Kalpten Kalbe Bir Yol: Orta Asya
Türkiye'de neşet etmiş olan İslamî tellakinin İslam dünyasındaki diğer İslamî telakkilere nazaran Orta - Asya'da kök salmasının önemi nedir?
Biz de kabul edilen, sevilen, eskimeyen, hayatî dinamiğe dönülme sürecinin, Asya'da daha hızlı gelişeceğini zannediyorum. İslam dünyasındaki farklılığa temas etmiştik. Bizdeki tarz-ı telakki daha engin, yorumlar çok daha insanî. İslam dini evrenseldir, ama biraz da temsilin gücü, evrenselliği ifade eder. İslam, İnsanlığın İftihar Tablosu ve onun raşit halifeleri tarafından temsil edildiği gibi, hiçbir arızaya maruz kalmadan temsil edilseydi, bu badirelere maruz kalınmazdı.
İslam dünyasında tebliğ, temsilin önüne geçmiş gibi gözüküyor. Öncelik tebliğde mi, temsilde midir?
İslam tarihi yazarlarına göre Efendimiz'in temsil yönü, tebliğ yönünün önündedir. Çünkü O'nun tebliğinde, aslında Allah'tan aldığı mesajı, bir memur olarak, bir altın, bir ışık olarak muhataplarına intikal ettirme gibi, mücerret bir mükellefiyet ve sorumluluk söz konusudur. Temsil; İlahi senaryoyu bütün incelikleri ve detaylarıyla yeryüzü sahnesinde oynamadır. Bu oyun milimi milimine ve yürekten oynanır. Aslında bu artık bir oyun da olmaz. Memuriyetin gereğini, tasavvufî ifadeyle bir cezb, bir inzicab içinde Allah'ın oynatması, temsil ettirmesidir. Bu öyle güçlüdür ki Bediüzzaman'ın yaklaşımı içinde, eğer günümüzde o ölçüde bir temsil olsa, ağzımız o İlahi mesajı okurken ahval ve etvarımız Kur'an'ı yaşasak, sair dinlerin salikleri küre-i arzın bazı kıt'aları, 'Yedhulune fidinillahi efvaca' fehvasınca, fevc fevc İslamiyet'e dehalet edecekler. Ben şahsen bu temsili çok önemli görüyorum. O temsile denk bir yorum. Çok iyi oynamışlar, çok iyi bir İslamlaştırma hareketi gerçekleşmiş, Müslümanlığı en azından sevdirme hareketi gerçekleşmiş. Bir şey benim çok dikkatimi çeker; Osmanlılar'da hiç zorlama olmadığı halde, Boşnaklar'a o dönemde Müslümanlık ulaştığından dolayı, Sırplı kurtlar saldırıyor. Bosnalı Müslümanlar'ın ciddi anlamda İslamî hayatları da yoktur. Dr. İkbal'in dediği gibi; 'Bunların çoğunun kalpleri mü'min, kafaları Batılı olsalar bile...' sırf kalplerinde iman olduğu için Sırplı kurtların saldırılarına muhatap oluyorlar. Yoksa Boşnaklar'la, Sırplar aynı ırktan. Irk olarak Sırplı bize ne kadar uzaksa, Saraybosnalı da o kadar uzaktır. Ama gelin görün ki, arada bir duygu, bir düşünce, bir buluşma var.
İslam almış ve onları, bir parçamız haline getirmiş. Yekvücud olmuşuz. Aynı duygu ve düşüncenin kavgasını veriyoruz... Türkiye duygu ve düşüncede bunca deformasyon geçirdikten sonra bile, insanı, askeri, parlamentosu ve medyası ile bu işe sahip çıkıyor. Kuvvetle mukabele etmesi imkansız olmasına rağmen, son zamanlarda yükselen sesleri takdir etmemek mümkün değil. Demek ki bir engin müsamaha, bir hüsn-ü kabule medar oldu. Buna hayret ederim. Pomaklar'la 60'tan evvel Edirne'de tanıştım. Benim çok sevdiğim insanlar. Öyle beş - başı mamur insanlar ki bunlar, şaşar kalırdım. Medeni hayattan o gün itibariyle çok nasip alamamışlar. Hatta bazı yerlerde söylenirdi, ben görmedim, keçileri üst katta yatırıp, kendileri alt katta yatarlarmış. Pomak kardeşler beni mazur görsünler. Böyle bir şey yoksa özür dilerim... Oysa bunların öyle bir yönleri vardı ki, işin doğrusu müthiş derindi. İslam'ın ruhuna ve Ruhu Seyyid-ül Enam'a yürekten bağlıydılar.
