Başörtüsü ve Türban

Başörtüsü ve Türban

Şekilcilik İslam'ın Ufkunu Daraltır[1]

-Kadın tecrit edilerek örtünmesi isteniyor. Kezban Hatemi, Kur'an'da baş örtme yoktur diyor. Örtünme var mı, yok mu? Bu konudaki dayatma nedir?

-Kezban Hanım'ı ben de dinledim. Kur'an'da örtünmeden bahsedilir, ama nasıl örtünüleceği, şekli açıklanmaz. İran'daki gibi çarşaf mı giyilecek, peçe mi takılacak, bunlar net değildir. Şekil üzerinde durmak, İslam'ın geniş ufkunu daraltmak olur, zevksizlik olur. Hatta İslam dinini bir kostüm dini haline getirmek olur ki, bunlar yanlıştır. Başörtüsü de aynı şekilde üzerinde durulacak usul, yani imanın ve İslam'ın esaslarından, şartlarından değildir. Bunlardan dolayı, insanın adeta dinin dışında tutulması dinin ruhuna aykırıdır. Bu konuda dayatmalar, ısrarlar ifrattır ve zorlamadır. Hatta nefret ettirmedir. Gönülde sevgi önemlidir, sevdirme önemlidir. İşin kaynağıyla irtibat önemlidir. Herkes hoşgörü ister, ben de kendi telakkilerim, kabullerim içinde hoşgörü isterim. Benim de buna ihtiyacım vardır. Ancak böyle olursa, toplumun değişik parçaları bir araya gelebilir. Aynı ölçüde ben de herkesi bağrıma basmalı ve kabullenmeliyim. O kadar çok müşterek yanımız var ki, teferruatta bölünüp parçalanmamalı. Caminin içinde birbirimize düşeceksek, şekilden önce ruh veya muhtevayı öne alıp avluda barışacaksak, orada barışı sağlamalıyız.

Türban Meselesi[2]

'Okullarımızdaki başörtüsü sorunu, çok hassas hale geldi. Ancak şu kadar söyleyeyim, okumayı istemek ile okumamak arasında kalan bir insan ne yapmalı' Ülke ve millet adına okumak mı yararlıdır, okumamak mı' Dinin füruata ait bir meselesinde bu denli hassas olmak mı, yoksa tercihini başka istikamette kullanmak mı gerekli' Kişi kanaatı vicdaniyesi ile bu mevzuda hükmünü verip öyle davranmalıdır. Bana göre okumayı tercih etmelidirler.'

Başörtüsü Eylemleri[3]

Üniversitelerde devam eden başörtüsü direnişini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Genç kızlarımızın zorlanmaları halinde tercihlerini eğitim gören hedefinden yana yapmalarını arzu ederim. Tabii ki dini mülahazalarla başlarını örten hanımlara müdahale edilmesine karşıyım. Onların dinin detayına ait bir konuyla tahsilleri arasında tercih yapmak zorunda bırakılmalarına üzülüyorum. Ama toplumumuz hassas bir dönemden geçiyor. Herkesin bunu göz önüne alması lazım. Bir taraf bunu kavga sebebi yapmamalı, diğer taraf da tepkileri kavga başlatıldı diye görüp üzerine gitmemeli... Hukukçu bir dostumuz yazdığı kitaba 'Müntesiplerinin Cehaleti, Hasımlarının Kör Düşmanlığı Arasında Talihsiz Müslümanlık' adını koymuş.. Çok doğru.. Durumumuzu özetliyor kitabın ismi. İki taraf da cehalete yenik düşüyor.

Kadınların Başını Örtmesi Şart mıdır?[4]

-Kadının başını örtmesi meselesi bir iman meselesi ölçüsünde önemli değildir. Allah'a karşı kulluk, umumi manada kulluk meselesi ölçüsünde önem arz etmez bunlar. Teferruata ait meselelerdir. Nitekim, yani Allah'a iman meselesi ta Mekke'de efendimize tebliğ edilmiş. Namaz meselesi orada bize farz kılınmış, daha sonra zekat farz kılınmış. Ama tesettür meselesine gelince biraz farklı. Zannediyorum peygamberliğin 16'ncı, 17'ncı senesinde Müslüman kadınların başları açıktır.

