Genelkurmay Başkanı Hacca Gitse
Hacca gitmeden önce Hz. Muhammed'e aşkınızı, mektuplara döküp, kabrinin parmaklıklarından atması için hacı adaylarından rica ediyordunuz. Peygamberimizden size cevap geldi mi?
Estağfirullah. Böyle bir soru için ben nerde o iş nerede? Benimki bir kapıkulunun efendisine arzuhal etmesiydi. Cenab-ı Hak, yolunu nasip edinceye kadar hasretimi öyle gidermeye çalıştım.
Peki ama vaizlik yaptığınız dönemde Hz. Muhammed, bulunduğunuz yere geliyor ki, 'Senin olduğun yerde nasıl konuşurum ey Allah'ın Resulü' diye cemaate sesleniyordunuz. Hatta cemaate bir rüyanızı da anlattınız. 'Ben cehennemin önünde kollarını açmış sel gibi akan insanları durdurmaya çalışıyordum. Sonunda dayanamadım kenara çekildim. Vallahi bu cemaatten hiç kimse onların içinde yoktu' dediniz. Tabii cemaatin bu sözlerden coşmaması mümkün değildi. Hz. Muhammed'in sizin vaazlarınıza neden geldiğini düşünüyordunuz?
Belki insanların o mevzudaki müşahedelerini söylemişimdir. O bir rüyadır. Bazıları 'yakaza' der, yani uyanıkken de görme. Başkalarının hislerine tercüman olmuşumdur orda.
Gerçekten gelmediğini kabul ediyorsunuz yani
Gerçekten gelmiyor anlamı çıkmaz da, yani o sohbetlerde efendimiz bulunur şeklinde idare-i kelam etmişimdir.
En büyük hayallerinizden birinin Genelkurmay Başkanı'nın hacca gitmesi olduğunu öğrendim. Doğru mu?
En büyük hayallerimden biri Allah'ın rızasını kazanmaktır. Bunun ötesinde o gaye istikametinde milletimin devletlerarası muvazenede hayalimdeki konumuna ulaşmasıdır. Türkiye'de bazı şeylerin değişmesi biraz da bazı insanların değişmesine bağlı. Mesela bir Başbakan'ımızın hacca gitmesi, açık namaz kılması, bir Reis-i Cumhur'un hacca gitmesi, açık namaz kılması, bunlar Türkiye'de çok şeyi değiştirebilir mülahazasıyla arzum olabilir bu benim.
Bir vaaz kasetinizde şöyle diyorsunuz: 'Hep hayal ediyoruz, bu devletin başındakiler hacca gitse de perdeyi yırtsa, 'Yeter be!' dese. Bu çok hayali ve hissi bir şey. Ama hemen arkasından Türkiye'ye ambargo gelir diye korkarız.' Bu dileğiniz, şimdiki Genelkurmay Başkanı'na bir çağrı mı?
Aslında zirvedekiler de bir vatandaştır. İnancı olur, hacca gider, namaz da kılar. Kimsenin buna bir şey demeye hakkı yoktur da. Fakat gerçekten gizli kuvvetler varsa, Türkiye'nin dini hayatı adına bazı şeyleri bazı kimselerin yaşamasına müsaade etmiyorlarsa bu mevzuda.
'İnsanımız, İmamına, Rehberine Bakar'
'Perde yırtılsa' demekten muradınız nedir?
Bizim insanımız umumiyet itibariyle önündeki insanlara bakar. Önünde bulunan insanlar; ister parlamenter, ister Başbakan, ister Reis-i Cumhur, ister Genelkurmay Başkanı, böyle bizim dini hayatımız, tarihi dinamiklerimiz adına bazı şeyleri kabullenmesi ölçüsünde, arkada fütuhat ölçüsünde bazı hadiseler cereyan eder. Yani bizim insanımız, önündekilere bakar, imamına bakar, rehberine, yönlendiricisine bakar. Bunlar çok önemlidir.
Sizin bir hac hayaliniz de Demirel'le ilgili. 'Allah'tan dilerim hacca gitsin. 'Hacı baba' diyecekler o zaman O'na. 'Baba'sı vardı 'hacı'sı kalmıştı. Bu sene gideceğim diyordu ama daha hazır olmadığını söylemiş' dediğinizi dinledim. Sizce neden hazır değil, Demirel Hacca gitmeye?