Size göre bu insanlara tesir eden nedir?
Despotizm bu insanlara tesir edemez. Dolayısıyla despotizm çekildikten sonra, bu insanlar, yine bu işin etrafında pervane gibi dönmeğe devam ettiler. Bu, musamahanın, toleransın, insan hak ve hürriyetlerine saygının neticesidir. Böyle müthiş bir yumuşatma, balmumu haline getirme keyfiyeti, hayret ettiğim hususların birisidir. Bir ikincisi şudur; İslam'ı engin anlama, evrenselliğine uygun şekilde yorumlama meselesi. Gerçekten çok iyi gerçekleştirilmiş. Osmanlı Devleti'nin sınırları 120 milyon kilometrekare iken, nüfusu 250 milyon. Bu 250 milyon nüfusun sadece 11 milyonu saf kan Türk'tür. Bakın, bir insana kaç insan düşüyor. Şu anda Türkiye'de, mekanize birliklerinizle, istihbarat teşkilatınızla, telekomünikasyonun bütün imkanlarıyla, bu asayişi, o ölçüde temin edemezsiniz. Fizan'da bir isyan çıktığı zaman, ata binip oraya dört nala gitmeniz bir ayı geçer.
Erzurumlular'ın bir sözü vardır; 'Allı evlenir, güllü de gelin olur, herşey biter.' O kabule mazhariyet olmazsa, o hoşgörü olmazsa, nasıl idare edeceksiniz bunca milleti? Dayatmayla olmaz... Osmanlı Bingazi'den geri çekilirken, küçük bir kolordumuz vardı, koskocaman bir ülke, küçük bir kolordu ile idare ediliyordu. İtalyanlar biz oradayken de gelselerdi, bazılarımızı öldürür, bazılarımızı esir alır, yine giderlerdi. Mussolini'nin koskocaman orduları karşısında küçük bir kolordu ile durulamazdı. Medine'de, makamı cennet olsun, Fahrettin Paşa'nın çevresinde küçük bir tabur vardı. Nasıl oluyor da siz hem Şerifler'in saldırılarına, hem İngiliz tahriklerine hem de deve çobanlarının entrikalarına ve baskınlarına karşı koyabiliyordunuz. Demek gönüllere çok iyi girilmiş. O tahrik ve tahrip bile asırlar aldı. Öyleyse Türk toplumu, İslamiyet'i evrensel manada çok iyi yorumlamış ve çok iyi temsil etmiş. Bu işin şakası yok ve dünyanın, böyle bir yorum ve temsile ihtiyacı var bugün. Bağnazca yaklaşımlarla sadece tenfir olur ve dolayısıyla tasir, zorlama, ürkütme ve kaçırma olur. Asya insanı, aramızdaki bağlardan ötürü bize sıcak bakıyor. Bir diğer taraftan, yerinde veya değil, bazı ülkelerdeki idare şekline fundamantalizm deyip ürktüklerinden dolayı, bizim insanımızın yaklaşımını daha makul görüyor, sadırlarını, sinelerini açıyorlar. Bu işin güzel bir yanı, kaderin öpüp başımıza koyabileceğimiz bir tecellisi, bir taraftan da insanımız için bir avantaj.
Bu avantaj, o ülkelerin değişik şekillerde korunmasını da sağlamıyor mu?