Ama geçmişte türban meselesi yüzünden toplum neredeyse birbirine girecekti. Siz bu tartışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Temel meseleler varken, teferruatın kavgasını vermek zannediyorum üslup bakımından yanlış. Onları öne çıkartmak bir yönüyle diğer meselelerin önemsizliğini bir yönüyle ifade etmek gibi bir şey olur. İnsanlar yine işin başına geçsinler, başlarını açsınlar, belli bir dönem sonra kapatsınlar demek de değildir bu yani. Ondan da farkı bir meseledir. Dindeki başörtüsünün nereye konacağı meselesi çok iyi karlaştırılmalı evvela. Bir diğer yanı da birileri de bundan çok rahatsız olmamalı bence. Bu mozaik içinde toplumun bir kesimi olarak kabul edilmeli.

Yanlış hatırlamıyorsam ben, 1990'da falan bu türban olayı toplumu gerginleştirdiği zaman sizin mesajınız bu doğrultudaydı.

-Belki aynı şeyleri söylemişimdir. Teferruata boğulmayalım. Küçük şeylere büyük şeyleri feda etmeyelim. Yani başörtüsü eğer İslami öğretiler, İslami esaslar arasında dördüncü beşinci sırada bir meseleyse, bununla kavga ederek bir yönüyle belki imana müteallik meseleleri çok geri plana atıyoruz. Yani birinin imanı vardır. namazı da vardır, belki hacca da gidiyordur. Fakat bu meselede farklı düşüyorsa, bu insan bunu hiç kabul etmemezlik demek, işte dördüncü plandaki bir meseleyi birinci plandaki meselenin önüne geçirme demek gibi bir şeyler oluyor.

Başörtüsü ve Müslümanlık[5]

-Size göre Türkiye'deki Allah'a gerçekten bağlı Müslümanların çoğunluğu demokratik ve laik bir devlette yaşamak istiyor mu? Bu Müslümanların pek çoğu cumhuriyeti idare eden laik kurumlarda değişiklikler görmek arzu ediyor mu? Bir başka ifadeyle onlar mesela başörtüsünü, İslami elbise veya İslami eğitimin yeniden gözden geçirilmesini istiyorlar mı? Türkiye'de şu andaki durumun demokrasi ile İslamın yan yana yaşayabileceği şeklinde midir? Yani yaşayabileceği doğru mudur, mümkün müdür? Eğer mümkünse Türkiye bu noktada dünyanın kalan kısmına örnek olabilir mi? Yani demokrasi ile İslamın beraber yaşaması konusunda neler söyleyebilirsiniz?

-Evet. Şimdi Türkiye'de demokrasi ve laiklik senelerden beri yani bir manada hatta denebilir ki, Osmanlılarda kısmen vardı. Cumhuriyetin kurucuları Osmanlılardan mücmel üzerinde durulabilir şekilde aldılar, laisizmi. geliştirdiler. Daha sonraki yıllarda da bu doğrudan doğruya anayasaya giren bir kavram oldu. Ne var ki, tarifi üzerinde bunun çerçevesi üzerinde çok fazla bir şey konuşulmadı. Çerçevesi ile alakalı bir bilgi verilmedi. Onun için büyük ölçüde laiklikten rahatsızlıktan duyma değil de demokrasiden rahatsızlık duyma değil, bunların ifade ettiği kavramların çerçevesinin belirsizliğinden oldu. Mesela Türkiye'de bazıları laiklik derken, dine hakkı hayat tanımama gibi düşündüler. Tabi Türkiye'deki Hıristiyanlara ve Yahudilere karşı böyle diyemezlerdi. Çünkü onların arkasında Avrupa vardı, Amerika vardı, dünya vardı. Türkiye'deki garip Müslümanların hakkını müdafaa edecek yoktu. Onlara karşı bir çevre diyorlardı ki, laiklik Türkiye'de farklı olmalı, bu gazetelerde vardır, hatta zabıtlarda vardır bu. Hukukçuların toplantı yapıp da bildiriler halinde verdikleri bildirilerde vardır. Türkiye'de laiklik dinsizlik şeklinde anlaşılmalı, işte buna karşı rahatsızlık oldu. Demokrasi insanların ferdi ailevi içtimaî veya ibadetle muamelatla alakalı her şeylerini baskı altında tutsun, onlara rahat kendilerine göre inançlarına göre düşüncelerine göre hareket etme imkanı fırsatı vermesin şeklinde algılandı. Buna karşı rahatsızlık oldu.

