Hoşgörü ve Diyalog

Herkesle Diyalog [1]

Mevlânâ'ya atfedilen bir söz var: 'Bir ayağım şeriatın içinde, diğer ayağım yetmiş küsur milletle beraber...' Esasen bizim mesleğimiz de bu düşünce çizgisindedir. Herkesle iyi geçinme, herkesle diyalog içinde olma ve herkesle şartların elverdiği ölçüde münasebet ve bağlantı kurma..

Elbette, herkesle diyalog içinde olmanın bir ölçüsü olacaktır. İnsan, ayağını sağlam basıyor ve İslami prensiplerle mukayyet yaşıyorsa, yani insanın bir ayağı, Mevlânâ'nın ifadesiyle hep dinin özüne bağlıysa, bu diyaloglar faydalıdır. Aksine, bu insanın hayatı sünnet yörüngeli değilse, kaymalar olabilir ve işte diyalogun bu türlüsü de hatalıdır, hatarlıdır.

Hoşgörü İklimi [2]

İnsanları kusurlarından dolayı mahkum etmek doğru değildir. Bizim, bütün münasebetlerimiz müsamaha ve hoşgörü yörüngeli olmalıdır. Bugün, bizi tenkit eden ve en ağır üslupla eleştirenlere karşı, eğer biz mülâyemet eksenli üslubumuzu ısrarla sürdürürsek -öyle inanıyorum ki- ekseriyeti itibariyle bunlar, bir gün gelecek bizim en samimi dostlarımız olacaklardır. Aslında, Kur'ân-ı Kerim'de bu hususu ders veren pek çok âyet-i kerime mevcuttur. Ayrıca bugüne kadar yüzlercesine şahid olduğum hâdiseler, artık bende kanaat-ı kat'iyye hasıl etmiştir ki, kötülüğe kötülükle mukabelenin ne bir faydası ne de bir manası vardır. Bu hususları düşünürken, Gandi ile ilgili bir vak'a hatırıma geldi:

Pakistan'ın, ayrılma dönemecine girdiği, gerilimin had safhaya ulaştığı günlerden birinde, Müslümanlar ile Hindular arasında çatışma olur. Nasılsa, bir yanlışlık veya kaza eseri Hindu çocuklardan biri de bu çatışmada hayatını kaybeder. Hindu baba, Müslümanlardan bir çocuk öldüreceğine and içer. Fırsatını yakaladığı anda da bir Müslüman çocuğun üzerine saldırır. Hâdiseyi görenler müdahale eder ve çocuğu kurtarırlar. Sonra da bu Hindu'yu Gandi'nin yanına getirirler. Gandi, niçin masum bir çocuğu öldürmek istediğini sorar adama; adam da: 'Onlar da benim çocuğumu öldürdüler, intikam için ben de onlardan bir çocuk öldüreceğim' der. Gandi ona şu cevabı verir:

-Öldüreceğin çocuk, senin ölmüş çocuğunu geri getirmeyeceğini biliyorsun; ille de ölmüş çocuğunun yerini doldurmak istiyorsan, onlardan bir çocuk al, evlatlık edin.. ve onu kendi öz evladın gibi bağrına bas!.

Bu hâdise, bu şekliyle olmuştur veya olmamıştır, önemli değil; önemli olan böyle bir durumda en az Gandi kadar insanî olabilmektir.

Aslında, hatırıma geldiği için naklettiğim bu vak'adaki dersi, bizim Gandi'den öğrenmeye ihtiyacımız da yok. İslam tarihi böyle ibret yüklü binlerce vak'ayla dolu...

Fikir, düşünce veya ekol ayrılığı sebebiyle, kalemlerini veya dillerini ok gibi sinelerimize salanlara, bizim de aynı şekilde mukabelemiz, sadece aradaki husumeti körükleyecek ve bu türlü düellolar kendi cephemizi yıpratmadan, yaralamadan öte de bir işe yaramayacaktır. Onun için, üzerine basa basa bir kere daha hatırlatmak isterim ki; günümüzde en çok muhtaç olduğumuz hususlardan biri, belki de en birincisi, fitneyi uyandıracak davranışlardan sakınmak, kin ve düşmanlıkları hoşgörünün ılımlı ikliminde eritmektir. Bunu becerebildiğimiz takdirde pek çok problem kendiliğinden halledilecektir.

