Fethullah Gülen'in Aksiyonunda Cihad ve/veya Tebliğ
Bugün, gerek tarihte uğradıkları anlam kayıp ve kaymalarından, gerek Müslümanların onları yanlış anlayıp yanlış temsil etmelerinden, gerekse İslâm'a karşı ve düşman çevrelerin, bu arada ve özellikle son asırlarda oryantalistlerin onları farklı görüp, farklı göstermelerinden dolayı, pek çok temel İslâmî kavram yanlış anlaşılmaktadır. Bu türden yanlış anlayışa kurban giden en önemli kavramlardan biri cihaddır.
Rahatlıkla diyebiliriz ki, Fethullah Gülen'in aksiyonunun adı da cihaddır. İslâm'da ve onun terminolojisinde cihadın ne anlama geldiğine geçmeden önce, Fethullah Gülen, neden cihad ve tebliğ kelimelerini ön plana çıkarmaktadır, bu konu üzerinde kısaca durmakta yarar var.
Önce şu hususu hemen belirtmek gerekir ki, Fethullah Gülen, dinî kimliği ön planda olan bir aksiyon insanıdır. O, ülkesine ve insanlığa hizmeti birinci derecede, dinî değerlerin yerli yerine oturması ve insanların hayatında kendilerine özgü gerçek fonksiyonu yerine getirmesinde görmektedir. Dolayısıyla onun, dinî kavramlarla konuşması gayet normaldir.
İkinci olarak, her ilmin, hattâ her mesleğin kendine ait kavramları vardır. Bu kavramlar bilinmeden veya yerlerine başka kavramlar koyarak o ilim anlaşılamaz; anlaşılamadığı gibi, yanlış da anlaşılır. Bunun yanısıra, birden fazla ilim ve meslek dalında kullanılan kavramlar da vardır ki, bunların her ilim ve meslek dalındaki anlam ve muhtevaları bilinmeden, yine o ilim ve meslek dalı yanlış anlaşılmaktan kurtulamaz. Meselâ, 'ameliyat' veya artık Türkçe'de de kullanılan şekliyle 'operasyon' kelimesinin askerlikte, tıpta ve matematikte ayrı anlam ve muhtevası vardır. O, askerlik dilinde harekât (operasyon), tıpta ameliyat (operasyon), matematikte işlem manâsına gelir. Bunun gibi, eğer İslâm'ı doğru anlamak gerekiyorsa, bu takdirde o, kendi kavramlarıyla takdim edilmeli, fakat bu kavramlar anlam ve muhtevalarıyla çok iyi bilinip, yerli yerinde kullanılmalıdır. O bakımdan, Fethullah Gülen'in bir aksiyon olarak cihad ve tebliği ön plana çıkarması, normal olmanın ötesinde bir zorunluluktur.
Bu kısa açıklamanın ardından, önce cihadın ne manâya geldiğine bakabiliriz:
Cihad, Arapça cehd veya cühd kökünden isim olup, takat nisbetinde bir çabayı ifade eder (İsfahanî, 101). Dolayısıyla cihad, bizzat Fethullah Gülen'in tarifiyle, her türlü meşakkat ve zorluğa göğüs gerip, çalışmak, çabalamak ve gayret etmek gibi manâlara gelir. Cihad, yine Gülen'e göre ve terim anlamıyla, insanın kendi özüne ermesi veya insanların özlerine erdirilmesi işidir (İ'lâ-yı Kelimetullah veya Cihad, 13; Asrın Getirdiği Tereddütler 3, 186).
