliğine inanır. Ferdin eğitimi konusunda aynı konuya özellikle dikkat çeken Gülen, şöyle der: "Bütün bu prensiplerden sonra, en mühim husus, hattâ geçen bütün prensiplerin özü diyebileceğimiz bir husus vardır ki; o da, eğitimin gerektirdiği şeylerin aralıksız olarak ve tam bir ciddiyetle bütün bir hayat boyu yaşanmasıdır. Yani, ferdin inançlı ve samimi olması için, inanç ve samimiyet eğitimcinin her davranışında görülmeli; eğitimci, sorumluluklarını yerine getirmek için derin bir vazife şuur ve idrakine sahip olmalı; ferdin ahlâklı olabilmesi için, yetiştirici, bu konuda ona bilfiil misal teşkil etmelidir."
Yetişmede Dış Çevre
Yukarıda geçtiği üzere, eğitimde aile, sokak (yakın dış çevre), okul, medya ve yayın dünyasının âhenkli işbirliğinin özellikle gerekli olduğunu vurgulayan Fethullah Gülen, bu konuda anne-babanın görevini ele alırken, "anne-baba ve diğer eğitimciler, çocuğun sokaktaki oyun arkadaşlarından, beraber kaldığı dostlarına kadar, onun bu ikinci derecedeki çevresi konusunda hassas ve dikkatli olmalıdırlar" der ve aksi halde çocuğun kendine göre seçeceği çevre ve yakın arkadaş dairesinin, bütün bir hayat boyu hem o yuva için, hem de toplum için huzursuzluk kaynağı olabileceği ihtimali uyarısında bulunur.
Yatıp-Kalkma ve Dinlenme
Fethullah Gülen, ferdin eğitimi konusunda, aşağıda geleceği üzere, onun yatıp-kalkma ve dinlenmesine ve çocukluk çağındaki oyun ve oyuncaklarına varıncaya kadar hiçbir ayrıntıyı ihmal etmez. O, yatıp-kalkma ve dinlenme ile ilgili olarak, yalnız çocuklar için değil, herkes için geçerli olabilecek aşağıdaki birkaç önemli prensibe dikkat çeker:
Aile fertlerinin hayatı, mutlaka düzen altına alınmalıdır. Bir evde, yatıp-kalkmaya gelinceye kadar her şey belli bir düzen içinde yürürse, o aileye ait meselelerin büyük bir kısmı yoluna girmiş sayılır. Aksine, bir evde hayat disipline edilmemiş ise, o yuvaya ait çok meseleler dağınıklık içinde ve sürüncemede demektir.
Hayat düzenimiz, içinde oturduğumuz apartman ve kendileriyle yakın temasımız olan diğer komşularla çatışmamalı, bu bakımdan, komşu seçiminde ve komşuluk münasebetlerinde de dikkatli olunmalıdır. Yoksa, karşılıklı olarak birbirimizin hayat düzenini ve rahatını berbat etmekten kurtulamayız.
Dinlenme ve çalışma, imkân ölçüsünde belli bir zaman içinde ve belli saatlerde yapılmalıdır. Aksi halde, sürekli değişip duran yatıp-kalkma zamanları, uyku ile çalışmayı iç-içe kılar. Bu ise, hem dinlenmenin, hem de çalışmanın zedelenmesi demektir.
Uykuya ait zamanı ihlâl edecek her şeyden mutlaka kaçınılmalıdır. Bazen bir-iki bardak çay, bazen bir iki lokma yiyecek, bazen de bir can sıkıntısı, bir gecelik uykuya ve dolayısıyla bir günlük işe mal olabilir
Temizlik
Fethullah Gülen, daha sonra da temizlik üzerinde durur. Ona göre, yuva ve okul, çocuğu veya öğrenciyi manevî kirlerden uzak kalmayı öğretmekle sorumlu olduğu gibi, bedenini, elbisesini, oturup-kalktığı yerleri de temiz ve düzenli tutmayı öğretme mecburiyetindedir.