Diyalogta İslami Ölçü [3]

Son hâdiseler münasebetiyle beni 'yıllarca İslam'a, Kur'ân'a, başkaldırmış, düşmanlık etmiş insanlarla dostluk kuruyorsun' diye tenkîd edenler oldu. Halbuki bu İslami bir düşünce ve bu düşüncenin hayata yansımasından ibarettir. Rica ederim Allah Rasulü (sav), yıllarca kendisine kan kusturan Ebu Cehil'i karşısına alıp muhatap olarak kabul etmedi mi? Ve daha onun gibi nicelerini... O halde çeşitli vesilelerle görüştüğümüz, konuştuğumuz bu insanlar -kaldı ki çokları inancını izhar ediyorlar- yüzünden, böyle İslami nasslarla te'lif edilemeyecek tenkîdler yapmanın manası ne? Bu aslında İslamı tam anlamıyla özümseyememenin bir ifadesidir. Hatta ben, 'Bu tavır, bu tarz, bu üslûb benim kendi tavrımdır..' desem ukalâlık etmiş, İslam'ın getirdiği evrensel kaideleri kendime mal etmiş olurum. Onun için bugün bir ateistle de karşılaşsam, aynı şekilde davranırım. Ve bu katiyen mümaşat, müdarat veya takiyye değildir. Aksine İslami tavır ve düşüncenin ortaya konuşudur.

İslam, öfkelendiğiniz zaman bile öfkenizi belli üslup içinde yansıtmanızı emreder. Gelin Kur'ân'a bakalım; onun çok sert bir üslup ile eleştirdiği nice meseleler vardır ki, onlarda isim tasrih etmez. -Her ne kadar esbab-ı nüzulcüler belli isimler verse de, rivayetlerin sıhhatinde şüpheler vardır-. Belki kıyamete kadar gelecek değişik tiplerle temsil edilecek düşünceleri, mülhidçe anlayışları tenkîd eder.

Evet, ilâhî ve evrensel dinin tebliğ ve temsil erleri, muhatabı olan kişi veya kitlelere sert davranmamalıdırlar. Paylaştıkları fasl-ı müşterekleri çok çok iyi değerlendirmeli ve hattâ bırakın bugünü, gelecekte onlara bir şeyler anlatmayı plânlıyorlarsa şimdiden İslami tavrın gereği olarak yumuşaklığı, mülayemeti fıtratlarının bir yanı haline getirmeli ve bu konuda yıllardan beri yapıla gelen yanlışlıklara son vermelidirler.

Spor ve Diyalog Süreci [4]

Dünyada, iletişim ağlarının genişlemesiyle beraber, demokrasi, barış, diyalog, hoşgörü ve müsamaha kavramlarının da yayılıp benimsendiği bir gerçektir. Bu kavramların daha da yaygınlaşması ve bütün Müslümanların bundan nasiplerini almaları için, fert ve toplum olarak herkese görev düşmektedir.

Burada topluma müessir olabilecek önemli güç kaynakları ve iletişim vasıtalarından biri de hiç şüphesiz spordur. Sporla ilgili şeyler, dünyanın bir ucundan diğer ucuna hemen bir anda intikal edebilmektedir. Mutlaka lüzumuna inandığımız ve bizim hesabımıza oldukça önem arz eden diyalog ve müsamaha düşüncesi diğer vasıtaların yanında bu yolla da herkese duyurulabilir.

Mesela futbolda sahada geçirilecek 90 dakikalık süre çok iyi değerlendirilebilir, oyun içinde gerekli performans gösterilip, tribünlerdeki seyircilere zevkli dakikalar yaşatılabilir ve kimsenin itiraz edemeyeceği, insanlık çapında bir kısım faziletler rahatlıkla sahada sergilenebilir. Evet, 90 dakikanın bu şekilde değerlendirilmesi çok önemlidir. Ancak ondan daha önemli bir husus var ki o da, eskiden olduğu gibi, yenilen ve yenen tarafların bir araya gelmeleri, birbirleriyle sarılıp, el sıkışmaları ve etraflarına centilmenlik yağdırmalarıdır. Onların bu şekildeki hareketleri, tribünlerdeki insanlara da yansıyacaktır. Bu yer yer sandalyeleri ateşe veren, birbirlerine sövüp-sayan, zaman zaman kanlı-bıçaklı birbirine giren ve sporu bu şekilde duygudan, düşünceden tecrid edilmiş bir meslek olarak görmek, göstermek isteyenlere de önemli bir ders olacaktır. Taraftarlar da kavga ve döğüş yerine, karşılıklı sevgiyle el sıkışıp, stadyumdan öyle ayrılacaklardır. Bütün bunlar küçük görülse de, bununla kin, nefret kırılıp, hiç olmazsa belli ölçüde nötr edilir ki dünyanın da buna çok ihtiyacı vardır.

