Fethullah Gülen'in Aksiyon ve Düşüncesinde Gençlik ve Eğitimi
Çocuk eğitimi üzerinde bu ölçüde duran Fethullah Gülen'in, aynı derecede, hattâ daha da önemli olan gençliğin eğitimi üzerinde durmaması düşünülemez. Kamuoyunun çok yakından bildiği, hattâ dünya kamuoyuna bile mal olduğu üzere, o, çocuk ve gençliğin eğitimi konusunda sadece bir teorisyen olarak kalmamış, bu konuda yaptığı tavsiyeler, yazdığı yazılar, verdiği vaazlar, bulunduğu teşviklerle gerek Türkiye içinde, gerekse dünyanın pek çok ülkesinde, aşağıda ele alacağımız üzere, eğitim ve öğretimdeki başarısını ispatlamış eğitim-öğretim kurumlarının açılmasına belli bir katkıda bulunmuştur.
1981 yılı içinde aylık Sızıntı dergisinde Gençliğin Problemlerine Doğru isimli seri makaleler yayınlamaya başlayan Fethullah Gülen, bu seriyi tamamlayamamış olmakla birlikte, daha sonra, gerek şiirleri, gerekse daha başka makalelerinde bu konu üzerinde de yeterince durmuştur. Ona göre, toplumlar gençlik ruhuyla canlılıklarını korur, onunla gelişir ve onunla ihtişama ulaşırlar. Bu ruhu kaybedince de, kılcalları kesilmiş çiçekler gibi pörsür, dökülür ve ayaklar altında kalırlar.
Gülen, gençlik konusunda gönlünde taşıdıklarını, Fikret'in
"Ferdâ senin, senin bu teceddüt, bu inkılâp...
Her şey senin değil mi ki, zaten, sen ey şebâp...!"
beytini serlevha yaptıktan sonra, çok renkli ve zengin ifadelerle yazıya şöyle döker:
Nesli tanımak, ona vereceğimizi vermek, alacağımızı almak ve bu arada ona bağlı olarak davasının sınırlarını tesbit etmek, muhakkak ki, günümüzün en mühim meselelerindendir. En mühimdir; zira her türlü değişikliğe renklilik katan, ayrı ayrı çağlar ve devirler açan odur.
Roma onun, Roma'da ihtilâl onun, Yunan onun, Helenizm de onun. Zemin onun âb-ı rûyuna muntazır (yüzünün suyunu bekliyor); eflâk (felekler, dünyalar) çıkaracağı tarrakaya dembeste (dem tutmakta). "Acâib-i seb'a-i âlemi (Dünyanın yedi harikası), o muhteşem heykelin kaidesi. Ay, mukavves (kavisli) kaşları; yıldızlar, dudağında tebessüm... Bunları onun hakkında birer abartma saymayın; gerçek genci bin bahariye ile dahi dile getirmek mümkün değildir.
Nâdanlarca o işe yaramaz bir serseri, anarşi taraftarlarınca tahrip unsuru; bize göre ihata edilmez muhteva... Hilkatinde afacan, ihmalinde öldürücü zehir... Evet, zeminini bulursa bin badire aşan bahadır. Şehvet pazarına düşerse nefsin esiri. Herkes ona olta salar. Herkes onu elde etmek ister. Elde edebilirsen, senin için bir inşirah unsuru. Açık kapı siyaseti güdersen, meccani bir meta... Gönlünü sadece mücerretlerle doldurursan, bir hayalperest, müşahhaslara bağlarsan bir totemci olur. Kesebilirsen behimî hislerden, ikinci bir fıtrat kazanır. Salıverirsen meraya, benliğine cemre düşmüş gibi erir ve yok olur.
Tutup sahip çıkmana göre o,
"Ol bâde kim içse heman
Kalbe doğar nur-u cihan
Verir hayat-ı cavidan!" (Gedâyî)
zirvelerinde uçacak; terk etmene göre de,
"İç bade, güzel sev, var ise akl u şuurun;
Dünya var imiş, ya ki yok olmuş ne umurun."
düşüncesiyle mülevvesleşecek...
