Asya Türkiye'yi Bekliyor

Derviş Geleneğiyle 21. Yüzyıl Ütopyası

Astronomiye olan tutkusunu bildiğim için Mars'taki gelişmelerden başlıyorum sohbete. Yıldızlara, gökyüzünün derinliğine hayran Fethullah Gülen, yıldızlar haritasını evrenin asude dinginliği olarak seviyor?

Uzay çalışmaları konusunda dünyanın gerisindeyiz. Asırlarca geride kalmışız; bu mesafenin aşılması epeyce zor. Teknolojinin, bilginin transfer edilmesi, Türkiye'nin en önemli meseleleri arasında yer alıyor. Gündelik işlerle meşgul olmaktan, devlet olarak plan ve projeleri bile değerlendiremiyoruz.

Para mı sorun?

Parayı milletimiz çözebilir sanıyorum. Kendilerine öncelik tanınmaması gereken küçük meseleler, günlük siyaset milletin geleceğinin önüne geçiyor hep. Yoklukta varlık bulmuş ve Kurtuluş Savaşı'nı gerçekleştirmiş olan milletimizin, bugün de bunları yapabileceğine inanıyorum. Pratikte de bugün biraz kurcalayınca, bunun böyle olduğunu görüyoruz. Mesela, Asya'daki eğitim faaliyetleri bunun bir örneğidir. Bunu, bazıları "değirmenin suyu nereden" diyerek Amerika'ya İngiltere'ye dayandırmak istiyor, ama Allah da biliyor, Peygamber de biliyor, maşeri vicdan da (kamuoyu) biliyor ki, bu İstiklal Mücadelesi'ni gerçekleştiren ruhun işidir. O gün millet nasıl coştuysa, bugün de varını yoğunu buna yatırarak, bunu gerçekleştireceğine inanıyorum. Elverir ki, millete planlar sunulsun, ümit vaat edilsin, yapılan şeylerle bir neticeye varılacağına inandırılsın, o zaman millet her şeyi yapar.

Orta Asya'da okullarınızı gördüm. Üstelik ben 'Deve Kervanıyla İpek Yolu' projesi kapsamında gitmişken tesadüfen gördüm. O insanlara bu şevki, coşkuyu nasıl aşılıyorsunuz? Bu insanlar bir hedef konduğu için mi koşabiliyorlar, yoksa başka bir his mi var işin içinde?

Değişik faktörler var. İnsanımız çok yürekli, yalnız bunu ortaya koyabilmesi için inanması gerekli. Bizim gibi arı vızıltısıyla bile bir şeyler fısıldayan olsa, maşeri vicdan (kamuoyu) hemen harekete geçebiliyor. Demek, o kadar bile olsa bu milletin hamiyet hislerine, civanmertliğine müracaat edilmemiş. Ben bu işin organizatörü olduğumu söyleyemem; sadece bu işin yararlı olduğuna inandım. Gerçekleşebileceğine ve sonra da kalabileceğine inandım. Asya insanının beyninin guddelerinde, şuuraltı olarak milletimize karşı bir güven, itimat var. Ana millet, baba millet olarak gören bir şey var sanki. Gezdiğim her yerde, benim işim olmadığı halde, hep aynı teşvikte bulundum. İnsanlar bu sese cevap verdiler. Gerçekten inandılar. Ben de bu işe doğrusu hayret ettim. Bu kadar az bir gayretle onların bir küheylan gibi şahlanmaları beni de hayretten hayrete sevk etti. Milletin ruhundaki cevhere bir kere daha inandım, Asya steplerinden kalkıp at sırtında Tuna Nehri'ni defalarca geçen bir millet olduğumuzu bir kere daha gördüm. Onun ruhundaki bu güç öyle bir kaynak ki, bu cevheri bilmeyenler yapılan şeylere başka kaynaklar aramaya başladı. Oysa ki bu, milletin kendi içini ortaya koyması demekti ve o, irade gücünü ortaya koydu. Başka bir mülahazamı arz etmek isterim. 1980'lerin sonunda, bir kısım sarsıntıları fark edince 'Oradaki insanlara sahip çıkalım. Çarlık Rusya'sının, komünizmin altında inlediler şimdi de başka istismarlara açık olacaklar. Bu kardeşlerimizin yardımına gidelim' mülahazası ile gidersek, kendilerine çok şey vereceğimizi düşündük.