İçte ve dışta bir kesim, belki dünyada diyalog ve beşerî münasebetlerin bu ölçüde temsilini istemeyeceklerdir. Bunun için de temkinli davranma mecburiyetindeyiz. Öyleyse bu iş temkinle götürülmeli ve temkin öncelikli yaşamalıdır. Yapılan her işte içten içe derince, çok akıllı, çok sağlam olmalı ve samimi hareket edilmelidir. Hatta biraz da mukassî görünülmelidir. Bunun bir metot olarak, meslekten mesleğe değişeceği de hatırdan uzak tutulmamalıdır. Bir imam camide, -eğer matlupsa- avazı çıktığı kadar bağırabilir, herşeyi açık konuşabilir, açık söyleyebilir. Ama bir sinema ve tiyatro sanatçısı, bir fikir kitabı yazarı öyle davranamaz; O, sunacağı mesajların, açık müdafaasını yapmak yerine, çok küçük bir mesele halinde, rollerinin ya da sayfalarının arasına sıkıştırıp sunmak zorundadır. Bunun böyle yapılmasında maslahat vardır. Yoksa o mesajların çarpıcılığı ve tesiri kırılır, müessir olunamaz. Sporda da aynı şey geçerlidir. Mesela atılan bir gol sonunda, 'bunu imanımla yaptım, Allah'ın izniyle böyle oldu' gibi sözler, bazı insanları hezeyana, tuğyana sevk edebilir. Bunun gibi, bazılarını rahatsız edecek hal ve davranışlardan sakınmakta maslahat olsa gerek.

Evet, maalesef günümüzde, bazı şeyleri böyle yadırgama söz konusu; bu fasıl aşılacağı âna kadar; dine, dinin vaad ettiği itmînana, ahiret hayatını garanti etmeye herkesin ihtiyacı olduğu ve bütün bunlar, usulünce sunulduğunda kabul göreceği mülâhazasıyla arkadaşların -mutlaka ama mutlaka- temkinle hareket etmeleri şarttır. Hemen bütün dünyada Müslümanlık adına bir şeyler yapmak isteyen pek çok kimse meseleye böyle hoyratça yaklaştıklarından dolayı, sevdirmekten ziyade maalesef nefret ettiriyor ve insanlar arasında aşılmaz uçurumlar meydana getiriyorlar. Oysa ki Müslümanlığın insanlar arasında köprü olmaya, yan yana ve uçurumsuz olmaya ve dahası açık olmaya ihtiyacı vardır.

Bizler bu ilkelere ters hareket eder ve kendi ufkuna göre diyaloga açık olan insanlara yaklaşamazsak, dinin ruhuna aykırı hareket etmiş oluruz. Çeşitli vesilelerle sevgisini, saygısını ifade etmek için el uzatan insanlara, aynıyla mukabele etmezsek, -hafizanallah- sevimsiz hale geliriz. Hatta bir kısım sürpriz olumsuzluklara sebebiyet vermiş oluruz. Hülasa olarak diyebiliriz ki, spor gibi önemli bir faktörün, mutlaka çok iyi değerlendirilmesi gerekir.

Hoşgörü [5]

Hoşgörü bizim dünyamızın yamaçlarının gülüdür, çiçeğidir. Biz onu asırlarca hep birlikte, el ele gönül gönüle vererek temsil etmişiz. Ve inşallah kökünde böylesine bir hoşgörüyü barındıran bu millet ağacının, yeniden hayat bulması sonucunda onu bir meyve halinde dışarıya çıkartacak ve hoşgörüyü bir kez daha tam anlamıyla temsil edecektir. Evet, Ahmet Yesevî'ler, Yunus Emre'ler, Mevlânâ'lar, Hacı Bektaş'lar bu düşüncenin zirvelerinde dolaşan, bizim dünyamızın insanlarıdır.