Her şey olan bu potansiyel katiyen ihmal edilmemelidir. Nasıl edilir ki... Bir devirde her şey damarlarındaki asil kana emanet; başka bir devirde o, yılışık, sürtük, iffetsiz; bütün devirlere rahmet okutturacak melanet. Bir başka devirde de, en acılardan acı midede seretan, gözde bir katarakt... Mimarının elinde ise, "a'lâ-yı ılliyyîn"in (yücelikler yüceliğinin) nazenin, nazdar sultanı; kâinatın "ahsen-i takvim"i (en güzel kıvamda yaratılmışı), İlâhî nazarın nokta-ı mihrakiyesi (odak noktası)… O, mimarından kendine bir el uzatılmasını istiyor. (Çağ ve Nesil, 27–9)
Bir ülkenin ve milletin yarınları demek olan genç, Fethullah Gülen'in gözlemlerinde, okul sıralarında iken millete hizmet aşkı ve vatan sevgisi gibi duygularla sık sık gerilir, toplumun yaralarını sarmaktan, ülkeyi ve ülke insanını yükseltmekten dem vurur; hissizliğe ve hareketsizliğe ateşler püskürür durur... Ne var ki, böyle yüksek duygularla şahlanan gençlerin pek çoğu, bir makam kapıp bir memuriyete geçtikten sonra, içlerindeki bu kıvılcımlar yavaş yavaş sönmeye yüz tutar, ruhlarında bir külleşme, gönüllerinde de bir çölleşme başgösterir. Daha sonra ise, tamamen cismanî ve bedenî hayatın tesirinde kalan genç, o güne kadar gönülden bağlı bulunup toz kondurmadığı yüksek ideallerinden uzaklaşa uzaklaşa tamamen sefil duyguların, pes menfaatlerin zebunu haline gelir. Bir kere de o acayip ve öldürücü turnikeye girdi mi, gayrı semavî bir inayet olmazsa, geriye dönmesi bütün bütün imkânsızlaşır ve bir zamanlar ateş püskürüp durduğu şeylerin âzat kabul etmez kölesi olur çıkar. O kadar esirleşir ki, vazife ve sorumluluklarıyla ilgili bir kısım hususlarda, vicdanının ihtarlarından dahi rahatsız olmaya başlar.
Artık o, bütün düşünce kabiliyetlerini elde ettiği mevkii muhafaza ve âmirlerinin teveccühünü kazanma gibi çok defa insan ruhunu alçaltan pes şeylerde kullanır ve bütün bütün sefilleşir. Bir de elde ettiği makam itibariyle yükselme istidadı gösteriyorsa, artık başka şeyleri görüp gözetmesi imkânsızlaşır ve biricik totemi olan makamını kaybetmemek için, her türlü zillete katlanır. Gerektiğinde vicdanına ters, imanına muhalif işlere girer; fayda umduğu herkes karşısında iki büklüm olur; dün ak dediğine bugün kara demeye başlar; bir gün önce göklere çıkardığı kimseleri, ertesi gün rahatlıkla yerin dibine batırabilir.
Fethullah Gülen, hayata atılmakla artık ateşi sönmüş, ideallerinden uzaklaşmış ve kazanmanın, yarını düşünmenin, makam ve gelirinin yönlendirdiği bir ‘uslu varlık' haline gelmiş bulunan bir zamanların genci için yaptığı bu sosyolojik gözlem ve tesbitlerini psikolojik gözlem ve tesbitleriyle derinleştirir ve şunları yazar:
Ve hele, onun başkalarına, başkalarının da ona riya ve tabasbusları, zaten yaralanmış ruhunu ve hırpalanmış iradesini öylesine sarsar ve darbeler ki, bundan böyle onun hayır ve fazilet adına bir şey yapması mümkün değildir. Ne acıdır ki o, dumura uğrayan hissiyatı, körelen zekâsı, bağlanan basiretine rağmen, halâ kendini en iyi düşünen, en isabetli kararlar veren, en faydalı işler yapan biri gibi görme marazî (hastalıklı) ruh haleti içindedir!