İnsanımız, devlet planında olmasa bile, vakıflar, dernekler, şirketler yoluyla oraya girerek, elbette o ülkeleri ifsad edecek akımlara karşı da, 'Seddi Zülkarneyn' gibi bir set teşkil ediyor. Dolayısıyla o ülkeler bakir kalıyor. Eğer yeni bir fikir aşılama meselesi olacaksa, onlara bize eskiden emanet ettikleri, az-buçuk değişmiş kendi düşünce sistemlerini götüreceğiz. Biz bunu sizden almış, öğrenmiştik. Medyuniyet hisleri altındaydık. Bu vefa borcunu ödemek için, bir dönem siz Anadolu yamaçlarında işgale uğradınız, biz bunu çimlendirdik, yeniden size...
Hocaefendinin ses tonu giderek değişiyor, gözleri tülleniyor ve birden hıçkırıklara boğuluyor...
...vefa borcunu ödemek için geri veriyoruz... Yaklaşımın esprisi bu... Zannediyorum onlar da gelip okul açmaları, Türk dilini, İstiklal Marşı'nı İstanbul aksanıyla öğrenmeleri, bağırlarına basıyor, 'Sizleri her şeyinizle kabul ediyoruz' diyorlar ve tepki göstermiyorlar. Dilerim değişik yerlerden ifsadat olmasın, bu vetire yaşansın, bu gelişmeler devam etsin. Asya ile bütünleşmek büyüme yoludur. Bu büyüme yolundaki seyr-i ruhaniyle maddesini devam ettirsin. O köprüyü geçsin, Uzakdoğu'ya, Pasifik'e sarksın. İnsanlığa vaadettiği şeyleri bihakkın yerine getirsin. Türk Müslümanlığı'nın şartlarımız içinde, cihana yeni bir ses ve soluk olacağı kanaatini taşıyorum. Arkadaşların iyi temsil etmesine vabeste inşaallah.
Ahde vefa olmanın ötesinde, uluslararası ilişkiler anlamında Türkiye'ye, Orta Asya'da kök salan bu İslamî telakkinin kazandıracağı şey nedir?
Çok önemli ... Vefa borcu, hasret giderme var, doğru. Ben o mevzuda bir hasretkeş, bir hicrankeşim desem, vefamı arkadaşlarımın vefasının önünde görme gibi bir gurur, bir çalım sergilemiş olurum, bundan Allah'a sığınırım. Ama zannediyorum, çocuk yaşımdan beri hep ağlamışımdır. Buhara, Semerkand, Taşkent derken, cenneti düşünüp tasavvur edip, içine girmekle eş değerde tutmuşumdur. Acaba Semerkand, Buhara kapıları ne zaman aralanır? Koca Buhari'nin, Serbüş-şehidin kapısının önünde dururum... Hep bugünü bekliyordum derim. Bu bizim için çok önemlidir. Çünkü Araplar'ın 'Şakik' dedikleri, yani aynı memeden süt emmiş öz kardeşleriz biz Asya'da, öyle yaşamışız. Gel gör ki kader bizi buraya atmış, onlar orada kalmış. Birleşme, bütünleşme dinamiklerini hazırlama sürecinde, gerçekleştirme imkanı olmamış. Öyle bir fasıl doğunca aheste revlik etmeden, onu birleştirmek icap ediyor ve ona koşuluyor. İşin bir diğer tarafı, Türkiye'nin büyümesi, Asya ile entegrasyondan geçer. Defaatle çeşitli meclislerde zikrettim. Asya, Türk ekonomisindeki sıkışma için bir nefes, bir soluktur. Türk insanı onunla soluk alarak ciğerlerini canlandıracak ve kendi de canlanacaktır. Batıyla içli-dışlı olsak da, çok büyük bir zenginlik elde edemeyiz. Böyle bir şey söz konusu olursa, bizimle entegrasyona geçmezler. Batı'yla hesaplaşmamız, kendimizi Batı'ya kabul ettirmemiz, Asya ile bütünleşmenin meydana getireceği oluşuma bağlıdır. Bu isterse basitçe, Türk müteşebbisinin, sanayicisinin üreteceği ucuz malla dünyanın, her yerinde rekabet yapmasına bağlanabilir...
Orta Asya Bir pazar mı yani?