Milletimizin hoşgörüye bu denli açık olmasında, dinî prensiplerimizin rolü çok büyüktür. Hatta denilebilir ki hoşgörü, kaynağını dinimizden almaktadır. Zira o, aşk, şevk, sevgi platformunda gelişir. Bu platformu çok çeşitli denemeleri ile hazırlayan ise, dindir. Bakın Nebiler Serveri'ne (s.a.s). O'nun bir adı 'Habib'tir. Habib, seven ve sevilen demektir. Bir dinin peygamberine bu ismin veya sıfatın verilmesinin altındaki espri kavranabilse, buna verilen ehemmiyet kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Evet o, değil insanlara, hayvanlara bile fevkalade hassas bir şekilde davranmış, onlara verilen en küçük rahatsızlık karşısında ciddi olarak rencide olmuş ve bu konuda etrafındakileri uyarmıştır. Hayvanlara karşı tavrı bu olan Allah Rasulü'nün insanlara karşı davranışı bundan daha ötedir. O, namazda, Rabbisinin huzurunda dururken, bir çocuk ağlaması işitse, o çocuğun annesinin hafakanlarını kalbinde duyar ve namazı acele olarak kılardı. 'Hibbi'r-Resûl' yani Peygamber'in sevdiği, sevgilisi ünvanını alan Üsame b. Zeyd'in, bir savaşta samimî olmadığı inancıyla karşı taraftan 'La ilahe illallah' diyen birisini öldürdüğü haberi ulaştığında fevkalade rahatsız olmuş ve Üsame'ye defaatle 'kalbini yarıp da baktın mı?' demiştir. Öyle ki Hz. Üsame, 'Keşke bu zamana kadar Müslüman olmasaydım da Allah Rasulü'nden bu itabı duymasaydım' temennisinde bulunmuştur.

Yine o Nebiler Sultanı (sav) Medine'yi teşrif ettiklerinde, Medine ahalisi ile yapmış olduğu anlaşmada (Medine Vesikası) Yahudilere dahi öylesine haklar tanımıştır ki, onlar günümüzde yürürlükte olan İnsan Hakları Beyannamesi'nde, insanlara tanınan haklardan çok çok ileridedir.

Evet, bizim hoşgörü anlayışımıza kaynaklık eden dinimizdir veya hoşgörü dinimizin tabiatının gereği ve onun bir derinliğidir. Biz, o dini hayatımıza hayat kıldığımız asırlarca, bu uzun zaman dilimlerinde o hoşgörüyü dünya çapında temsil etmişizdir.

Yalnız tarihin bazı dilimlerinde, günümüzde de kısmen olduğu gibi, bu espriyi kavrayamayan bazı marjinal gruplar veya bazı fertler, bu anlayışa ters hareketlerde bulunmuş olabilir. Onları bu tür davranışlara sevk eden, düşünce kayması olabileceği gibi, dış dünyanın etkileri de olabilir. Evet, eli kanlı, gözü kanlı, dili kanlı, müsamaha, tolerans, hoşgörü nedir bilmeyen bazılarının işleye geldikleri cinayet, bombalama, yaralama, gasp, soygun vb. hadiseleri bütün müminlere mâl etmek, hatta bunu İslam'ın temel özelliği olarak göstermek doğru olmasa gerektir.

Netice itibariyle, bütün olumsuz şartlara rağmen, günümüzde bize düşen şey, hoşgörü anlayışını yeniden öncelikle içimizde yeşertmek, daha sonra da çevremizle olan münasebetleri hep bu çizgide sürdürmektir. Zira bu milletin yeniden dirilişi, husumet düşüncelerinin kökünün kesilmesine ve hoşgörü anlayışının yaygınlaşmasına bağlıdır. Allah'a şükür, bu süreç Türkiye'de başlamıştır. Başladığı gibi daima artan bir hızla devam etmesi, sonra bütün bir dünyaya yayılması en büyük dileğimizdir. Günümüzde insanımızın her şeyden daha çok, her zamankinden daha fazla sevgiye, saygıya, el ele tutuşmaya ihtiyacı vardır. Geleceğin dünyası kinin, nefretin, şiddetin, kavganın, savaşın üzerine değil, sevginin, hoşgörünün, birbirimizi kabullenmenin üzerine bina edilecektir.