Bu duruma düşmüş herhangi bir kimseye hatalarını hatırlatmak, ya da ikazda bulunmak oldukça zordur. Böyle hodbin (kendini beğenmiş) ruhlar, hata ve yanlışlarını gösteren hemen herkese karşı gizli bir kin ve nefret duyduklarından ve en büyük yanlışlarına dahi sevap urbaları giydirerek kendilerini haklı görmeye alıştıklarından, kimseden nasihat almak istemezler.
Gülen, bir rahatsızlığı, hastalığı tesbitle kalmaz; o, tenkit eden değil, tesbit eden ve çare üreten, bunun da ötesinde meselelere ‘hıfzı's-sıhha (hastalığı önleme, hijyenik) açısından yaklaşan bir insandır. Dolayısıyla, hastalığı teşhisle kalmaz; hem, onu ortaya çıkmadan önleme, hem de çıktıktan sonra tedavi etme adına şu tekliflerde bulunur:
Evet, her insanda bir kısım zaaflar vardır ve bu zaafların belli iklim, belli atmosfer, belli şartlar altında hortlayıp ortaya çıkması da bir bakıma tabiîdir. Ancak, daha önceden bazı şeyler yapılarak, ruhun bu zaaflar girdabında boğulup gitmesini önlemek de her zaman mümkündür.
Öyle zannediyorum ki, her gençte sağlam bir inanç düşüncesi, yüksek bir diğergâmlık hissi, sönmez bir millet ve vatan sevgisi uyarılabildiği, sabah-akşam mukaddes bir ideal etrafında ahd ü peymanlarla bir araya gelinebildiği, serâzat gönüllerin hayattan kâm alma arzularına karşı tahşidatlar (tembih, ikna, hatırlatma vs.) yapılıp, izzet ve şeref gibi değerler üzerinde durulduğu ve bu ideal etrafında ülke ve millete hizmet sayılmayan her iş ve uğraşmanın bir abes ve bu türlü abeslerle meşgul olmanın da, zaman nimetine karşı affedilmez bir nankörlük olduğu kanaati onların kafa ve gönüllerine yerleştirildiği ölçüde genç, kalbî, ruhî dağınıklığa düşmeyecek ve özünü koruyacaktır. Aksi halde, makam sevgisi, şöhret hissi, hayat endişesi ve tama' duygusu gibi insanın iç dünyasını karartan hastalıklarla, her gün ümit semamızdaki yıldızların kayıp kayıp gittiğini görecek ve iç burkuntularıyla iki büklüm olacağız. (Sızıntı, Haziran 1986)
Fethullah Gülen, ülkenin yarınlarını inşa edecek gençlerin hangi nitelikte olması gerektiği üzerinde de çok ciddi olarak durur. Bir zaman toplumun anarşiyle sarsılması karşısında iki büklüm olan Fethullah Gülen, 1980'lerin Türkiyesinde de ülkenin idealsiz kalabalıklar haline gelmesinin ızdırabı içindedir. Ve bu ızdırabı dindirecek olan genç nesildir, genç adamdır:
Genç adam! Düşün bir yığın dert ki, kaç asırlık..
Sarmış cemiyeti onulmaz pek çok hastalık.
Milletin her yanı ayrı bir illetle malûl;
Beyinler sarsık, kalpler baygın, devâsı meçhûl..
Meydanlar inliyor; gayesiz kalabalıklar..
Ve insanlar tıpkı "akvaryumdaki balıklar:"
Şaşkınlıkla gidip kâh sağa tos, kâh sola tos..
Böyle bir topluluk içinde idrake paydos!
Bunca fezâyîle cemiyet yaşar mı? Heyhât!
Göz görmez, kulak sağır, "kapkaranlık hissiyât.."
Şehirler çirkef oldu, sokaklar zift kanalı;
Gençler serâzat, her şey hürriyet payandalı...
Hayâ yırtılıp gitmiş, iffet ayak altında,
Yalan som altın, aldatma sultanlık tahtında...
Kurt gövdenin içinde, yapraklar bir bir solmuş,
Millî ruh derbeder ve millet dâğidâr olmuş...
Genç adam; bu badirenin bahadırı sensin!
Yıllardır, hayallerde, düşlerde beklenensin...
Doğrul! Kendine gel! Bak, tan yeri ağarıyor;
Ve ışıklar karanlık ordusunu boğuyor.