İsteyen bizim için bir pazar, bir panayır olarak düşünüp orayı kazanmamız gerektiğini de söyleyebilir. Sayın Ecevit 'Toprak işleyenin, su da kullananındır' sözünü çok kullanmıştı. Bu aslında İslamî bir prensiptir. Ölü araziyi kim ihya ederse, arazi onun olur. Şimdi böyle geniş bir bölgeyi, koskocaman Asya steplerini federasyondakilere ümid vermek, iradelerine fer vermek üzere, şartların müsait olduğu ölçüde ele geçirmenin, güçlü olmanın yolu bundan geçer. Güçlü bir Türkiye'nin şartların gerektirdiği ölçüde, kendisi gibi düşünen devletlerle birleşmesi de burdan geçer. Birileriyle pazarlığa otururken devletler bazında güçlü bir konuma sahip değilseniz, pazarlıkta öne süreceğiniz meseleler bahis mevzuu olamaz. Onun için bastırmacı Batılılar, sizinle bazı meseleleri pazarlık yaparken bir yönüyle bastırıyorlar ve hep onların dedikleri oluyor. Hatta bir güç, bir kuvvet getirip yanınıza yerleştirirken size söyleme lütfunda bile bulunmuyorlar. Anti parantez ifade edeyim; bizi Körfez Harbi'nde yanlarına çekmek istediklerinde bunu bize dayattılar. O zamanın Başbakanı bir arkadaşımızla görüşüyordu. Ben o arkadaşla haber yolladım; 'Kendisine selamlarımı iletin, lütfen böyle bir maceraya ucuz girmesinler. Pazarlık teşkil edecek hususlar koysunlar ortaya.' Arkadaşımız gitti, 'Evinde görüştüm' dedi. Bana aynen şöyle dediğini söyledi; 'Efendim siz ne diyorsunuz? Gitmesek, kabul etmesek, kulağımızdan tutup götürürler bizi. İyisi mi erkeklik bizde kalsın...' Düşünün artık... Konumumuzu, gücümüzü, kuvvetimizi bilmemiz lazım. Neyi pazarlık yaparız, neyi yapamayız? Bunları iyi tespit edilmesi lazım. Bir güç kaynağına, dayanmamız lazım. Bir şeyleri arkamıza alıp yürümeliyiz. Onlar olmadan hiçbir meselenin pazarlığını yapamayız. Bunu hesaplaşma olarak ifade ediyoruz ama hesaplaşmayı, Cihad'ın maddi şeklinde, dünyaya karşı meydan okuma şeklinde anlamamalıyız. Çağıyla hesaplaşma, onun önüne geçme... Yakalama, aşma sözleri bu durumu ifade etmez. Asya ile hangi ölçüde olursa olsun, bunu zaman belirleyecek, bir birliktelik yaşayacağız.
Nasıl bir model öngörüyorsunuz?
Bunu şimdiden söylemek erken olur. Bir Alman federasyonu, bir ABD stili düşünmeyin. Çünkü zamanın bir kısım ahvalde ortaya koyacağı bazı ahkamlar vardır ki, her birerleri bir aşmışlık ifade eder. Arkanıza alacağınız böyle bir güçle, çağınızla hesaplaşabilirsiniz. Dünyanın her yanı sizin için bir pazar olabilir.
Asya ile entegrasyon İslam dünyasından önce mi geliyor?
Evet. Birilerinin farklı mülahazalarının arkasında, esasen bu vardır. Bana göre ikinciler elde birdir aslında. Çünkü değişik yönde, güçlü bir vakum meydana getirince, bu ilelmerkez güç karşısında mukavemet edilemez. Zaten şimdiye kadar, İslam dünyası hep gelmiştir ve gelecekte de geleceklerdir. Aynı zamanda biz böyle bir meselede, 9 asırdan beri bir yerde karakolculuk yapmış olmanın, bir yerde bir cephede bekliyor olmuş olmanın, onlar üzerindeki , şuuraltlarındaki dinamiğini, kredisini de kullanacağız. Bugün kitle olarak Arap, Pakistan, Bangladeş, hatta Hindistan kitlelerinden hangisinin nabzını tutsanız...
Bir çeşit psikanaliz mi yapıyorsunuz?