Bununla beraber milletimizin geçmişten gelen genel terbiyesi var. Bundan ötürü, bugüne kadar laiklik karşıtı veya demokrasi karşıtı zümrelerin devlete başkaldırdığına hiç şahit olmuyoruz. Hatta şu siyasi parti teşekkül edeceği ana kadar kimsenin ne ibadet ü taatına karışılıyordu, ne de kimse ibadeti taatına karışılıyor diye bundan rahatsızlık duyuyordu. Dolayısıyla başkaları ortaya çıkaracağı ana kadar millet çoğunluk, % 80 diyebiliriz, ne laiklikten rahatsızlık duydu ne de demokrasiden rahatsızlık duydu. Belli bir zümre bunları problem yaptı. Bunlar olmaması lazım veya işte belli mülahazalarla Batıdaki ölçülerle gelsin, biz de evet deriz filan dediler. Bunlar idareye geçince bunlar da esasen herkesten laiğiz dediler, herkesten daha demokratız dediler, herkesten ziyade cumhuriyetçiyiz dediler. Ve buna halkın tepkisi olmadı. Kendilerini tutanların da tepkisi olmadı. Demek bu mesele milletin çok fazla problemi değildi. Hatta dinini diyanetini rahat yaşaması açısından çevresine de bakarak Türkiye'yi daha rahat buluyordu. Mutlaka bir kısım antidemokratik şeyler vardı ama fakat Türkiye Asya'daki devletlerle, Afrika'daki devletlerle, mağrip ülkeleriyle mukayese edilmeyecek kadar demokratik hak ve hürriyetlerden istifade ediyor ve yaşıyordu onu. Kimsenin de problemi değildi bu. Sonradan zannediyorum bu meseleyi suni olarak problem haline getirdiler. Ve bazı kimseler de siyasi mülahaza açısından sadece bu işe sahip çıktılar. Öylece Müslümanlığı adeta demokrasinin ve laisizmin karşısına diktiler. Çünkü onların bir gelişme zemini vardır. Ordu öyle olabilir ama Türkiye'de zaten çok mesele kaynağı İslam inancı olmak üzere çok mesele onlarla uyum içinde olabiliyordu. Sadece belki hani bir iktidar miktidar mevzuu, iktidara meraklı olanlar ne var ki o Kuran-ı Kerimin bize öğretileri içinde bildiğiniz gibi % 3 nispetinde bir şey tutar. % 97 nispetinde ferdin şahsen dini, dini düşüncesi, ruhani hayatı, Allah'la irtibatı, münasebeti, ailesinin terbiyesi, çocuklarını okutma hak ve hürriyeti, kazanma hak ve hürriyeti, bu meselelerin hiç biri İslamla çelişmediğinden ötürü millet de laiklikle ve demokrasiyle hiçbir zaman çelişkiye düşmedi.

