Güzel Bir Şey Başarabilmek
Ne umutlar yüklemiştik Oktar Babuna hadisesine... Bir sembol adam ve onun sıcak çağrısının ardından onbinlerce insanın seferberliği... Cumhurbaşkanı'nın, Başbakan'ın, Genelkurmay'ın, öğretim üyelerinin, medyanın, öğrencilerin, öğretmenlerin, gençlerin, yaşlıların, İstanbul'un, Anadolu'nun insani bir noktada buluşması... İnsanların kendisinden başkası, başkaları için bir şeyler vermek üzere bir adım atması... Herkesin bir şeyler kapmak için yarıştığı bir dünyada birilerinin, bizim toplumumuzda birilerinin kan vermek üzere kuyruklara dizilişi...
Şimdi onun canına okuduk... Sanki "bize yakışmaz bu kadar güzellik" dercesine, akla hayale gelmeyecek komplo teorileri ile işin içine giren herkesi şaibe altına sokacak bir ortam geliştirdik... Kim yarasız kaldı ki bu suçlamalar anaforu içinde... Sanki birileri bir komplo kurmuş, bir genç adam kendi canı dahil her şeyi bu komploda malzeme haline getirmiş, sanki başkaları başka hesaplarla, bu genç adamın gerçekten samimi hareketini karalamaya yönelmiş, sanki, devlet adına birileri durup dururken birilerinin hesabına alet olmuş, sanki medya, birdenbire saf değiştirip bilinen komplo teorilerine balıklama atlamış, ve sanki hepimiz, içimizde hep böyle bir kuşku saklıyormuşuz gibi iyiliğe, güzelliğe, hüsnü zanna dair her şeylerimizi kaybedivermişiz...
"Nekrofili" diyordu buna Alev Alatlı... Ölü sevicilik... Öldürmeyi seviyoruz... Korkarım bu duygu bizi, Oktar Babuna için "Bıraksak acaba ölür mü?"yü denemeye kadar götürecek...
Bosna kampanyasını da böyle öldürmüştük biz... Tüm ülkenin gönülden seferber olduğu bir insani dayanışma seferberliğini, karşıt kamptakilerin fazilet hanesine yazılır korkusuyla toptan şaibe altında bırakmıştık... "İnsanların yardımlaşma hisleri tarümar olur mu" kaygıları taşımadan? Bosna'dan elimizde, "Biz toplum olarak büyük işler başarırız" gururu yerine, "Biz her şeye bir kuşku bulutu yükleriz" burukluğu kalmış... Bosna'ya yardım kampanyasına ördüğü minik patiklerle katılan annelerin duygularını nasıl öldürdük!
Fethullah Hoca'yı ne de çabuk öldürdük içimizde...
Bir vaiz. Etkileyebildiği insanlara "Okul açın, demiş. Bu memleketin asıl derdi eğitimdir. Yıkıldığımız yer eğitimdir. Gene oradan ayağa kalkacağız." Onu sevenler yurt içinde ve dışında yüzlerce okul açmışlar. Yüzlerce dersane açmışlar... Branşlarında son derece üstün başarı göstermiş genç öğretmenler ana ocaklarını bırakıp, diyar diyar seferber olmuşlar... Rus çocuğuna, Moğol gencine, Taylandlı'ya Türkçe öğretmişler... Bu devletin bilgisi içinde gerçekleşmiş, hatta en üst makamlar referans mektupları ile desteklemiş... Sovyetler'in dağılma sürecinde, hazırlıksız yakalanan ülkemiz için bu, bir çıkış imkanı olarak görülmüş...
Arkasından bir fırtına ve herşeyin tuzla buz olması... Fethullah Hoca'nın idamını istemeye kadar uzanan bir zihin alaborası... Fethullah Hoca dün kahramandı, bugün hain! Bu kadar kolay mı bizde zihni değişimler. Fethullah Hoca hepimizi aldatmış! Takıyye yapmış Fethullah Hoca... Ya okullar... Ya eğitim atılımı... Ya bu ülke çocuklarının önderlik ettiği bir eğitim sıçrayışında dünya çapında elde edilen başarılar...