Bir yolculuk münasebetiyle gittiğim hava alanında, günün ölçüleri içinde giyinmiş orta yaşlı iki kadın, beni tanıdılar. Tazim ve saygılarını öyle bir ifade ettiler ki, görseydiniz siz de şaşırırdınız. Yine bir yolculuk esnasında hosteslerden aynı saygıyı görmüş, onların dua talebi ile karşılaşmıştım. Hatta onların ısrarlı istekleri üzerine, kendilerine dua mecmuasını imzalayıp hediye etmiştim. Son günlerde bunlar ve bunlara çok benzeyen sayısız hadiseler var ki, hepsi de milletimizin hoşgörüye ne kadar susamış olduğunu göstermektedir.

Diyalogun Önemi [6]

Dünya bir çatışmaya gidiyor. Özellikle medeniyetler çatışmasının gündeme geldiği, NATO'nun yeni düşman olarak İslam'ı seçtiği yolundaki iddiaların yoğunlaştığı bugünlerde sizin teşebbüsünüz dünya çapında bir diyaloga yönelik. Böyle bir ortamda sizi diyalog konusunda ümitlendiren şeyler nelerdir?

-Şahsen, dünyanın bir çatışmaya gittiğini kabûl edemiyorum. Bu tür iddialar, esasen sahip oldukları bizatihî değerlerle kendilerini kabûl ettiremeyenlerin, çatışma ve düşmanlıklardan medet umarak ortaya attıkları birer beklenti, belki içten içe arzularından ibarettir. Kur'an-ı Kerim'de ifade edildiği, Üstad Bediüzzaman Hazretleri'nin de söyledikleri gibi, insan kerim yaratılmıştır ve daima iyi şeylerin, güzel şeylerin peşinde koşar. Fakat bazen elinde olmadan veya farkına varmayarak, başına istemediği, beklemediği taşlar düşer. Fakiri, dünya çapında bir diyaloga şevklendiren, işte insanın bizzat yaratılışında var olan bu kerem ve güzelliktir. Mayası iyilik ve güzellikle yoğrulmuş olan insanlığın, bir gün bu mayanın gerektirdiği, zorladığı çizgiye geleceğine inancım da, ümidim de tamdır. Şu anda, savaşlardan, çatışmalardan, akan kanlardan, işlenen zulümlerden bıkmış olan insanlığın evrensel bir diyaloga ve barışa hazır olduğuna ve böyle bir diyalog için konjonktürün müsait bulunduğuna, bu kutlu gaye için, eğer biz yanlış adım atmazsak, tam bir kader-denk noktasında bulunduğumuza inanıyorum.

-Bu teşebbüsünüzün Kur'an-ı Kerim, hadis-i şerifler ve İslam büyüklerinin geleceğe dair işaretleri arasında tekabül ettiği noktalar var mı?

-Kur'an-ı Kerim, sulhün, silmin, barışın yanındadır. Kutub merhum bu konuda 'Cihan Sulhü ve İslâm' isimli bir kitap da yazmıştı. Kur'an-ı Kerim'in önümüze koyduğu hedef, yeryüzünde fitne ve fesadın olmamasıdır. Dikkat edilirse, Allah katında kabûl gören amellere de Kur'an-ı Kerim'de salih amel denir. Sulh ve salih aynı kökten gelen iki kelime olup, salih, sulhe götüren, bizatihî sulh eksenli olan demektir. Esasen, İslâm'da 'küçük cihad' olarak tavsif edilen savaş da arızî bir durumdur ve sulhün önündeki engelleri, insanla iradî tercihi ve Allah arasındaki engelleri kaldırmak için yapılır. Sulh, aynı zamanda tevhidin de bir neticesidir. Dolayısıyla, bir tevhid dini olan İslâm, birliği, beraberliği ve evrensel sulhü, huzur ve barışı âmirdir. Ayrıca, bilhassa âhir zamanda İslâm'ın şefkat, sevgi, af, hoşgörü ve diyalogda temsilini bulan Mesihiyet cenahı ön planda olacaktır.