"Yuvadaki disiplin ve temizliğin, anne-babadan yavrulara geçtiği bir gerçektir. Her yavru, dünyaya gözünü açtığı zaman, yuvasında ve yuvacığında gördüğü şeyleri taklide çalışır ve türünün taşıdığı istidatlarla, o istikamette varlığa erer" diyen Gülen, özellikle insan için bu meselenin fevkalâde önemine dikkat çeker ve şu açıklamada bulunur: "Çocuk, etrafını temiz ve düzen içinde görürse, bunun böyle olması lazım geldiğine inanarak, üstüne-başına ve yatıp-kalktığı yere, ona göre çeki düzen vermeye çalışır. Aksine, etrafını perişan ve etrafındakileri de kirli ve derbederlik içinde görürse, temizlik ve nizam adına bütün istidatları körelir, miskinleşir. Artık kendi şahsî işlerinin dahi, başkaları tarafından yapılması lazım geldiği düşüncesine kapılır. Böyle bir hava ve iklimin, topluma nasıl tufeyliler yetiştireceği ise, her türlü izahtan vârestedir.
Bu itibarla, terbiye prensipleri arasında, derli-toplu ve temiz olmayı öğretmenin ayrı bir yeri olmalıdır. Zira çocuk, ailesinden aldığı diğer hasletler gibi bu meziyetiyle de, toplumun emrine girecek ve ona yararlı olmağa çalışacaktır. Ve yine bu meziyetiyle ailesinin yanında bulunduğu sürece yuvaya; tahsil döneminde kaldığı eve veya barındığı yurda ve beraber kaldığı arkadaşlara yük olmayacaktır."
Oyun ve Oyuncaklar
Son olarak, çocukların dengeli yetişmesinde oyunun oldukça önemli bir unsur, hattâ belli ölçüler içinde kalan her oyunun çocuğun hissî, ruhî ve fikrî gelişmesinde en tesirli faktörlerden biri olduğuna temas eden Fethullah Gülen, "bazı oyunlar vardır ki, çocuğun melekelerini geliştirerek, onu ileriki hayatına hazırlar; bazı oyunlar, onun düşünce ve kabiliyetini artırır; bazıları da boşalmasını temin eder" diyerek oyunları bir tasnife tâbi tutar ve sonra da izahlarda bulunur. Ona göre, oyun sayesinde kapalı ve içine dönük çocuklar, ruhî gerilimden kurtularak serbest nefes alabilirler. Genellikle, bencil ve kapalı çocuklar, yalnız kaldıkça bulanık düşüncelerden bir türlü kurtulamazlar. Bu ise, onların hayallerinin kötülüklere ait şeylerle meşgul olmasını ve dolayısıyla de sürekli olarak ruhlarının hırpalanmasını netice verir. Meşrû çizgide her oyun, tatminsizlikten gelen çeşitli sıkıntı ve üzüntüleri gidermede oldukça faydalıdır. Bilhassa henüz yapacakları sürekli bir iş olmayan çocukların enerji fazlalığının atılması için oyun, hemen hemen tek yoldur. Oyunda, muhakkak bir gaye ve hedef gözetilmelidir. Ne var ki, belli bir yaşa kadar, küçük çocuklarda buna riayet etmek oldukça zordur. Bu itibarla, onlar için daha ziyade oyunların eğlendirici olanları tercih edilmelidir.
Gülen, bu açıklamalarından sonra, oyunları "kabaca" ikiye ayırır ve bu iki sınıf veya tür oyun hakkında bilgiler verir:
Eğlendirici mahiyette olan oyunlar.
Yetiştirici ve geleceğe hazırlayıcı mahiyette olan oyunlar. Bedeni geliştirici fizikî hareketlerden ibaret olan oyunlar da bu gruba girer.