Gülen, cihadla ilgili açıklamalarına şöyle devam eder:
Peygamberlik, Allah tarafından bazı müstesna insanlara verilen bir pâye, bir meslektir. Onların işleri, Allah'ın anlatılması ve getirdikleri dinin tebliğ edilmesidir. Bu vazife, peygamberlik mesleğinin gereğidir. İnsanlar arasında birçok meslek dalı ve o mesleğin gerekli kıldığı bir çok vazifeler vardır. Bir berberin, bir marangozun, bir saracın veya başka bir meslek erbabının kendilerince ufuk-nokta kabul ettikleri bir gaye ve hedefleri mevcuttur; ve bulundukları yeri de hedefe göre değerlendirmeye tâbi tutar ve öyle kıymet verirler. Peygamberlik mesleğinde hedef şudur: Allah'ın tanıtılması ve insanlığın O'nu tanımakla sonsuzluğu yakalaması, dünyaya gelirken iniş kavsiyesi (helezonik iniş çizgisi) çizen insanın, yeniden dönüp bir arşiye (helezonik çıkış çizgisi) çizerek Allah'a ulaşması.. şu fâni âlemde beka cilveleri göstermesi... yoktan varlığa ait renklerle oynaması ve düşünceleriyle ebediyet gamzeden bir gökkuşağı olması... öyle zafer takı gibi bir gökkuşağı ki, zafer taklarının altından bir kere geçilir ve gidilir. Ama, onlar gökkuşağından taklar gibi, saatler ve saatler geçilip gidilmeyecek şekilde insanın başının üstünde tüllenir durur. İşte insan, böyle bir ebede namzet olarak gelmiştir ve insanda bu düşünce, duygu ve mahiyetindeki bu hakikatı tahakkuk ettiren de (gerçekleştiren) ancak nübüvvetin manâsını taşıyan ve nübüvvet vazifesini yerine getiren peygamberlerdir. Dolayısıyla peygamberlik mesleği, Allah yanında en nezih, en kudsî bir meslektir ki, Cenâb-ı Hakk, Zât-ı Ulûhiyeti'nden sonra onların risaletine dikkat çekmiştir. İşte böyle kudsî bir mesleğin en kudsî vazifesi de cihaddır. Mademki her meslek neticede varacağı ve elde edeceği noktaya göre değerlendirilecek ve o mesleğe değer atfettiren husus da varacağı netice olacaktır; öyleyse bu en mukaddes mesleğin vardırmak istediği noktaya vesile ve vasıta olan hareket tarzı da aynı seviyede mukaddes bir iş olacaktır. (İ'lâ-yı Kelimetullah veya Cihad, 39-40; Asrın Getirdiği Tereddütler 3, 188-89)
Cihadı peygamberlik mesleğinin adı olarak değerlendiren ve bunun hedefini de, 'Allah'ın tanıtılması ve insanlığın O'nu tanımakla sonsuzluğu yakalaması, dünyaya gelirken iniş kavsiyesi (helezonik iniş çizgisi) çizen insanın, yeniden dönüp bir arşiye (helezonik çıkış çizgisi) çizerek Allah'a ulaşması.. şu fâni âlemde beka cilveleri göstermesi... yoktan varlığa ait renklerle oynaması ve düşünceleriyle ebediyet gamzeden bir gökkuşağı olması' şeklinde tanımlayan Gülen, bir hadis-i şeriften hareketle, cihadı büyük cihad ve küçük cihad olmak üzere iki kategoride ele alır ki, bu ayırım, cihadın anlam ve muhtevasını bilmek için son derece önemlidir.
Fethullah Gülen'e göre, insanın gücünü kullanarak, kendini zorlayarak, hayat akışına ters mânilere karşı göğüs gererek kendi özüne ermeye çalışması büyük cihad, buna karşılık, başkalarının da özleriyle bütünleşmeleri için gayret etmenin adı da küçük cihaddır. Allah Rasûlü'nün ifadesiyle büyük cihad, nefisle cihaddır ki, insanlığın temizlenmesi, saflığa ermesi, Allah katında arzu edilen niteliği kazanması, yani, âyetlerle zihnin yanlış kabullerden, yanlış düşüncelerden ve batıl inançlardan, ibadet, istiğfar (bağışlanma dileme), riyazet (az yeme, az içme, az uyuma...) gibi kendine özgü amellerle de kalbin günahlardan arınması, arınmış kalp ve zihinle Kitab'ın ve hikmetin öğrenilmesi ve gerekli daha başka bilgilerin kazanılması eylemidir. (İ'lâ-yı Kelimetullah veya Cihad, 19-35; Asrın Getirdiği Tereddütler 3, 194, 198-200)