Evet, bir çeşit psikanaliz yapsanız, beyin guddelerinin size vereceği mesaj şudur; 'Dokuz asırdan beri bizi ne güzel idare etmişsiniz...' Üstadın yaklaşımı ile; 'Bu bayraktarlığınızı, bundan sonra da devam ettirebilirsiniz' diyecekler.
Türkiye bu kartı kullanabiliyor mu?
Basiretli Türk idarecileri için dünyanın her yanında geçerli olan bir kredi kartıdır gerçekten de bu. Bence devlet idarecilerinin basiretsizlik yapıp kullanamadıkları bir kredi kartıdır. Ama bu kredi kartının kullanma mevsiminin, vakt-i merhumunun gelmesi, yine Asya ile entegrasyondan geçer. İlk önce toplumumuz, küçük Asya rüşdünü, Asya ile entegrasyona geçmek suretiyle ortaya koymalıdır ki, diğerlerini arkasına çekme mevzuunda inandırıcı olsun. Bu, Batı'yı dışlama anlamına gelmez. Siz bir Osmanlı, bir Selçuklu gibi güçlü olduğunuz zaman, onlarla da birkısım meselelerin oturup pazarlığını yaparsınız. Devletler muvanezesinde birinci derecede söz sahibi olmamız söz konusu. Bir kısım dayatmacı devletlerin ortaya attıkları düşünceleri -düşünceyse şayet- size kabul ettirmelerinden kurtulma meselesidir bu. Ki Allah Kur'an'da işari olarak, 'Sizin başkalarının vesayeti altında olmanıza razı değildir' buyurur. Allah razı değilse, gazabına her an muhatabız demektir. Öyleyse o devletler arasındaki o mualla, güçlü yerinizi istirdat etmeniz çok önemlidir. Millet olarak, 'Yeryüzü mirasçıları' olarak bu çok önemlidir.
Asya'yı koridor olarak görüyorsunuz anladığım kadarıyla. Asya koridoru Türkiye'yi; Batı'ya, Ortadoğu'ya ve Pasifik'e mi taşıyacak?
Çok doğru. Çok da güzel ifade ettiniz. Önemli olan, o koridorun, şimdiki Gürcistan şeridinin açılması gibi... Zamansız, mekansız bir koridor açılacak. Eskilerin ifadesiyle; 'Kalpten kalbe yol alacak...' Evvela bu entegrasyon, duyguda, düşüncede, imanda gerçekleşecek ve böyle bir entegrasyona bedenler veya devletler planındaki planlar tatbik edilecek. Bu Türk toplumunun, bütün Batı'yla da, zararsız bir planda entegrasyonu olacak. O da onların belli bir yere getirdikleri avantajları paylaşmak olacaktır. Bu mânâda da benim şimdi teşekkül eden bazı kuruluşlara karşı reaksiyon göstermemem sözkonusu. Hatta birkısım zararlı gördüğümüz yanların münakaşası yapılmalı. Mesela Gümrük Birliği'nin ekonomik zararları üzerinde durulmalı ama, diğer yönüyle öyle bir entegrasyondan bizim de istifadelerimiz olacaktır. Zenginleşmiş, oturmuş ülkeler, onların yıkılmasına meydan vermeden çökecekleri zaman kendi dinamiklerimizle onları destekleyeceğiz.
Bu bir kehanet mi?
Bir kehanet gibi görülebilir. Batı, İslam ile ilk karşılaştığında, Antikite'ye sarılmış, İslam'dan kaçmıştı. Belki bu defa, aynı hatayı irtikap etmez. O zaman Roma, Grek medeniyeti, Hıristiyanlık daha taze, güçlü görünüyor, bir şeyler vaadediyordu. Öyle bir sığınmada mazur görülebilirler. Ama bunlar verecekleri şeyleri verdiler, kısırlıkları artık ortaya çıktı. İslam'ın vaadettiği şeyler, kendini hissetirebilir. Belki maili nidam olan bu devletler, doğura doğura her şeylerini verdikten sonra, Türk toplumu entegrasyonla bir taze kan, bir hayat olacaktır. Bu da sosyologları, psikososyologları ilgilendiren bir konudur...
- tarihinde hazırlandı.