'Bu sene hazır değilim' sözü ona ait. Bize kalırsa hazır olmaması için bir sebep yok aslında. Aslında isterse her zaman gidebilirdi de. Sayın Demirel devlet tecrübesi olan bir insan. İç ve dış bir kısım mihrakların değişik şekilde baskılarından endişe edebileceğini düşünürüm. Yani onun hacca gitmesi belki birilerini çok fazla endişelendirir, bir ambargoyu getirebilir.
Bunlar Biraz Vehimler, Vesveseler Olabilir mi?
Bunları bazıları vehim görebilirler de Türkiye'nin bir ölçüde gizli vesayetten kurtulamadığı da söylenebilir.
Devlet anlayışınızı geçmek istiyorum. Yalnız daha önce bu konudaki düşüncelerinizin psikolojik alt yapısına gireceğim izninizle. Bir teyp kasetinizde ilginç sözleriniz vardı: 'Babamın yanında konuştuğum bütün kelimeleri taplasanız 50 cümle yapmaz. Hayatım boyunca gölgesine ayağımı bastığımı hatırlamıyorum, cübbesine değil' diyordunuz. İslâm'da ana-baba hakkının önemi malum. Ama bir insanın hayatı boyunca babasıyla ancak 50 cümle konuşması acaba biraz sağlıksız bir iletişimin göstergesi olabilir mi?
Belki biraz benim ruh haletim, yani o saygı bende çok ileriye gitmiş olabilir. Çocukluğumda böyle emsalimle pek oturup kalkamadım. Yani büyükleri dinlemek, onların muhakeme dünyalarına açılmak benim daha hoşuma giderdi. Mesela çocukluğumda çocuklarla, delikanlılığımda delikanlılarla oturup bir yerde sohbet ettiğim pek azdır. Hep yaşlıları, işte böyle harp görmüş, darp görmüş, tecrübesi olan insanları dinlemek, bir yönüyle onların ufkunda dolaşmak daha çok hoşuma giderdi. Babamı dinlemek, benim için daha yararlı olmuştur.
'Babam, Hocamdı'
-Bir de, babam hem babamdı, hem de annemin yanında Kur'an'da, Arapça'da benim hocamdı. Galiba bu iki saygı, hem hocalık hem babalık şeyi beni biraz baskı altına alıyordu.
'Çocuk-baba ilişkisi bakımından burada bir sağlıksızlık yok mu?' diye sormuştum
-Sevgisini, alakasını bana ifade ederdi. Her zaman dilinden, davranışlarından okurdum onu. Öyle bir iletişim söz konusu olamaz da mesela beni çocukken kürsüye ayağım ulaşmadığı bir dönemde çıkarmıştır. Orada ben vaaz etmişim o da oturmuş dinlemiştir. Ama normal müzakere, muhavere (konuşma) diyebileceğimiz platformlarda herhalde benim çekingenliğim, o zamanlar biraz da çocukluğum itibariyle, vaazlara başlayıp, konuşmaya alışacağım ana kadar herhalde biraz az konuşuyordum. Onu çok iyi tesbit eden, bana çok sevgisi olan bir komutanım vardı.
Kimdi?
Onu tasrih (açık açık anlatma) edemeyeceğim. İskenderun'da o da vaaz dinlerdi. Yani asker olduğum halde üstüm vaaz dinlerdi. Bana bir defa ifade etmişti. Yani, 'Sükut duruyorsun. Bu çevrene ayrı bir emniyet telkin ediyor' filan demişti. Yani biraz öyle anlaşılıyor ki, tabiatımmış.
Devlet Baba Anlayışı
İslam her türlü aşırılıktan kaçınmayı öğütlerken çocukken babaya saygıyı bu aşamaya vardırmanız, bugün erişkin bir insan olarak devletin başında kim olursa olsun 'kutsal' olarak görmeniz psikolojik alt yapısını mı oluşturuyor acaba?
Onlara karşı saygı duymak, halk nazarında değerlerine dokunmamak, halkın itimat ettiği kutsi bir kaynak olarak kalmalarını sağlamak, makul tenkitler ayrı mesele, biraz da bizim Osmanlı geleneğinden, yani devletin bir militarist devlet olmasından geliyor.
Yani babanın mübarek olması, devleti de kutsallaştırıyor. Buradan 'devlet baba' anlayışına geçiyorsunuz
Evet biraz öyle. Yani bunun tarihten gelen bir şuur olmasını ben daha önde görürüm. Yani babamın başkasından ziyade biraz da benim kendi tabiatıma verilebilir.