Cihadı, önceki bölümde anlamını verdiğimiz ve peygamberlerin gönderiliş gayesini ve misyonlarını açıklayan âyet çerçevesinde açıklayan Fethullah Gülen, bu konudaki açıklamalarını şöyle sürdürür:
Peygamberler, insanların, gözlerinden perdeyi aralamak ve onların, Cenab-ı Hakk'ın âyetlerini okumalarını temin etmek için gönderilmişlerdir. Böylece onların gönül ve kalblerindeki engeller yıkılacak; eşya ve hadiselere bakış keyfiyetleri tamamen değişecektir. İnsanların körlük ve sağırlık hesabına geçen günleri, peygamberlerin getirdikleri nur sayesinde bir manâ ve değer kazanacaktır. Evet, âyât-ı tekvîniyeyi (Allah'ın kâinat ve hayat için koyduğu ve bilimlerin konusu olan kanunlar) okuma ve anlama ancak onlarla mümkün olmuştur. Nebîdir insanları temizleyen ve onları özlerine erdiren. Çünkü insanlar madenler gibi işlenmeye muhtaçtırlar. Belli bir potada erimelidirler ki, üzerlerindeki işe yaramayan kısmı atarak arzu edilen keyfiyeti elde edebilsinler. İstenilen keyfiyet ise, hiç şüphesiz, Cenab-ı Hakk'ın razı olduğu hüviyete kavuşmuş olmaktır. Bu hâle ermek ise, ancak nebîlerin irşadıyla mümkün olabilecektir. Onların eritici ve erdirici potasına girmeden saf ve som altın veya gümüş hâline gelmek asla mümkün değildir.
Âyette dikkat çekilen bir husus da, Nebî'nin Kitab'ı ve hikmeti öğretmesidir. Eğer Kitap'tan maksat Kur'ân ise - ki öyledir - hikmet Kur'ân'dan başkasıdır. Yani hikmet, Efendimiz'in Sünnet-i Seniyyeleridir. Nebî, bunların ötesinde bir de bizlere, o güne kadar bilmediklerimizi öğretecektir. Kıyamete kadar gelecek insanların Nebî'den öğrenecekleri çok şey olacaktır... Şahsî hayat adına, kalb tasfiyesine giden yolları bizler, Allah Rasûlü'nden öğreniyoruz. O'nun talebeleri arasında öyleleri yetişiyor ki, Hz. Ali gibi, 'gayb perdesi kalksa yakînimde bir artış olmayacak' diyebilenler... Şah-ı Geylanî gibi yerde iken gökteki esrarı sezenler.. Fudayl b. İyaz, İbrahim Edhem, Bişr-i Hafî gibi daha binler ve yüzbinler... İnsanlık, hayatın her sahasında, O'ndan bugüne kadar akıl erdiremediği birçok meseleyi öğrenmiş ve gelecekte de cehaletin bütün karanlıklarından O'nun getirdiği nur sayesinde kurtulup, ışık cümbüşleri arasında birer aydınlık tûfânı idrak edecek; ilim fen ve tekniğin doruğuna bu ışıktan merdivenlerle tırmanacaktır. (İ'lâ-yı Kelimetullah veya Cihad, 13; Asrın Getirdiği Tereddütler 3, 186)
Daha sonra cihadın önemine temas eden Fethullah Gülen, küçük cihad ile ilgili olarak da şunları ifade eder ve iki cihad şeklini birbiriyle karşılaştırır:
Küçük cihad, sadece cephelerde elde edilen bir cihad şekli değildir; (yani o, mutlak anlamda savaş demek değildir.) Bu şekilde bir anlayış cihad ufkunu daraltmak olur. Halbuki cihadın yelpazesi şarktan garba kadar geniştir. Bazen bir kelime, bazen bir susma, bazen sadece yüzünü ekşitme, bazen bir tebessüm, bazen bir meclisten ayrılma, bazen de meclise sadece dahil olma, kısacası, yaptığı her işi Allah için yapma, sevgi ve öfkeyi O'nun rızasına göre ayarlama, bütünüyle bu cihadın şümûlüne girer. Hayatın her sahasında, cemiyetin her kesiminde, onu (hayatı ve toplumu) iyileştirme adına sürdürülen her türlü gayret de, yine cihadın manâsına dahildir. Bu cihad bir manâda maddîdir. Manevî cepheyi teşkil eden büyük cihad ise, insanın iç dünyasıyla, nefsiyle olan cihadıdır ki, bunların ikisi birden yerine getirildiği zaman denge korunmuş olur. Aksine, bunlardan biri eksik olduğu zaman hakikattaki muvazene (denge) bozulur.