Hiç durma, koş tulumban elinde dört bir yana!
Göğüsle alevleri, bu bir vazife sana! (Sızıntı, Mayıs 1985)
Fethullah Gülen, ülkeyi sarmış olan dertlerin çaresi ve hastalıkların tedavisi adına "varlığı en temiz ruhlardan daha temiz, düşüncesi çağın bütün problemlerini çözecek kadar güçlü, sinesi meleklerin gönülleri kadar yumuşak ve iradesi cehennemler karşısında dahi pes etmeyecek kadar sağlam" bir genç nesil arzular. Beklenen bu gençlik, söz pazarlarını bulaşıktan temizleyecek, sözü sultanlarıyla buluşturacak, yani söylenmesi gerekeni ve söylenmesi gerektiği şekilde söyleyip, yapılması gerekeni yapılması gerektiği şekilde yapacak bir gençliktir. Onda, Hz. Âdem'in vefa ve sadakati, Hz. Nuh'un azim ve kararlılığı, Hz. İbrahim'in yumuşaklık ve hakka teslimiyeti, Hz. Musa'nın yiğitliği ve Hz. İsa'nın müsamahası vardır. O, inkâr ve dalâleti, cehalet ve utanmazlığı Kaf dağının arkasına atacak, sanat ve ilim âşıklarına iman ve marifet zevkinin en erişilmezini duyuracaktır. Yine o, kitlelerin inandırılıp uyarılması için kederini sözlerine karıştıracak, hasret ve hicranlarını göz yaşları haline getirip kurak ve çorak yerlerin bağrına salacak, her yere uğrayıp herkesi ziyaret edecek, uğrayıp ziyaret ettiği yerlere, gönül nağmelerinden mesihî soluklar gibi diriltici besteler duyuracak bir söz, hâl ve gönül eridir.
Fethullah Gülen, ilgili diğer yazılarında daha başka niteliklerinden de söz ettiği bu gençliğin, yalnız Türkiye için değil, kendi değerlendirme ve ifadeleriyle, bu irade ve himmet insanlarının gelişi, bizim milletimiz için olduğu gibi, bir manâda topyekün insanlığın kurtuluşunu da beraberinde getirecektir. Bugün bütün insanlık, derbeder ve perişandır; bu gençlik, hemen her şeyin ayağa düştüğü, ilmin her şeyi maddede arayanların oyuncağı olduğu ve inkâr hesabına istismar vasıtası yapıldığı, her ağızdan yükselen ayrı ayrı seslerin, her kafadan çıkan farklı farklı düşüncelerin yığınları bütün bütün şaşkına çevirdiği bir dünyada derbeder ve perişan bütün insanlık için de, yarınlar adına ümit kaynağı olduğu inancındadır. (Sızıntı, Nisan, Mayıs 1990)
Okul ve Öğretmen
Fethullah Gülen, eğitim-öğretim konusunda okul ve öğretmene ayrı bir yer ayırır. Ona göre okul, bir öğrenme ve eğitim alma yeridir. Orada hayat ve ötesine ait her şey öğretilir. Aslında, hayatın kendisi de bir okuldur. Ne var ki, biz hayatı da ancak okul sayesinde öğreniriz.
Okul, hayatî hadiselerin üzerine irfan hüzmeleri göndererek, onları aydınlatır, öğrencilerine çevrelerini kavrama imkânı hazırlar. Aynı zamanda, gayet hızlı olarak eşya ve hadiseleri keşfetme yolunu açar ve insanı düşünce bütünlüğüne, düşüncede istikamete ve çoklukta teke götürür. İyi bir okul, fertte fazilet duygularını inkişaf ettiren, öğrencilerine ruh yüceliği kazandıran bir melekler otağıdır. Bin koldan akıp giden hayatın, nasıl kendine has kimliği kazandığı yer okul ise, aynı şekilde, çocuğun gerçek şeklini aldığı ve benliğinin sırlarına erdiği en önemli eğitim yuvası da yine okuldur. Dağınık bir ırmağın dar bir geçitte katlanıp kendine has ihtişamıyla görünmesi veya ağaçtaki saf hayatî sıvının billûrlaşıp güneş hüzmeleriyle münasebete geçmesi, ya da, bir ağacın veya meyvenin, çekirdekle başlayıp dallanıp budaklandıktan sonra yeniden çekirdekte birliğe ulaşması gibi, hayatın çokluk içinde akışı da ancak okul sayesinde birliğe ulaşır.