Hoşgörü ve İyimserlik [7]

Bendeniz hep iyimser olmaya çalıştım. İyimserlik bir yönüyle ümit demektir. Yaşamak için de buna ihtiyaç vardır. Kötümser olmak için de çok ciddi bir sebep görmüyorum ben. Dünya şimdiye kadar böyle elli defa kaosa girmiş ve çıkmıştır. 50 defa korkunç buhranlar yaşamıştır. Ama yollar yine düzlüğe varmıştır. Ovalar dümdüz olmuş, arızalar pürüzsüz hale gelmiş, insanlık hedeflediği şeylere gidip ulaşmıştır. Bugün hedeflenen şey bir kere bizim kendi kültürümüzün mayasındadır. Dinimizin ruhundadır. Bu İslamiyet'te var, milletimizin yoğrulduğu esaslar içinde var, milletimizi yoğuran elde var.

Bu açıdan ben şahsen çok iyimserim. Geleceğin bu şekilde şekilleneceğine inanıyorum. Bugünkü bu teşebbüslerin şurada burada bir yönüyle geleceğin fikir işçilerini yetiştirdiği kanaatini korumaya çalıştım. Diyologa, hoşgörüye kimsenin hayır diyebileceğine inanmak istemiyorum. Ben diyalog istemiyorum, hoşgörü istemiyorum diyenler oldu. Fakat bunlar marjinal bir kesimdir. Büyük çoğunluk bu seslere itibar etmedi. Bunları cazip bulmadı. Bunlardan rahatsızlık duydu. Arkasını döndü. Her türlü değerlerimize saygının yanında herkesi kucaklama, yıllardan beri aradığımız bir şeydi ki şahsen bu sürecin yaşanması içinde ben şahsen kime elimi uzattımsa onun elinin elimden bir karış daha önde olduğuna şahit oldum ve gördüm. Gördüm ki, aheste-revlik eden birisi varsa o da bizmişiz. Herkes böyle bir yaklaşmaya dünden hazırmış. Görüştüğüm herkesle her meseleyi konuşabileceğim kanaatine vardım.

Her meseleyi müzakere edebiliriz. Bu arada görüşmeden imtina edenler oldu. İnsanlarla görüşülebileceğimiz, konuşabileceğimiz dünya kadar mesele çıkabilir düşüncesini de korudum. Dünyaya da şahsen öyle bakıyorum. Bugün Dalai Lama'dan, Patrik'e kadar, ondan değişik Patriklere kadar herkese; gelin, medeniyetler çatışması, dinler çatışması gibi bir dünya beklemeyelim. Bu mevzuda bazı teşebbüslerimiz olsun, atılımlar olsun. Biz sevgiye, hoşgörüye, anlayışa müesses bir dünya kurmaya çalışalım. Üç beş adamla bunu aramızda görüşmeye çalışalım. Karara varalım. Her şey merkezde küçük bir nokta halinde belirir. Birkaç sene sonra muhit hattında koskoca bir açı meydana gelir. Eğer gelecek nesiller tarafından yad-ı cemil olmayı düşünüyorsak gelin insanlara bu hayrı yapalım ve onların hayır dualarına mazhar olalım. Boynuma sarılan bir Patrik ve onun yardımcısı...

Papanın yardımcısı bana dedi ki, ibadethanelerimizde sana dua ediyoruz. Ben bu duaya liyakatımı iddia edemem. Onlar belki vizyonun tesirinde öyle söylediler. Esas böyle şeylere açık koskocaman bir Türk toplumu var. Ve arkada yetişen nesiller var. Öyle bir nesil var ki, belki pek çok yönüyle mütehayyir, mütereddit. Fakat öyle inanıyorum ki gelecekte hiç bir provokatör onları provoke edemeyecek. Ne üniversitede ne lisede katiyyen karşı karşıya getiremeyecek. Bu hissilikler hep arkada kalacak. Bir taraftan inancın insanları oldukları gibi diğer taraftan da muhakemenin ve anlayışın insanı, düşüncenin insanı olacaklar bunlar. Bu mantık, bu düşünce bu muhakeme nesli, aynı zamanda hoşgörü ve diyalogun da nesli olacak. Ben geleceğin o dünyasının mutlaka gerçekleşeceğine inanıyorum. Hatta medeniyet çatışmaları eğer şimdiden zuhur etmeye başlamışsa, korkunç dalgalarla boğuşan dalgakıranlar gibi bu çatışmaları kıracağımız inancını taşıyorum.