Küçük cihad, dinin emirlerini fiilen yerine getirmek ve o mevzuda kendinden bekleneni eda etmektir. Büyük cihad ise, bu emirleri ihlâsla ve şuurla yerine getirme; kin, nefret, haset, benlik, gurur, kendini beğenme gibi varlığında ne kadar yıkıcı ve tahrip edici his ve duygu varsa, bütününe birden savaş ilan etme demek olup, hakikaten zor ve çetin bir cihaddır ki, bu zorluğu ve öneminden dolayı buna büyük cihad denmiştir. Eğer insan cihadı bütünüyle dışa karşı yapılan davranışlara bağlıyor ve bir iç murakabesinden uzak bulunuyorsa, o tehlike mıntıkasına girmiş sayılır. Asr-ı Saadet'in insanı, harp meydanlarında kavga verirken arslanlar gibi dövüşür, gece olunca da hepsi birer derviş kesilir ve sabahlara kadar ibadet ve zikirle Cenab-ı Hakk'a kullukta bulunurlardı. Sanki onlar, gündüzleri gözleri hiçbir şey görmeyen o cengâverler değil de, bir köşede inzivaya çekilmiş zahidlerdi. (Asrın Getirdiği Tereddütler 3, 198, 206-208)
Kısaca, Fethullah Gülen'e göre, İslâmî bir kavram olarak cihad, gerçek insan olma, potansiyel insan olmaktan kâmil insan olmaya yükselme eylemidir. Bu, imanla, ilimle ve insanın tabiatındaki her türlü menfî duygu, kötü huy ve tahrip edici arzularla savaşmakla mümkün olur. Dini ihlâsla, şuurla yaşamak bunun yoludur. Buna karşılık, insanın sadece kendisiyle meşgul olması bencillik olup, o, başkalarını da aynı hedefe yönlendirmeli ve bu konuda hem malıyla, hem de bizzat uğraşarak elinden geleni yapmalıdır. Bu ikinci iş ise, küçük cihaddır. Dolayısıyla, niyetinde samimi ve Allah için öğrencisine insanlığa giden yolları öğreten bir öğretmen ile, bu gayeye yönelik okul yaptıran insan, cihad yapan insandır. Aynı niyetle, aynı maksatla ve insanları gerçek kemalâta erdirme adına yapılan her iş, cihadın kapsamına girer. Bu her iki cihad şeklini, yani büyük ve küçük cihadı yerine getirebilen insan, gerçek ve olgun insandır. Bunlardan büyük cihadı yerine getirmeyip, dini hep başkalarına anlatılacak kurallar mecmuası gibi görenler kaybetmişlerdir. Çünkü onlar, eylemlerinde samimi, ayrıca başarılı da olamazlar. Buna karşılık, sadece kendisiyle meşgul olup, 'kendisi için istediğini başkaları için de istemeyen', dolayısıyla onların iyiliği için de çalışmayan, bir bencildir; zamanla büyük cihadın da başarıya ulaşamaz ve yosun tutan durgun sular gibi pas bağlar.