Fethullah Gülen, okulun ve okuldaki eğitim-öğretimin hayatın tamamını kapsadığı inancındadır. "Okulun, hayatın sadece bir parçasında insanı ilgilendirdiği sanılır; aslında o, kâinat mektebindeki bütün dağınık şeyleri bir arada görme ve gösterme vazifesiyle, çıraklarına sürekli okuma imkânı hazırlayan, susarken dahi konuşan bir yuvadır. Bu sebeple o, hayatın sadece bir bölümünü işgal ediyor görünse de, bütün zamanlara hükmeden ve hadiselere sözünü dinleten tam bir hakimiyet sembolüdür" diyen Gülen, okula katılan her öğrencinin, bütün bir ömür boyu oradan aldığı dersi tekrarladığını ve okulda alınıp da benliğe mal edilen hüner ve bilginin, fazilete giden yollarda birer rehber ve kapalı kapıları açan sırlı bir anahtar olduğunu ifade eder.
Fethullah Gülen, toplum içinde en büyük değeri öğretmene verir. Ona göre öğretmen, bir anlamda mabet fonksiyonu da gören okulun kutsal varlığı, doğumdan ölüme kadar bütün bir hayat boyu hayatı şekillendiren kudsî rehberdir. Gülen, "milletine, kader programında önderlik yapıp, ahlâk ve karakterini yücelten ve ona ebediyet şuurunu aşılayan, melek soluklarının mihraklaştığı bu üstün varlığa denk yeryüzünde ikinci bir yaratık gösterilemez" der.
Gülen'e göre, öğretmenin fert üzerinde tesiri, anne, baba ve toplumun tesirinden daha fazladır. Aslında, anneyi de, babayı da, hattâ toplumu da yoğuran odur. Onun elinin içine girmediği her hamur, tatsız ve tuzsuz sayılır.
Öğretmen üzerinde ileri mütalâalarına devam eden Gülen, şunları söyler:
Melekler otağı bir okulda öğretmen, saf ve temiz tohumun ekicisi ve koruyucusudur. İyisiyle, sağlamıyla meşgul olmak onun vazifesi olduğu gibi, hayat ve hadiseler karşısında ona yön verip, hedef göstermek de yine ona aittir. Her gün ayrı bir sancı ve ızdırapla talebenin gönlüne inen, ders ve davranışlarıyla onun dimağına silinmez renkli çizgiler bırakan öğretmen, yeri doldurulmaz bir öğreticidir. Öğrenciye, ona yol gösterici ve eğitici iyi örneklerin verilmesi, ancak, siması hakikat gamzeden, bakışları alabildiğine derin ve çıraklarına vereceği her şeyi gönül prizmasından geçiren öğretmenle mümkün olabilir.
Öğretmenin kanatlanan himmeti, gayreti, çırağını kâh yıldızlara yükseltir, kâh ona vicdanında soluk aldırır ve bu iki şey arasında duyulan hayret, hasıl olan düşünce, onu yaşadığı boyutun dışına çıkarır. İşte bize göre gerçek öğretmen, böyle teker teker eşya ve hadiselerdeki nirengileri yakalayan, bir alıcı ve verici kontaklaşması gibi, hayat ve vicdan arasında münasebet kuran, her şeyden gerçeği duymaya ve her dille ona tercüman olmaya çalışan insandır.