Türkiye'nin yaşadığı krizin son otuz-kırk yıldır iktisat uzmanı olmayan insanların iktidarda el değiştirmesinden kaynaklandığına inandığınızı biliyorum. Düşündüm ki, bu kapsama otomatikman Demirel'de giriyor. O'nu hiç uyarıcı oldunuz mu?
İşin doğrusu böyle Demirel'e bir şey söyleme konusunda kendimizde cesaret hissedemedik. Yani onun çok eski yıllarda da, sonraları da görüşme arzuları oldu. Ama kurmayları var diye, iktisat uzmanları var diye, düşünürler, taşınırlar dedik. Fakat öyle anlaşıyor ki siyasiler bu meselelerden çok siyasi muvaffakiyetlerini daha çok düşünüyorlar. O meseleler tali derecede kalıyor. Maalesef bu bir sorumluluksa ve bu bize düşüyorsa bunu yerine getirmediğimizi kemal-i esefle ifade etmek isterim.
Çiller ekonomiden ne kadar anlıyor efendim?
Nazarisini herhalde anlıyor. Fakat kitaplar hayattan farklı bir şeydir. Mutlaka o mevzuda doğrudan doğruya ekonominin çıraklığını yapmış, ustalığa gelmiş, pratik düşüncelerini almak lazım.
'Demirel'e bir şey söyleme cesaretini hissedemedik' diyorsunuz ama, Demirel-Çiller ilişkisine dair bir değerlendirmenizden haberdarım. Geçen yıl, arkadaşınızı Demirel'e bayramlaşmaya gönderirken şu mesajı yolladınız: 'Kendisine selam ve hürmetlerimi söyleyin. Kavga olmasın rica ederim. Başbakan'ı biz getirmedik, siz getirdiniz. Başbakan'ı bitireceğim diye devleti bitirirsiniz' Demirel bu mesajı dikkate aldı mı?
Demirel'le şimdiye kadar bir iki karşılaşmam olmuştur. Oturup meseleleri görüşmemişizdir. Fakat yanına giden arkadaşlarla görüşmüş, konuşmuştur. Sonra kendi tecrübesiyle, kendi bilgisiyle o meseleyi değerlendirmiş veya tadil etmiş, yumuşatmış daha değişik şekilde ele almıştır. Zirvede yani o devletin başında kavganın tabanda emniyetsizlik ve güvensizlik hasıl edeceğini, böyle derin derin içimde, vicdanımda duydum. Kim olursa olsun baştakilerin kavga etmesi, anne babanın çocuklar önünde kavga etmesi gibidir. Bu hissimi samimiyetimle ifade ettim. Fakat onun bu mevzuda, eskiler sevaba cevap derlerdi, bu cevabını, sevabını hatırlamıyorum.
Demirel'in Nabzını Nasıl Tutuyor?
Ama bir sohbetinizde Demirel'in nabzını zaman zaman tuttuğunuzu söylüyorsunuz. Demirel'den bir şeyleri rica edebildiğinize göre bunun doğru olması gerekir diye düşündüm. Bunu nasıl başardınız?
'Bu, Demirel'in bazı kimselere biraz yakın olmasından kaynaklanıyor. Demirel dini kesimlerle, dindarlarla, hocalarla münasebetlerini devam ettirmiş tecrübeli bir politikacı. Bu, bizim başarımız şeklinde değil de biraz Demirel'in öyle halka inmesi, gerçekten bir baba gibi davranmasından kaynaklanmıştır. Kendisine yakın bazı dostlarımız vardır. İşte bazen onların aracılığıyla oluyordu. Bu açıdan da acı tatlı bazı meselelerde yanımızda oldu. Meselâ validemin vefat ettiği gün, bulunduğu yerden telefon etti, taziyelerini sundu. Ben de 'Cumhurbaşkanım zahmet buyuruyorsunuz. Yani bu yanları vardır ve bu yanlarını insan kendine yakın hisseder. Meselâ, Turgut Bey'in, Berrin Menderes'in cenazesinde karşılaştık. Camide aynı mahfilde namaz kıldık.
Hiç doğrudan sohbet etmediniz mi?
Sohbet fırsatımız hiç olmadı. Cumhurbaşkanımızla hep aracılarla konuştuk. Karşı karşıya görüşme imkanını, belki çok hayati bir meselede, mutlaka onunla görüşmek suretiyle halledilebilecek bir meselede düşünebiliriz.