Küçük cihadın önemli bir şekli, gerektiğinde cephelerde, dış düşmana karşı verilir ki, bu, bir insanlık realitesidir. İslâm, savaşı reddetmemiş, fakat onu sınırlamış, onun için kurallar getirmiş ve onu mukaddes bir hedefe bağlamıştır. Bu hedef ise, insanlarla Allah arasındaki, yani insanla hür vicdanı ve kalbi, iradî tercihi arasındaki engelleri kaldırmak; inanç hürriyetini sağlamak, Allah'a giden yolları açık tutmaktır. Bundan başka, fakat bunun boyutları olarak, bozgunculuğa meydan vermemek, adaleti sağlamak, vatanı savunmak; mal, can, aile sahibi olma ve akıl sağlığı gibi, temel insan hakları ve özgürlüklerini garantiye almak da, aynı hedefe dahildir. Aksi halde savaş, bir ayaklanma olur, bozgunculuk olur ve İslâm, yeryüzünde bozgunculuğun olmamasını ister. Fethullah Gülen, bu konuda ise şunları ifade eder:
Efendimiz (sav) bir hadislerinde yine bu iki cihadı bir arada zikreder: 'İki göz vardır ki, Cehennem ateşi görmez: Harp meydanları ve cephelerde nöbet tutan askerin gözü ve bir de Allah korkusundan ağlayan göz.' Sınır boylarında veya harp meydanlarında, en tehlikeli anlarda nöbet tutarak uykuyu terkeden insanın cihadı maddî cihaddır. Bu cihadı yapan insanın gözü Cehennem ateşine maruz kalmayacaktır. Bir de manevî ve büyük cihadı yerine getiren göz vardır ki, o da Allah korkusundan ağlayan gözdür. Evet, bu iki göz de Cehennem'i ve onun azabını görmeyecektir. Allah korkusuyla ürperip ağlayan göz; düşmanın geleceği yerleri gözetleyen, nöbet bekleyen, memleketin başına gelecek felâketler karşısında göğsünü siper eden, müesseseler kuran, yaşatma zevkiyle yaşama hazzından uzak kalan insanların gözleri Cehennem ateşi görmeyecektir. Bu itibarladır ki, sadece meseleyi, sağda-solda diyalektik yapıp, millete bir şey anlatma şeklinde cihad yapıyorum zannedenler, anlattıklarını ne ölçüde tatbik ettiklerini kontrol etmeyenler, sadece vakit öldürüyor ve bir de kendilerini aldatıyorlar demektir. İçlerini zapt u rapt altına alamamış, riyanın burnunu kıramamış, kendini beğenmeyi ayaklar altına alıp ezememiş, başkalarına iş buyurmayı ve gösteriş yapmayı omuzlarından silkip atamamış insanların yaptığı dış müdahaleler huzursuzluk kaynağı ve kuru gürültü olmaktan başka bir şey ifade etmeyecektir. Meseleyi yalnız manevî cihad şeklinde ele alan ve 'kendi kavgamı vermeden başkalarıyla uğraşmam doğru olmaz' deyip, bir köşeye çekilenler, çekilip nefsine derece kazandırmayı her şeyin üstünde görenler ve dışa karşı yapılan mücahedeye iştirak etmeyenler, bunlar da en hafif ifadeyle, İslâm'ı yogileştirme gayretine düşmüşler demektir. (İ'lâ-yı Kelimetullah veya Cihad, 13; Asrın Getirdiği Tereddütler 3, 215-17)
Tebliğ
Fethullah Gülen'in, aksiyonuna ad olarak kullandığı bir diğer kavram 'tebliğ'dir. Cihad gibi, bu kavram da tamamen Kur'ânî bir kavram olup, İslâmî terminolojide önemli bir yere sahiptir.
Tebliğ, sözcük olarak, 'gerek yer, gerek zaman, gerekse nitelik açısından maksada ulaşmak, sona varmak, nihayete ermek' manâlarına gelen Arapça 'Be-Le-Ğa' fiilinden türemiş bir masdardır (İsfahanî, 60). Kavram olarak ise, Allah'ın vahyini insanlara en mükemmel ve onların en iyi derecede anlayıp, idrak edecekleri ölçüde ulaştırmak demektir.
Fethullah Gülen, tebliğ üzerinde hassasiyetle durur. Ona göre tebliğ, bir açıdan cihadın bir boyutuyla eş anlamlı olarak, her peygamberin varlık gayesidir Peygamberler, Biz neyiz? Nereden geliyor ve nereye gidiyoruz? Bu yolculuğumuzda rehberimiz kimdir? şeklinde bütün filozofları ve düşünürleri meşgul eden soruları cevaplandırmış, bize hayatın gayesini, ölümün hakikatını öğretmiş ve bunlarla ilgili olarak bütün endişe ve korkularımızı gidermişlerdir. İşte onların bu gerçeklerle ilgili mesajları insanlara iletmeleri, varlıklarının gayesi olup, bu yaptıkları işe tebliğ diyoruz (Sonsuz Nur 1, 200-201).