Biz Kavgadan Bıkmış, Bizar Olmuş İnsanlarız [8]

Biz içte de dışta da kavgadan bıkmış, bizar olmuş insanlarız. Bu açıdan acaba bu kavgayı ilelebet hiç olmazsa uzun bir süre birkaç asır nasıl durdururuz mülahazası içindeyiz. Bir kısım ilim adamlarının bu mevzuda ki görüşleri de aslında bizi bu mevzuda böyle bir teşebbüse sevk edici mahiyette çünkü yapılan yorumlarda geleceğin dünyasında medeniyet çarpışmaları olacak, kan gövdeyi götürecek, daha şimdiden böyle gözlerimi yummuş hayalimde geleceği takip ederken kan seylaplarının kütükler gibi insanları önüne katmış sürükleyip götürdüğünü görüyorum, tahminlerinde, kehanetlerinde bulunuyorlarsa az bir emaresini, mesnedini bulunca bunlar olacak demektir. Şimdiden bunlara karşı adeta savaş ilan etmek lazım, nasıl savaş; vahşice bu düşüncelere, vahşice bu davranışlara karşı medenice karşı koymak lazım. Medenice karşı koymak da, görüşerek, konuşarak, koklaşarak, anlaşarak, uzlaşarak farkımız olmadığını Allah Resulünün buyurduğu gibi , 'Hepiniz Ademdensiniz Adem'de topraktan yaratılmıştır'. Biz hepimiz aynı hamurun, aynı çamurun canlı heykelleriyiz yani. Eğer bu dünyaya arz edilecek bir mesaj kabul edilmesi düşünülüyorsa, dünyayı kardeşçe paylaşabileceğimiz inancını hiç kaybetmedim, Hatta tahmincilerin, kahinlerin bu mevzuda ürpertici tahminleri kehanetleri olsa bile ben hep böyle düşündüğüm gibi düşündüm, yurt içinde de yurt dışında da.

Hoşgörü Milletin Ruhunda Var [9]

- Hoşgörü sizin yönteminiz olarak kültürel çatışmanın olduğu Türkiye'de nasıl barış sağlanır?

— Bazı yerleşmiş adetler, davranışlar uzun zamanda ancak kaldırılabilir. Bazı sosyologlar, psikologlar Peygamberimiz'in büyüklüğünü orada arıyorlar. Böylesine vahşi, ilkel kabileler arasında kötü ahlakları, huyları çok kısa zamanda söküp atması mucize gibi görülüyor. Hoşgörü zaten milletin ruhunda var, bunun ortaya çıkması için toplumun çeşitli kesimlerinden, sanattan ilim yuvalarına kadar herkesin ısrar etmesi gerekir. Yerleşik hale gelmesi için uğraşmalı. Kavga ortamı birden bire giderilemez. Burada medyaya çok önemli bir iş düşüyor. Dikkat gerekiyor, tahrip kolay, tamir zordur. Restorasyon birden bire olmayacaktır. Duygunun, itimadın yükselmesi, bakış açılarının değişmesi, her şeyin yerli yerine oturtulması uzun zamana bağlı. Fakir diyorum ki, toplum hoşgörüye sahip çıkmalı. Hiçbir şeye karşı cihat ilan edilmese de, ama mümkünse hoşgörü için cihat ilan edilmeli. İnsanlara karşı değil, kötü duygulara, kötü tutkulara karşı yumuşak bir mücadeleyle insanları iyiye, güzele inandırmalı. Ümitsiz değilim. Fakat çok çetin bir işe teşebbüs ettik diye korkuyorum. Bu konuda bedel ne olursa olsun, ödenmeye değer.

Günümüzün yeni bir insan tipine ihtiyacı var. Dünü aşkın olması gerektiği gibi, bugünü de aşkın bir insan tipi.

Hoşgörü, insanlar ve medeniyetler arasında müspet bir alışveriş sağlayacak öyle bir köprü ki, onun yanında her şey cılız kalıyor.

Birilerinin elini tutup sıkarken kardeşlik arıyorsam, dostluk, hoşgörü arıyorsam ve bunu kendim için bir gaye edinmişsem, söylenmesi ve yapılması gereken şeyleri iyi tespit edip, yerli yerince yapmamız gerekiyor.