Türkiye Oturmuş Bir Devlet

Türkiye oturmuş bir devlet, demokrasi yerleşmiş, en azından yerleşme yolunda. Günümüzde kendilerini bizden daha iyi Müslüman gören, ve bize tepeden bakan insanlarla, ülkelerle en azından şimdilik mümkün görülmeyen birlik hayalleri kurmak yerine, bizi kabullenecek, yıllarca, hatta asırlarca horlanıp ezilmiş, çok yönden bize daha yakın insanlara yönelmeyi yararlı bulduk. Gelecekte belki başkalarına 'cazibe merkezi' haline gelecek yerler olmaları dolayısıyla, hususi kültür ve eğitim adına yatırımların boşa çıkmayacağını düşünerek sevdiklerimizle bu işe başladık.

Bunlar, politikacıların yapması gereken ve yapmadıkları şeyler. Onlar insanları heyecanlandıramıyor, onlara bir şevk veremiyor. Tersine umutsuzluk veriyorlar. Böyle politik hedefler ve yapılanların yanı sıra çok kırılgan bir iç dünyanız var. Büyük hayallerin beslendiği bir yaratıcılığı da taşıyorsunuz; bunların ikisini bir arada taşımak zor olmuyor mu?

'Meşakkat mükafata esastır' derler, yani her şeyin avantajları kadar riski de var. Bunlara katlanmak lazım. Milletin ruhundaki cevherin çıkarılması meselesinde politikacılar, hamasi destan mahiyetinde çok şeyler söylüyorlar, ama onu keşfetmeye, harekete geçirmeye matuf ciddi, inandırıcı bir tavırları olmuyor. Öyle tutarsız şeyler oluyor ki, en büyük kredileri sayılan güveni kaybediyorlar. Politikanın dışında olmanın bir yönüyle bir yararı olabilir; bir önemli mevzuu seçersiniz, bir idealiniz vardır, onu belirlersiniz. Zaten çok zor, çetin bir olay. Bir de her şey bir kaderdenk noktasında cereyan eder. Yani dersiniz ki, burada bir ölüm de söz konusu olabilir, ancak kalım olursa, o zaman da kazanırım. Yani bu millet uyanırsa, yine kazancımız büyük olur diye düşünüyoruz. Kaderdenk noktası, yani sebepler planında insan iradesiyle alakalı bütün psikolojik, sosyal, ekonomik ve siyasi konjonktürle, kader planında İrade-i İlahi'nin çakışması, bazılarının sürpriz dediği sizin hayal ettiğiniz gerçekleri çıkarıyor. Politikacı bu mülahazalara eğilemiyor. O günü kurtarmayı düşünüyor. Bu milletin tarihini ve geleceğini gerektiği ölçüde düşünmüyor.

Yani ideal gerekiyor…

"Günlük meselelerle çok meşgul olursa insan, başka meselelere karşı gabileşir, yani anlayışı kıtlaşır" diyor bir düşünür. Birkaç yıl öncesine kadar Türkiye'nin bir Asya meselesi yoktu. Bazı şeylerin planı yapılıyordu ama bunu Atatürk çok önceleri söylemişti. Yani ABD Başkanı Mc Arthur'la Türkiye'de görüşürken 1935'lerde söylemişti. Demek ki, bizim politikacılarımız o noktaya bugün vardılarsa 63 sene geriden geliyorlar demektir. Ne olursa olsun son sözü söylemek lazım, o kaderdenk noktası geldiğinde. Ben dedim ki, Asya'ya açılırsak ne kaybederiz? Azerbaycan'ı Ruslar işgal ettiğinde arkadaşlarımız orada idiler, ben de onlara "Kalın" dedim, "Ezilseniz bile kalın!". Onların mağdur olduğu bir dönemde orada olmamız, onlara yardım elini uzatmamız bir kredidir. Devletimiz gerçi bir yönüyle bunu düşünüyor, bir diğer yönüyle de devlet olarak hareket ederse başka devletleri karşısında bulur. Oysa bizimki sivil bir girişimdir, yani bağışlayın ne deve ne kuş. Bize derler, "Devlet adına mı hareket ediyorsunuz?" Biz de, "Nasıl telakki ederseniz". "Kendi kendinize mi hareket ediyorsunuz?" yine, "Nasıl telakki ederseniz".

Biz Devletin Ayrılmaz Bir Parçasıyız

Ama biz devletin ayrılmaz bir parçasıyız, yaptığımız her şey devletimiz adınadır. O açıdan, bazen böyle bir belirsizlik de bizim için güç kaynağı oluyor. Bu da çok önemli bir dinamik sayılabilir. Orada yapacağımız her şeyde KGB ile, Rus sertliği ile bir güç kazandık.

Orta Asya, kültürümüzün ana ırmağının aktığı yer. Yesevi döneminde İslam anlayışında kadın erkek bir arada ibadet eden Türklerin, 13. yüzyıla kadar Kur'an'ı da Türkçe okuduğunu hatırlarsak bugün neden kadını erkeği ayırıyorlar, haremlik-selamlık yapmaya çalışıyorlar? Dinde ve tasavvufta kadın erkek bir değil mi?