Tebliğ'in önemli bir cephesi veya boyutunu 'Emr-i bil-maruf, nehy-i anil-münker', (yani, toplumda iyilikleri yayma, kişileri bu iyiliklere teşvik etme ve kötülüklerin önünü alma ve kişilerin onlardan uzaklaşmasını sağlama) görevi oluşturur. Fertlerin ve toplumların hayatiyeti için son derece önemli olan bu görev ihmal edilirse, toplumda kötülükler yayılırken, iyilik ve güzellikler kaybolmaya yüz tutar. Şüphesiz bu görevi yerine getirmenin kendine özgü yöntemi olup, Osmanlılardaki ihtisap müessesesi gibi, tarihte bu maksatla kurumlar oluşturulmuştur. Bu görevi yerine getirmenin çok önemli bir yolu veya boyutu nasihattır ki, bir hadis-i şerifte (Peygamberimizin sözü), 'Din nasihattır, din nasihattır, din nasihattır' buyurulur. Yani din, fertlerin ve toplumun hayatında nasihatla hayatiyetini koruyabileceği gibi, ferdler ve toplum da sürekli nasihata, hatırlatmaya muhtaç olup, ancak bu şekilde pörsümeden canlı olarak kalabilir. Hadisin devamında, nasihatla başka bir gaye ve herhangi bir menfaat güdülmeyip, onun Allah ve Rasûlü için yapılması ve onunla Allah ve Rasûlü'nün insanlara anlatılıp sevdirilmesi gerektiği, ayrıca, idareciler dahil, herkese nasihatta bulunulabileceği, bulunulması gerektiği ifade edilir (Buhari, 'İman'; Müslim, 'İman', HN: 82).
Fethullah Gülen, tebliğle birlikte, iyiliği yayma, kötülüklerin önünü alma vazifesi ihmale uğrayınca toplumun maruz kalacağı musibetleri Peygamber Efendimiz'den şöyle nakleder:
- Nasıl olacak haliniz, kadınların açılıp saçılarak sokağa döküldüğü, kötülüklerin her tarafta yayıldığı ve hakkı söylemenin terk edildiği gün?
Mü'minler topluluğunda bu tür şeylerin olabileceğine ihtimal vermeyen Sahabe, hayretle sordu:
- Bunlar olacak mı ki ya Rasûlellah?
Allah Rasûlü (sav), 'Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, daha şiddetlisi de olacak' buyurunca, etrafa garip bir hava çöktü ve Sahâbe dehşet içinde yeniden sordu:: 'Bundan daha şiddetlisi nedir ya Rasûlellah?' Bunun üzerine İnsanlığın İftihar Tablosu, 'Bütün kötülükleri iyi ve bütün iyilikleri kötü gördüğünüz gün hâliniz nice olacak bir bilseniz?!' buyurdular.
Tebliğe ait vazife yapılmayınca izzet, şeref ve haysiyetin yerini zillet ve hakaretin alacağı muhakkaktır. Fıtrat kanunları çiğnenirse, bunların neticelerine de katlanmak gerekir! Bu hep böyle olmuştur, akl-ı selim sahibi kimselerin başka şey beklemeleri de düşünülemez. Bu yüzden, bunları vicdanına sığdıramayan Sahabe, hayretle bir daha sordu:
- Bu da olacak mı ya Rasûlellah? Yani iyilikler men edilip, kötülükler emredilecek mi?
- Daha şiddetlisi bile olacak!
- Bundan daha şiddetlisi de nedir, Ey Allah'ın Rasûlü?
- Kötülükler karşısında susup ve bizzat onu teşvik ettiğiniz gün vay halinize! (Yani, çoluk-çocuğunuzu akıntıya saldığınız, onları başıboş bıraktığınız, hattâ onlara halinizle, dilinizle, davranışlarınızla kötülüğü emrettiğiniz zaman.. daha da kötüsü neslinize Allah'ı unutturduğunuz ve Peygamber'i gönüllerden sildiğiniz gün hâliniz içler acısı demektir.)
Artık Sahâbe'de hayret ve şaşkınlık son haddine varmış, dizlerde derman kalmamış, göğüsler daralıp, nefesler tıkanmaya başlamıştı ki, dermansız, bitkin ve titrek bir sesle:
- Bu da mı olacak ya Rasûlellah?