Öğretmenini bulmuş bedevî bir topluluk, melekler kadar ulvîleşir ve toplum halinde öğretmen olma payesine yükselir. Onun elinde madenler saflaşır, som altına ve/veya pırıl pırıl gümüşe dönüşür. O esrarlı elde en ham ve en değersiz şeyler, değerler üstü elmaslar haline gelir. Hiçbir fabrika onun kadar seri ve onun kadar sistematik olarak iş göremez. Karşısına aldığı yüzlerce insana, bir anda bütün duygu tayflarını intikal ettirmek ve onların varlıkları içinde ikinci bir varlık haline gelmek, öğretmenden başka kimseye müyesser olmamıştır. Öğretmen, sırlar âleminin aşılmaz zirvelerinden sızıp sızıp bize gelen manâların tercümanı ve varlık âlemindeki sezilmez faaliyetlerin sesi ve sözüdür. Onun sayesinde insan bulutlar gibi yükselir ve rahmet olarak yere iner. (Sızıntı, Ekim-Aralık 1979)
Okul ve öğretmen üzerinde bu şekilde durduktan sonra, okulda verilmesi gereken dersler ve öğrenciye kazandırılması gerekenlere temas eden Fehullah Gülen'e göre, bilmek bizâtî bir değer ifâde etse de, öğrenciyi bilgi hamalı haline getirecek bilgi, talebenin omuzunda bir yük ve bir vebal olur. Bu bakımdan, öğrenilecek ve öğretilecek her şey, insan şahsiyetini bütünleştirici ve iç âlem ile eşya ve hadiseler arasındaki ince münasebeti keşfe yönelik olmalıdır. Hattâ bundan da öte, öğrenilen şeye ait her parça, pratiğe sağlam bir mesnet ve yeni terkiplere götürücü esaslı birer dayanak mahiyetinde bulunmalıdır. Gülen, ayrıca, "çocukluk ve okul çağında okutulacak kitaplar, şiir olsun nesir olsun, düşünceye kuvvet, ruha metanet, ümit ve azme fer verecek mahiyette olmalıdır ki, iradeleri güçlü, fikirleri sağlam nesillere sahip olabilelim" der ve şöyle devam eder: "Okulda ilim benliğe mal edilir ve insan, bu sayede yaşadığı katı madde dünyasının boyutlarını aşar ve bir bakıma sonsuzluk sınırına ulaşır. Benliğe mal edilememiş ilim ise, insanın sırtına vurulmuş bir yük, hem de insanı mahcup eden bir yüktür. Evet, fikre aydınlık, ruha kanatlanma vadetmeyen her türlü kaba belleme ve ezbercilik, benliği aşındıran bir törpü, kalbe de indirilmiş bir darbedir."
"Şahsiyetimizle eşya arasındaki esrarı çözmeye yönelik olmayan bir bilginin, haricî dünya adına ve onunla bütünleşme hesabına öğrenciye kazandıracağı hiçbir şey yoktur" diyen Gülen, "sadece öğrenmek ve önüne gelen her şeyi öğrenmek, götürdüğü şeyler itibarıyla hiç bilmemekten daha tehlikelidir" düşüncesindedir. Bu sebeple de, ona öre, insanı kâinatla bütünleşmeye götürücü hususlar üzerinde durulmalıdır. Bu nokta, düşüncenin ilk merhalesi, öğrenme ruh ve ciddiliğinin de en sağlam belirtisidir. Bu teminatı elde ederek ilim yoluna koyulma, insanı ezbercilik ve hafıza müsabakasından kurtaracağı gibi, materyalizmin içine düştüğü kabukla uğraşma ve hezeyanlardan da koruyacaktır.
Gülen, "gençlere öğretilecek şeylerle, onları birer hafıza hamalı kılmaktan çok, yaş ve kültür durumları dikkate alınarak, gördükleri nesnelerin ötesinde gayeler hissettirilmeli ve öğreneceği şeyler, hazmedebileceği ölçüde verilmelidir" der ve şöyle devam eder: "Daha ilk okulda çocuğa cihan coğrafyası, beşer tarihi veya felsefe ile taşıyamayacağı bir yük yüklemek, ders için de, talebe için de talihsizliktir. Her gün, ilim adına, öğrencisini bin şüphe ve tereddütle baş başa bırakan öğreticiye öğretmen denemeyeceği gibi, onu bir laboratuar ciddiliği içinde doğru neticelere götüremeyen okul görünümlü binalara da okul denemez."