-Ben geçenlerde İran'dan geldim. Seçimlerden sonra orda gençlerin pek çoğu mollalardan bıkmış durumda. Molla rejiminden bıkmış durumda. Örtünmeden bıkmış durumda zorla örtünmeden bıkmış durumda. Ve çoğu bu şikayetlerini dile getiriyor. Fakat Türkiye'de insanlar tam tersine çarşaf giyme ve başını örtme mücadelesi veriyor. Böyle bir tezat nasıl açıklanabilir?

-Aslında zannediyorum böyle bir tezat var başta. şimdi insanlar bir şeye inanırlar inandıkları ölçüde onu yaşarlar. İnandıkları ölçüde duygularını temsil ederler. Hatta dinin esasları gibi olmasa bile esasatı gibi kabul ederek kılık ve kıyafette de bir hususiyete gidebilirler. Şimdi iki şey var. Biri, gerekir ki demokrat düşünen insanlar bu da galiba demokrasinin gereği deyip onlara bazen müsamaha ile baksınlar. Bir tarafa düşen şey budur. Bir diğer tarafa düşen şey şudur. Bunlar Allah'a iman gibi haşre, neşre iman gibi, hatta namaz gibi asıl sayacağımız temel meselelerden olmadığı için bir toplum içinde bunları toplumun değişik kesimleriyle kavga etmeye vesile haline getirmemelidirler. Yani karşılıklı yaşanıyor bu. İran'daki durumla Türkiye'deki durum çok farklı yani. Türkiye öyle bir kaç tane çarşaf giyen insanın bir kaç tane şöyle böyle kılık-kıyafeti olan insanın İran'a özenmesi şeklinde alınmamalı bence. Yani temelde İran İslam dedi, burada da deniyor biraz biraz da bilememeden meseleyi. Orada insanlar inançlarına göre bir hayat tarzı içine çekilmediler. O ölçüde inanmadıkları bir hayat tarzının içine itildiler. Yani Humeyni idaresi gelinceye kadar orada sokaklar aynı Türkiye'deki gibiydi. Gelince birden bire herkes çarşaf giyecek dediler yani Taliban'ın hareketi gibi. Herkes sakal bırakacak dediler, herkes şunu yapacak bunu yapacak dediler.

Aslında bu tehlikeli bir şeydi, çünkü dine ait meseleler gönül rızasıyla yapılırsa iradeyle yapılırsa sevabı vardır. Bunların tepelerine binerek bunları yaptırsanız sevap olmaz orda o meselede sevap olmaz. Ve o iş devam da etmez bir yerde patlar aksi zuhur eder. O şiddettir, baskıdır o açıdan insanların iradesine saygılı olunması lazım. Ama bir diğer taraftan da insanlar kendi iradeleriyle benim inancımın gereği ben bunu yapmalıyım diyorsa şayet gayet maruf, onunla kimseyi tahkir etmiyorsa kimsenin kanaat-i vicdaniyesine baskı yapmıyorsa dince mukaddes sayılan şeyleri birilerine baskı yapmak için alet olarak kullanmıyorsa bir zaman 163. maddenin fıkralarından birisiydi bu. Yapmıyorsa bence böyle masumane duygusunu düşüncesini yaşayan insanlar da herhalde nazar-ı müsamaha ile ele alınması lazım. Yani her iki tarafın ifratı tefriti var denebilir ki iki tarafta da hoyratlık yaşanıyor. İran'da idare tarafından ciddi bir hoyratlık yaşandı. Bizde de bazı idareciler tarafından öyle oldu. Ve genelde halk tarafından da işte bazı hususlar itibariyle öyle bir hoyratlık yaşandığı söylenebilir.

[1] Yeni Yüzyıl, Fethullah Gülen'le New York Sohbeti, 20 Temmuz 1997
[2] Akşam, Orhan Yurtsever'in Fethullah Gülen'le Yaptığı Röportaj, 13 Mart 1998
[3] Radikal, Avni Özgürel, 21 Haziran 1998
[4] Hürriyet, Ertuğrul Özkök'ün Röportajından Bir Bölüm, 23 Ocak 1995
[5] Time Dergisi, 30 Mayıs 1997

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.