- Evet. Hattâ ondan da şiddetlisi olacaktır. Allah'a (cc) yemin ederim ki, O şöyle buyurur: 'Celalime yemin olsun ki, bu duruma gelmiş bir cemiyetin içine çağlayanlar gibi fitneleri salıveririm...' (Heysemî, Mecmau'z-Zevâid'den, İ'lâ-yı Kelimetullah veya Cihad, 114-16 )
Fethullah Gülen'in tebliğ üzerinde hassasiyetle durması, hakkında açılan davanın iddianamesinde, onun güya devlete yürümesinin bir delili gibi sunulmaktadır. Oysa, Gülen'in tebliğle neyi kasdettiği ve tebliğin gayesi olarak neyi gördüğü eserlerinde gayet açıktır. Meselâ:
Seyyid Şerif imanı şöyle tarif ediyor: 'İman, insanın aklını kullanması veya âfâkî (dış dünya üzerinde)ve enfüsî (kendi iç dünyasında) tefekkür neticesinde Allah'ın, insanın içinde yakacağı bir meşaledir.' Öyleyse Nebî'nin ve dava-yı Nübüvvet'in varisleri olan tebliğ ve irşad erlerinin esas vazifesi bu meşaleyi tutuşturmak olmalıdır (Fasıldan Fasıla 2, 55).
Allah Rasûlü (sav) en inatçı, küfre âdeta kilitli insanlardan bile hiç ümidini kesmemiş ve fasıla vermeksizin tebliğ ve irşadına devam etmiştir. Bizim için esas olan Allah'a bir insan kazandırma, insanların küfr-ü mutlakını kırarak, onlara âhiret duygusunu aşılamadır. Bence bir insana bağışlanabilecek en büyük hediye de, işte bu olsa gerek. Bu da ancak, küreselleşen ve gün geçtikçe küçülen bir dünyada, diyalog ile, müsamaha ve mülâyemetle (yumuşaklık) olacak şeylerdendir (Fasıldan Fasıla 2, 152).
Yaptığımız tebliğ ve irşad faaliyetleri ile, Rabbimizin bizden razı olacağı hususunda vicdanlarımız iman ve itminan içinde. İşte Cennet'te bile yeni bir ufuk, ulaşılacak yeni bir merhale olan rıza makamına talip olan bizlerin, ne siyasî, ne idarî, ne askerî, ne de daha başka dünyevî şeylere talip olmamız düşünülemez. Bu payeyi bırakıp da hükümdarlık, başbakanlık, milletvekilliği vs. dememiz bir tenezzül (inme, alçalma) ifadesidir (Fasıldan Fasıla 3, s:137).
Bizim esas vazifemiz; müttakînden (Allah'a tam itaat edenler), zâhidînden (dünya zevklerine önem vermeyenler), mukarrabînden (Allah'a yakın olanlar), râdiyyînden (Allah'tan razı olanlar), mardiyyînden (Allah'ın kendilerinden razı olduğu), mahbûbînden (Allah'ın sevdikleri), muhibbînden (Allah'ı sevenler), safiyyînden (kalbleri tertemiz olanlar), ulemâdan (âlimler), sülehâdan (her yaptıkları sağlam, doğru ve sulh için olanlar) olmaktır. Evet, a'zamî takvayı, a'zamî ihlâsı, a'zamî verayı (en küçük günahlardan, hattâ bazı mübahlardan kaçınma) hedefleyip onlara ulaşmaktır. Hâl böyle iken, şimdilerde bütün bunlar bizim kavlî (dille yapılan) dualarımızda vird-i zebânımız (sürekli tekrarımız) değilse ve bunları fiilen yakalamaya çalışmıyorsak; hattâ geceleri gündüzleri bu istikamette değerlendirmiyorsak, vücudumuzun mikroplara karşı mukavemeti yok demektir (Prizma 2, s:106).
Ali Ünal, Bir Portre Denemesi, Nil Yayınları, İstanbul, 2002
el-İsfahanî, Ragıp, el-Müfredat fî Ğarîbi'l-Kur'an, Beyrut
- tarihinde hazırlandı.