Bu kadar iyilik ancak kötü niyetle olur!!! Öyle mi? Bize böylesi yakışır!!! Bu kadar olumsuzluğun olduğu bir ülkede böyle iyi şeyleri düşünmek için yeterli iyi niyet bulunamaz!
Yani nekrofili... Öldür öldür!!!
Necmeddin Erbakan siyasi yasaklı... Türkiye için çırpınıp didinmiş bir insan... Başbakan olarak, başbakan yardımcısı olarak, siyasi parti lideri olarak, bilim adamı olarak... Sonunda suçlamış ve yasak ilmeğini geçirmişiz siyasi hayatının boynuna... Bu kadar zaman içinde Necmeddin Erbakan'ı bir "Türkiye insanı" haline getiremediğimizin itirafı mı bu? Babuna bahsinde yanılmış Türkiye, Bosna kampanyasında yanılmış, Fethullah Hoca bahsinde yanılmış, Erbakan bahsinde yanılmış...
Tayyip Erdoğan bahsinde de yanılmışız!.. İstanbul'a beş yıl boyunca coşkuyla hizmet etmiş ve gelecekte de büyük hizmetler verebilecek bir insanın sonunda bir çürük (!) tarafını bulmuş ve mahkum etmişiz... Üstelik bir daha siyaset yapma yollarını da tıkayarak... Çürük tarafını bulmalıydık, bize onun çürük yanı lazımdı, öldürmeliydik, bizim içimizde böyle güzel insan olabilemezdi... Standardımıza aykırı idi... Şimdi o, Pınarhisar'da hizmetten tecrid olmuş durumda...
Kısa süre sonra Hasan Celal Güzel'i de cezaevine koyacağız. Başbakanlık Müsteşarlığı yapmış, Milli Eğitim Bakanlığı yapmış, devletin en mahrem görevlerinde bulunmuş bir insan için en son bulduğumuz yöntem cezaevine koyup, susturmak... Hasan Celal Güzel'den başka yararlanma yolu kalmadı Türkiye'nin... Suyunu sık ve cezaevine at... Toplumsal çöplük orası... Siyasetçiyi at, gazeteciyi at, düşünce adamını at...
Hep nekrofili... İçimizde öldürüp öldürüp atıyoruz...
Okul birincisi başörtülü çocuklardan yararlanamıyoruz. Doktor, öğretmen, hemşire ya da başka bir şey... Anneler doktorsuzluktan, çocuklar öğretmensizlikten kıvranıyor... Ama biz, ağzı ile kuş tutsa, başörtülü bir hanımı bu görevlere tayin etmiyoruz. Neden devleti ve ülkeyi riske atalım! Mutlaka bir kötü niyetleri vardır onların... Birinci oluşları bile bir kötü niyetle alakalıdır!!! En iyisi çöplüğe atmak, yani ölü seviciliğimize kurban etmek onları...
"Koridorda ağladım" diyor Prof. Dr. Çetin Özek... Sebep, İ.Ü. Rektörü Kemal Alemdaroğlu'nun uygulamaları... "Kütüphaneleri öldürdü" diyor Alemdaroğlu için... Kütüphanelerin öldürüldüğü bir ülkede insanların ölümünün sözü mü olur? Acaba, diyorum, Sayın Özek, başörtülü öğrencilerin uzunca bir süredir dinmeyen göz yaşlarını hatırladı mı koridorda ağlarken?
Güzel bir şeyler yapsak ve bunun canına okumasak, diyorum bir kerecik de... Şöyle bir "oh" desek ülke olarak... "Biz güzel şeyler yaparız" diye içimizde sevinç dalgaları çırpınsa...
- tarihinde hazırlandı.