Sevgisiz insandan hoşgörü beklemek çok zor.

Kavgalar Olmasın [10]

İstiyorum ki, bu ülkede kavga olmasın. Birbirimizi her konuda tam kabullenemeyebiliriz. Fakat kabullenebilecek çok yanlarımız vardır. Bence konsensüs mümkün olduğu sürece, o mutabakatlar gerçekleştirilmeli, kavgasız bir Türkiye için yapılması gereken her şey yapılmalı. 25 Sene evvel cami kürsüsünde iken, emniyetten biri geldi bana 'Seni vuracaklar' dedi. Ben de dedim ki, 'Her gün alnımdan bir kurşun yiyeceğim mülahazası ile minbere çıkıyorum. Fakat vazgeçmeyeceğim.' 30 Sene evvel, arkadaşlarıma şunu söylemişimdir: 'Eğer beni bir gün burada vururlarsa, hocamızı vurdular diye bu ülkede sakın kargaşaya sebebiyet vermeyin. Allah için ölmüş diye götürüp gömersiniz bir yere. Aksi takdirde hakkımı helal etmem, iki elim iki yakanızda kalır.' Şimdi, gençliğinizden bu yana böyle düşünmüş, meseleye böyle yaklaşmışsanız, bu mevzudaki her suçlama insafsızca oluyor.

Toplumun Huzura İhtiyacı Var [11]

Bir dostumuz bir anket yapmıştı. Türkiye'de halkın yüzde 85'i bu yapılan hizmetleri, bu hoşgörü teşebbüslerini ve okul yapma teşebbüslerini olumlu buluyorlar, sempati duyuyorlar hatta yüzde 85 nispetinde taraftarlık gösteriyorlar. Hatta bunların yüzde 15 nispetinde CHP'den insanlar var. Şimdi bu insanlar fakir hakkında hüsnü-zanlarını ifade ediyorlarsa, iyi şeyler yapıyor diyorlarsa bunların hepsi zannediyorum benim taraftarım gibi gösteriliyor. Bir yerde bir vaaz dinlemiş olabilir, bir sohbet dinlemiş olabilir, sempati de duyabilir. Ben bildiri neşredemem, bana karşı sempati duymayın diyemem. İnsanlar doğru olarak da birini sevmiş olabilirler, yanılmış olarak da sevebilirler. Hepimizin bu tür yanılgıları olabilir. Ben bana karşı sempati duyanların, beni sevenlerin isabetli bir şey yaptıklarını iddia etmiyorum. Bağışlayın bu küstahlık olur. Benim saygım milletime karşı küstahlık olur. Ama birileri beni seviyorsa, saygı duyuyorlarsa, sempati duyuyorsa, 'niye seviyorsunuz' diyemem. İhtimal ben adlarını, namlarını, nişanlarını bilmem ama emniyetin içinde belki askeriyede sevenler sempati duyanlar vardır. Bunları hiç sevmediğim bir tabirle 'Fethullahçı' diye karalamak çok yakışıksız bir şey oluyor. Bir kere Türk toplumu içinde 'ci'ye''cı'ya' karşı benim kadar mücadele veren uğraşan bir ikinci insan gösterilemez zannediyorum. Bunu yakın çevreden uzak çevreye kadar herkes bilir.


[1] Fasıldan Fasıla-2, Perspektif
[2] Fasıldan Fasıla-2, Perspektif
[3] Fasıldan Fasıla-2, Perspektif
[4] Fasıldan Fasıla-3, Müteferrik
[5] Fasıldan Fasıla-2, Perspektif
[6] Aksiyon, Papa Görüşmesi Üzerine Fethullah Gülen'le Röportaj, 14 Şubat 1998
[7] STV Haber Kritik Programında Osman Özsoy ve Mim Kemal Öke İle, 29 Mart 1997
[8] Time Dergisine Verdiği Röportajdan, 30 Mayıs 1997
[9] Nevval Sevindi İle New York Sohbeti, 20 Temmuz 1997
[10] Akşam, Orhan Yurtsever'e Verdiği Mülakattan, 13 Mart 1998
[11] Show TV'de, Reha Muhtar'ın Telekulak Olayı Üzerine Fethullah Gülen'le Yaptığı Görüşme, 15 Haziran 1999

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.