Fethullah Gülen, daha sonra iyi bir eğitim-öğretim için iyi bir programın âdeta genel hatlarını çizer:
Okulda eğitime başladığı ilk dönemde çocuğa önce dil, ideal, inanç, ahlâk, karakter, sonra da bu temeller üzerinde sosyal bir kimlik kazandırılmalı ve o, içinde yaşadığı devrin şartları da dikkate alınarak, ilimler adına inkılâpçı, daha doğrusu, daimî bir dirilişle hep yeni ve hep taze bir anlayışa ulaştırılmalıdır. Sonra, bu noktadan hareketle de onun, sanat, ticaret, ziraat, ilim ve teknik gibi meselelere alıştırılması, adapte edilmesi sıralanabilir. Bir toplumun âhenk içinde ve sürekli olarak varlığını sürdürebilmesi, onun inanç ve ahlâka, bunun yanında sanat, ticaret ve ziraata, bunların da yanında devletler arası dünya dengesinde yerini alma gayret ve çabasına bağlıdır. Bir toplum, bilgin, aydın ve yetişmiş kadrolarıyla rehberler, sanat ve ticaret erbabına mürşid ve bütün hayatî meselelerde öncüler yetiştirmiyorsa, o toplum felçli, gelecek adına da talihsiz ve nasipsiz demektir. Bu itibarladır ki, okulda okutulan derslerin yanında, talebenin iç enginlikleriyle ele alınması da çok önemlidir.
Öğrenciye nasıl davranılması gerektiği konusunda da uzun uzun tahlillerde bulunan Fethullah Gülen'e göre, okulda verilecek öğretim ve eğitimde, öğrencinin bütün yanlarıyla çok iyi tanınması ve bu hususta acele edilmeden, belli bir tedrîciliğin takip edilmesi şarttır. Bu çerçevede öğrenciye verilecek şeylerin dozajı iyi ayarlanmalı, ona bunların aktarılmasında sabır ve kararlılık gösterilmeli, irşad ve terbiye tesirini göstermiyor diye ümitsizliğe düşmemeli, terbiye ve yetiştirmede akıl, kalp ve ruhun beraber doyurulmasına, akıl kadar kalp ve hislere, kalp ve hisler kadar akla hitap edilmesine özen gösterilmelidir. Öğrencinin kusurları, doğrudan onun yüzüne vurulmadan, öğrenci bilhassa başkaları yanında mahcup edilmeden, o kusur umumî telkinlerle giderilmeğe çalışılmalı, bunun başarılı olmadığı yerde, hususî olarak hususî bir yerde kendisiyle birebir ilgilenip, konuşulmalıdır. Öğrenciye telkin edilecek her iyi şey, o işin kahramanlarıyla, her kötülük ve fenalığa set çekme de, fenalıklara ve kötülüklere karşı direnmiş yiğitlerle müşahhas hale getirilmelidir. Öğrencinin gönlü yüce ideallerle donatılmalı, sevgi, korku ve tedipte denge mutlaka muhafaza edilmelidir. Bütün bunlardan ayrı ve belki en önemli bir prensip olarak, öğretmen, öğrenciye anlattığı her mevzû ve meselede bilgisiyle kendisini kabûl ettirdiği gibi, telkin ettiği bütün güzellik ve iyiliklerde de ona bizzat ve yaşayışıyla örnek olmalıdır.
Gülen'in, bütün iç ve dış özellikleriyle resmini çizdiği ve onun ifadesiyle, "ötelere açılmış, insanı bütün yanlarıyla keşfedip kucaklayan ve âdeta melekler otağı haline gelmiş bir okul", insanın yoğrulup, gerçek cevherinin ortaya çıktığı, ortaya çıkıp som altın haline geldiği bir laboratuar; aklı fenlerle, ilimlerle aydınlık, kalbi inanç, ahlâk ve en saf duygularla berrak ve böyle bir akıl ve kalbin ışığında öğrencinin himmetini kanatlandıran öğretmen de, yarınlarımızın teminatı olacak nesillerin yoğrulduğu bu esrarengiz laboratuarın gerçek üstadıdır: belimizi sihirli elleriyle doğrultacak, ufkumuzdaki karanlıkları temiz soluklarıyla giderecek mukaddes üstadı (Sızıntı, Nisan-Temmuz 1981; Ekim-Aralık 1979).
Ali Ünal, Bir Portre Denemesi, Nil Yayınları, İstanbul, 2002
- tarihinde hazırlandı.