Kaçırılan Fırsat, Heba Edilen Yıllar

Türkiye'nin toplum dokusu, Cumhuriyet'in ilk yıllarından beri yaralı idi. Bir tarafta, tercihleri, dünya görüşü, yaşantısı ve hayattan beklentileriyle toplum piramidinin tepesinde oturan ve ortak bir paydada bir araya gelen oligarşik ittifak, diğer tarafta dini, tarihi, kültürü, gelenekleri ve kendine has yaşantısıyla piramidin tabanını teşkil eden halk yer alıyordu.

Devletin 'ulusçu' karakteri sebebiyle, ülke içindeki ikinci dereceden etnik ve mezhebî farklılıklar da birer problem halinde istismar ve spekülasyona açık halde idi. Bunlara gelir dağılımındaki uçurumlar, başka hiçbir ülkede görülmeyecek derecede tefessüh etmiş medya faktörü ve bu farklılıkların birtakım iç–dış güçlerce istismar ve körüklenmesi de eklenince, ortaya çıkan kutuplaşma, çok partili döneme geçildikten sonra siyasî sahayı da kapsamına almıştı. Sol hareketler, onların karşısında konuşlanan ülkücü–milliyetçi yöneliş, aynı dönemlerde artık bir güç olarak ortaya çıkan İslâmcılık cereyanı ve onun siyasî sahadaki yansıması veya temsili gibi görünen Millî Görüş hareketi, bütün bu kutuplaşmalardan kaynaklanan ve dış desteğe de açık anarşi, ardından 1980'lerde ortaya çıkan terör, Türkiye'nin pek çok yılları gibi, pek çok gencinin, potansiyel gücünün ve ülke kaynaklarının heba olup gitmesine yol açtı. Bütün bu olumsuzlukları rejim için tehlike gören ordunun da, aslında problemin güçle önlenemeyeceğini, sebeplerinin çok derinlerde yattığını, silahlı müdahalenin problemi geçici olarak bastırma fonksiyonundan başka bir işe yaramadığı gibi, daha da büyüttüğünü gün gibi ortaya koyan, buna rağmen, âdeta rutin hale gelen müdahaleleri, Türkiye'de sosyal çatlakları daha da artırdı ve derinleştirdi.

Kuşbakışı bir panoramasını verdiğimiz bu ortama, özellikle 1990'dan sonra lâik–antilâik ve militan lâiklik ve antilâiklik zıtlaşması eklendi. Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından sonra NATO'nun İslâm'ı resmen karşı kutba yerleştirmesiyle bu zıtlaşma, şüphesiz dıştan ve onların içteki uzantıları tarafından da destek görünce ülke, yeni bir çatışma ortamına girdi. Bu ortamı, bu çatışmayı derinleştirmek isteyen güçler tarafından tezgâhlanan faili meçhul (!) cinayetler ve bunları bahane ederek düzenlenen mitingler, gösteriler daha da besledi.

İşte, toplum dokumuzun böyle lime lime ve devlet ile halkın, özellikle İslâm'ın barışmasının en fazla gerekli olduğu bir zamanda Fethullah Gülen, "herkesi inanç, yaşayış tarzı, ırk, renk, dil, meslek, servet, statü, makam–mevki ayırımı ve ayırımcılığı yapmadan kendi konumunda, kendi görüş, düşünce, dünya görüşü, yaşayış biçimi"nde kabûl ve buna saygı gösterilerek, bütün toplum katmanları arasında diyalog kurulması konusunda çok geniş yelpazeli bir çağrıda bulundu.

Bu çağrının önemli bir boyutunu, dinler mensupları arasında diyalog oluşturuyordu. Bir yanda, beklentilerin aksine dinî değerler yükselişe geçmiş, fakat NATO, İslâm'ı ve İslâm coğrafyasını düşman kutba koymuştu ve buna eş zamanlı olarak, İslâm'ın imajını karartmak ve Batı hegemonyasının yeni planlarını gerçekleştirmeye gerekçe olması için İslâm coğrafyasında terör örgütleri kuruluyor ve terör faaliyetleri tezgâhlanıyordu; bir yandan, kaç asırlık Batı saldırıları karşısında, özellikle Türkiye'deki Müslümanlar içe kapanıp, tamamen savunmacı bir pozisyon takınmayı İslâmî hizmet zannediyorlardı; bir başka yandan, artık kendi topraklarında Müslümanlarla bir arada yaşamak durumunda bulunan Batı'da İslâm'ı yeniden keşfetme çalışmaları başlamıştı ve İslâm'ın kendi, özellikle asırlarca milletimiz tarafından temsil edilen değerleriyle dışa açılma ihtiyacı ve dünyaya sunacağı çok şey vardı. Kısaca özetlediğimiz şartlarda Gülen'in yaptığı hoşgörü ve diyalog çağrısı, dünyaya açılan Türk okulları hamlesiyle de birleşince, yalnızca Türkiye için değil, dünyanın geleceği, huzuru ve evrensel barış için dahi çok önemli bir potansiyel oluşturuyordu.

Ne var ki, Gülen, bu çağrıyı yaparken, Türkiye'ye hakim ve statükocu, içe kapalı ve Türkiye'yi de sürekli içine kapalı tutma kararlılığındaki derin otoritenin ve onun dış destekçilerinin farkındaydı ve her defasında endişelerini dile getiriyordu. Ne yazık ki o, hiç istenmese de bu endişelerinde haklı çıktı ve toplumsal dokumuzu en feci şekilde parçalayan 28 Şubat sürecinin ve dünyanın geldiği durumun canlı şahidi olduğu bir kaos ortamı ortaya çıktı. Belki pratiğe dökülmesinde birtakım hataların yapılmış olabileceği, ama niyet ve gaye son derece samimi olduğundan, bu gayeyi görerek hoşgörü ve diyalog hareketini baltalayanlar ve karşı uçta onlara destek verenler, hattâ bu harekete desteklerini esirgeyenler, sadece Türkiye içinde değil, dünya üzerinde de, yakın bir gelecekte art arda sökün edecek yıkıntıların altında, üzerinde veya karşısında faydasız "keşke"ler ve "eyvah"lar çekeceklerdir.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.