Yargı Kararlarına Uymak Anayasal Bir Zorunluluktur
Yargı Kararlarının Bağlayıcılığı
Belirtmek gerekir ki, hukuk devleti ve demokrasinin geçerli olduğu bir toplumda basın mensuplarının, gerçek dışılıkları ve hakaretamiz nitelikleri mahkemeler tarafından açıkça tespit edildikten sonra, yargısal kararlara saygı duyarak aynı iddiaları tekrar etmemeleri gerekir.
Ancak bir yandan demokrasi ve hukuk devleti ve cumhuriyetçilik adına hareket edildiği söylenip, diğer yandan laik demokratik cumhuriyetin temeli olan hukukun üstünlüğü ve yargı kararlarının bağlayıcılığı ilkelerine uyulmaması ve yargı kararlarına göre, anayasal hak ve özgürlüklerini kullanarak ilmi ve fikri bir faaliyet gösteren bir düşünce adamına yönelik tahkir edici yayınlarına devam edilmesi, çelişik bir durum göstermektedir.
Nitekim Anayasamız'ın 138. Maddesinde 'Yasama, Yürütme ve İdare organlarının' dahi mahkeme kararlarına uymak zorunda oldukları öngörüldüğüne göre, kamusal nitelikte bir görev icra eden basının ve bütün kişilerin öncelikle yargısal kararlara saygı göstermeleri gereği açıktır.
Mahkeme kararlarının icaplarının yerine getirilmediği bir ülkede ise, hukuk devletinin ve demokrasinin işlemez hale gelmesi ve böylece toplumun bir karmaşa ortamına sürüklenmesi tehlikesi ortaya çıkar.
Ancak bu hukuksal duruma rağmen ve mahkeme kararlarına göre, söz konusu ithamlarla güdülen amaç, Fethullah Gülen hakkında toplum nazarında düşmanlık teşkil etmek olduğu için, gerçek dışı iddiaların sürekli tekrarlanarak, onunla ilgili kamuoyu nezdinde sürekli bir kuşku meydana getirilmek istendiği anlaşılmaktadır.
Basın Hürriyetini Kötüye Kullanılmasını Kolaylaştıran Bazı Etkenler
Yukarıdaki durumu ortaya çıkaran diğer bir etken ise, ülkemizdeki yargı sürecinin yavaş işlemesi ve hukuki yaptırımların etkisiz oluşudur. Yaptığımız araştırmalarda, Fethullah Gülen'e yönelik isnatlarla ilgili bir çok davanın 4-5 yıl gibi bir sürede tamamlanabildiği, bu davaların devamı esnasında ise aynı iddiaların tekrarlandığı tespit edilmektedir. Aynı şekilde yaptığı hakaretamiz ithamlar nedeniyle sanık olarak yargılanan bir basın mensubunun ifadesine tam bir yıldan beri başvurulamadığı için davalar bir türlü sonuçlanamamaktadır. Halbuki sözkonusu kişi her gün çalışmakta olduğu gazetede yazılarını yazmakta, ne zaman ve nerede olduğu belli olmasına rağmen bulunup mahkemeye getirilememektedir. Mahkeme kararı ile yayınlanması gereken tekzip metinleri ise, yayınlanmamakta ve suç teşkil eden bu davranışa son derece düşük miktardaki bir para cezası ile karşılanmaktadır. Yine, hükmedilen tazminatlar mevcut uygulama gereğince, cüzi miktarlarda kalmaktadır. Bütün bu engellere rağmen kesinleşen yargı kararlarına ise uyulmamaktadır.
Yaptırımların Etkili Olmayışı ve Yargının Yavaş İşlediğine Dair Mahkeme Kararı
Fethullah Gülen ile ilgili davalarda yukarıda değindiğimiz sorunlar mahkeme kararlarına da yansımıştı:
'Senelerden beri süren tatbikatta ceza mahkemelerinin sadece mahkûmiyet kararlarının hukuk hakimini bağlayacağı beraat kararlarının bağlamayacağı hem dairenin ve hem de mahkemelerin tereddütsüz tatbikatıdır. Eğer tazminat talebi kabul edilecek ise ceza davasının sonucunu beklemeye gerek yoktur. Mademki ceza davasının beraat kararı hukuk hakimini bağlamayacaktır ve hukuk hakimi sanki mahkûmiyet hükmü varmış gibi sonuca gidebilir o halde bu davada ne değişmiştir. Davanın taraflarının kimler olduğu ister yerel mahkeme ister Yargıtay ilgili dairesi olsun biz hukukçuları ilgilendirmez bizleri ilgilendiren tutarlılıktır, sonuçtur. Dairenin bu kararına uyduğumuz takdirde bundan sonraki tutum bu tür davalarda ceza davası sonucunu beklememizi gerektirecektir. Böyle bir sonuca katlanmak niyetinde değiliz, ayrıca delillerin takdiri ceza mahkemesi hakimine bırakıp onun sonucuna göre hesap makinası gibi hesaplama yapmak niyetinde de değiliz. Bize göre bu bozma kararı yerinde değildir. Mahkemelerin tatbikatını bozucu niteliktedir. Aksi halde ceza davalarının sonucunu almak bunların kesinleşmesini beklemek, enflasyonların % 100'lara vardığı bir memlekette mağduru daha da fazla cezalandırmak olacaktır. Bu vesile ile şu hususun da bir defa daha gözden geçirilmesi düşüncesindeyim. Gerek sonuç gerek miktar bakımından tazminat davalarının özendirici olmaması ve zenginleştirici bulunmaması ilkesine dayalı olarak verilen düşük miktarlı tazminat kararları medyayı ve yorumcu, sunucu yazar, başyazar adı altında bazı kişilerin kişisel haklara saldırıda teşvik eder mahiyet almıştır. İşin diğer yönü de gitgide artan mağdurlar miktarını ve itham dozajını göz önünde tutmak gerektiği düşüncesindeyiz. Nitekim dava konusu yazıda Fethullah Gülen bir ayağı Suudi Arabistan'da öteki ayağı Amerika'da aynı zamanda Azerbaycan'dan Kırgızistan'a kadar örgütlenmiş hem din ticareti hem deri ticareti yapan bir kişi olarak nitelendirilmektedir. Bu nedenlerle evvelki kararımızda ısrar olunması gerektiği ve ceza davasının sonucunun beklenmesine gerek olmadığı takdir neticesine varmış olmakla' davalı Cumhuriyet gazetesi sorumlularının manevi tazminat ödemesine karar verilmiştir.[1]
Bu görüşleri ifade etmemizin amacı, basına yönelik aşırı bir cezalandırma talebi kesinlikle değildir. Aksine, basın özgürlüğünün en geniş anlamda geçerli olmasının demokratik rejim açısından önemini biz de kabul etmekteyiz. Ancak, bu özgürlüğün kötüye kullanılarak, kişilere hakaret edilmesinin ve suç işlenmesinin hukuken tasvip edilmeyeceği ve böyle hukuka aykırı tutumların basınımızın itibarını da zedelemesi nedeniyle, hukuku ihlal edenlerin yine hukuki zeminlerde kalınarak etkili yaptırımlara maruz bırakılması gerektiği kanaatindeyiz. Basının en kapsamlı özgür bir ortam içinde faaliyet gösterdiği bütün demokratik ülkelerde de durum budur.
- tarihinde hazırlandı.