Hem eğlendirici hem de yetiştirici oyunlar henüz çocukluk çağından çıkmamış olanlar için düşünülebilirse de, ergenlik çağına gelmiş olanlar için yetiştirici ve onları istikbale hazırlayıcı oyunlar üzerinde durulmalıdır. Sırf eğlendirici olan oyunlarda, başka her hangi bir gaye gözetilmez. O oyunlar, sadece vakit geçirmek için oynanır. Ancak, bazen bu tür oyunlarla bedenî yorgunluklar giderilerek, vücut, hattâ zihin ve ruh da dinlendirilmiş olabilir. Ne var ki, böyle bir dinlenme daha faydalı ve ruh için daha elverişli bir yolla yapılabiliyorsa, o yolu seçmek uygun olur. Meselâ, bazıları zihnî yorgunluklarını ve ruhî gerilimlerini gidermek için tavla, poker ve benzeri oyunları oynarlar; fakat bu oyunlarla dinlenmek şöyle dursun, çok defa yorgunluklar ve sıkıntılar bir kat daha artar. Halbuki bunun yerine, bir kültürfizik veya beden hareketini gerektiren bir ibadet, dinlendirici ve içe rahatlık verici olur. İnsanlar, bedenî yorgunlukları ve o yorgunlukları giderecek usulleri çabuk öğrenebilirler; fakat çok defa zihnî ve ruhî yorgunlukları, hırpalanmaları ve onları dinlendirecek yol ve usulleri bilemezler. Bunun içindir ki, eğitime ait her meselede olduğu gibi, oyunda da mutlaka rehbere ihtiyaç vardır. Hattâ, rehbersiz ne kültürfizik yapılmalı, ne de zihin ve ruhu dinlendirmeye gidilmelidir. Yoksa, bazen dinlendirme adına kalp ve ruh, farkına varılmadan örselenmiş olur.
Oyunlardan sonra, çocukların oyuncakları konusunu ele alan Gülen, "çocukların oynayacakları oyuncakları seçmede de dikkatli olunmalıdır" der ve önemli bir uyarıda bulunur: "Bazı oyuncaklar son derece yararlı olmasına karşılık, üzerinde durulmadan ve araştırılmadan çocuğun içine atıldığı her oyun veya eline tutuşturulan her oyuncak, onun duyguları üzerine indirilmiş bir balyoz tesiri yapabilir. Çocuğun fikrî ve ruhî gelişmesini hedef almayan ve duygularının gelişmesine yaramayan her oyun ve oyuncak, bizim hesabımıza israf, yavru adına da bir zaman kaybı ve yorgunluktur."
Çocukların oynayacakları oyun ve oyuncakların, eğitim adına takip edilmesi gereken aslî prensiplerle çakışmaması ve mutlaka çocuğun düşünce ve his dünyasını kucaklayıcı ve yükseltici mahiyette olması gerektiğini vurgulayan Gülen, bu konuda da şu izahatı yapar:
Bu itibarla da çocuk, yalanla, aldatmacalarla ve bir hakikatın uzantısı olmayan hayalî şeylerle iğfal edilmemelidir. Evet, onda insanî duygu ve melekelerin gelişmesi gibi, yüce mefhumlar da, katiyen yalan ve hayale bina edilmemeli ve edenlerin de mutlaka aldanacağı bilinmelidir. Bilmem ki, çocuğa yalanların doğru, hayalî şeylerin hakikatlar gibi gösterilmesi kadar, onun için daha zararlı bir şey tasavvur edilebilir mi?... Yalan, hayat vermez. Hakikatlara ışık tutsun diye yalan ve hayalî şeyler kullanmak, en yüce gerçekleri çocuğun nazarında değersiz ve kıymetsiz hale getirmekten başka bir şeye yaramaz.
Çok yararı olmamakla birlikte, vakit israfına sebep olmayan ve kumar, benzeri şans oyunları ve zararlı eğlenceler sınıfına girmeyen oyunlar da çocuğa yasaklanmayabilir. Şu kadar ki, her halükârda, terbiyeye ait her meselede olduğu gibi oyun ve eğlencede de ana hedef, çocuğu yüce duygularla donatmak ve onu maddî manevi sıhhatli kılmak olmalıdır. Oyun çeşitlerinin yasak edilenlerinde ise, ne çocuğu insanlığa yükseltmek, ne de duygularını inkişaf ettirmek söz konusudur. Aksine bunlarda, çocuğun duyguları itibariyle zaafa uğradığı, yıprandığı, hattâ bir ölçüde eriyip mahvolduğu görülür (Sızıntı, Mart-Mayıs 1982).
Ali Ünal, Bir Portre Denemesi, Nil Yayınları, İstanbul, 2002
- tarihinde hazırlandı.