Sakal sünnettir. Neden bu konuda Hz. Muhammed'i örnek almadınız?
Çok erken yaşlarda O'nu örnek almak arzusuyla sakal bırakmayı düşündüm. Hatta itimat edeceğim bir zat, rüyamda 'Sakal bırak' demişti. Ben de, hüsnü zannım olan birine 'Nedir bu rüya?' dedim. O, 'Bırakmama demektir' dedi. Hala nasıl böyle yorumladığını anlamamışımdır. Çok ciddi de sakalım çıkmamıştı. O gün bu gün kestim ben devamlı. Sünnet olduğu muhakkak.
Hanefilik'te mutlaka ifa edilmesi gerekli bir sünnettir ama
Buna karşı hep saygılı kaldım. 'Sakal bırakılmışsa, kesilmemesi lazım' dendiğinde de itimat ettim. Tabii burada kalkıp, 'Benim de o kadar günahım olsun' demek de yakışıksız olur şimdi.
Kılık kıyafetiniz İslâmi mi?
Bunlar dinin teferruatıdır. Kılık kıyafeti gelenekler içinde ele almak daha uygun olur. Mesela sarık konusu.
Evet, neden takmıyorsunuz? 'Sarıkla kılınan namaz, 25 derece daha faziletli olur' diye bir rivayet yok mu?
Evet. Ben de namaz kılarkan sararım ayrı mesele. Fakat cübbe, sarık, şalvarı Müslümanlık adına teferruata boğulma gibi görüyorum. Günümüzde pek çok Müslüman bunu ihya ediyor olabilir. Ama sarık takmamanın, cübbe, şalvar giymemenin, Müslüman Türk kimliğini zedeleyecek bir tavır olmadığını göstermek, kendi toplumumla beraber bulunmak, kaymakama kadar dini, dinayeti olan bir sürü insanı bu meselede günah içinde göstermemek mülahazam var. İnsanları şaşkınlık içinde bırakmamak, zıtlaşmalarına meydan vermemek bence çok önemli geliyor.
Bazı dindarlar gibi gömleğin yakasız olanını tercih etmeyişiniz de toplumla bütünleşme adına mı?
Bunlar da hep teferruat. Ben, efendimizin (SAV) işte; kılığı, kıyafeti şu tipteydi denecek bir yanını bilmiyorum. O sıcak bölgede belki ayağına çorap da giymemiştir. Bazen entarı gibi bir şey giymiş, bazen peştemal gibi bir şey sarmış.
Hiç kravatlı resminizi görmedim
Bazı yerlerde, resmi bir yere giderken takmışımdır. Ama yetiştiğim muhit itibariyle, âlem takmadığı için ben de takmadım. Yoksa kravat aleyhinde bir şey düşünmedim.
Galatasaraylı olduğunuzu duydum. Doğru mu?
Futbola derin bir merakım olduğu da, alâkasız kaldığım da söylenemez. Lefterler, Büyük İsmailler, Macaristan'daki büyük başarımız dönemlerine dayanan bir alâkam olmuştur, Galatasaray'a karşı. Beşiktaş'ta da bir akrabam vardı, şimdi Gaziantepspor da ama ben Galatasaray'a karşı alaka duydum. Şu anda da sevdiğim saydığım, bizim düşünce dünyamızda olan futbol yorumcuları insanlar vardır. Beşiktaşlı bunlar. Bununla beraber tabii milli takımlara karşı daha bir arzum, onların başarılarını alkışlamam vardır. Bana milli takımlı demek daha doğru olur. Galatasaray'ın yurtdışındaki başarıları karşısında da gözlerim dolar.
Futbolcularıyla temasınız olduğunu öğrendim
Pek azıyla. Bir ölçüde onlar da toplumdan soyutlanıyor, biraz çalışmaları müsait değil, herhalde. Bununla beraber bir hayli yorumcu, eski futbolcu, antrenör ve halen oyuncu olan gençlerle görüştüm, sevgimi ifade etme fırsatı buldum.
Futbolculara mesajınız var mı?
Tüm futbol takımlarına: İnsan ne yaparsa yapsın. Kur'an'dan aldığı disipline göre, yapacağı her şeyi Allah'ın teftişine sunuyor gibi mükemmel yapmalı.
Bu sene Galatasaray şampiyon olur mu?
Diliyorum olsun.
- tarihinde hazırlandı.