Ahmet Yesevi bir insan, meseleyi kendince geniş bir perspektif içinde yorumlamış olabilir. Meclislerinde zikir esnasında kadınla erkeğin birlikte olduğu tarih kitaplarında geçiyor. Allah Resulü dönemine bakılacak olursa, mescitte erkekler ve kadınlar birlikte namaz kılıyorlar. O zaman, şimdi bizim camilerimizde olduğu gibi mahfil veya maksure şeklinde bölmeler de yok. Muteber hadis kitaplarında geçtiğine göre, Medine'de Müslümanlar genellikle fakirdi. Ayrıca iç elbiseleri yoktu. Secdeye vardıklarında hoş olmayan manzaralar göze çarpabiliyordu. Bunu önlemek için Efendimiz (sav), kadınlara, hemen erkeklerin arkasında namaz kıldıkları için, "Erkekler secdeden başlarını kaldırmadan siz kaldırmayın" buyurmuşlardır. Bir konsantrasyon yeri olan mescitte, açık saçık manzaralara meydan vermemek için böyle buyurmuştur. Bazı meseleler gibi, zamanla bu meselede de değişik anlama ve yorumlar olmuş. Kadınlar, mesela Türkiye'de teravih namazları dışında –ki farz değil sünnettir– camiye gelmez veya alınmaz olmuş. Bunun yanısıra camilerimizdeki mahfil ve maksureler de sorgulanabilir. Yesevi hazretlerinin, Anadolu'ya gönderdiği dervişler asıl manânın, derinliğin ve ruhun temsilcisi olmuşlar. Osmanlı'nın kuruluşunda bu ruh çok önemlidir, Mevlana, Hacı Bektaş Veli gibi pirler hep bu ruhun uzantılarıdır. Anadolu bu ruh, bu manâ ile şekillenmiştir.

Antikçağda kadınlar hâkim olduğundan tanrıçalar vardı, sonra erkek egemenliğinde tanrılar çıktı. Erkek erkeğe bir sistem kuruldu. Maalesef denge kurulamadı. Karşı taraf hakkını alacağına –ki, hak almayı, adaleti ve dengeyi tesis etme manâsında kullanıyorum– tepki doğdu. Esasen, kadın–erkek arasında mutlak manâda üstünlük değil, işbölümü söz konusudur. Dinimize göre, kadın çocuğunu bile emzirmek zorunda değildir. Yesevi'ler, Mevlana'lar, Yunus'lar bu meseleyi çok güzel yorumlamışlardır. Ebu Hanife de güzel yorumlamıştır, ona göre kadın hâkimlik de yapabilir. Ayrılıkları, bir etki tepki kısır döngüsünde biz icat etmişiz.

Şekilcilik İslam'ın Ufkunu Daraltır

Kadın tecrit edilerek örtünmesi isteniyor. Kezban Hatemi, Kur'an'da baş örtme yoktur diyor. Örtünme var mı, yok mu? Bu konudaki dayatma nedir?

Kezban Hanım'ı ben de dinledim. Kur'an'da örtünmeden bahsedilir, ama nasıl örtünüleceği, şekli açıklanmaz. İran'daki gibi çarşaf mı giyilecek, peçe mi takılacak, bunlar net değildir. Şekil üzerinde durmak, İslam'ın geniş ufkunu daraltmak olur, zevksizlik olur. Hatta İslam dinini bir kostüm dini haline getirmek olur ki, bunlar yanlıştır. Başörtüsü de aynı şekilde üzerinde durulacak usul, yani imanın ve İslam'ın esaslarından, şartlarından değildir. Bunlardan dolayı, insanın adeta dinin dışında tutulması dinin ruhuna aykırıdır. Bu konuda dayatmalar, ısrarlar ifrattır ve zorlamadır. Hatta nefret ettirmedir. Gönülde sevgi önemlidir, sevdirme önemlidir. İşin kaynağıyla irtibat önemlidir. Herkes hoşgörü ister, ben de kendi telakkilerim, kabullerim içinde hoşgörü isterim. Benim de buna ihtiyacım vardır. Ancak böyle olursa, toplumun değişik parçaları bir araya gelebilir. Aynı ölçüde ben de herkesi bağrıma basmalı ve kabullenmeliyim. O kadar çok müşterek yanımız var ki, teferruatta bölünüp parçalanmamalı. Caminin içinde birbirimize düşeceksek, şekilden önce ruh veya muhtevayı öne alıp avluda barışacaksak, orada barışı sağlamalıyız.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.