Siyasetçinin Son Sınavı
Türk siyaset tarihinin son elli yılına mührünü vuran Bülent Ecevit'in cenazesine on binler katıldı. Hemen her siyasi eğilim oradaydı. Hatta bir zamanlar düşmancasına birbiriyle kavga edenler bile Ecevit'in etrafında bir araya gelmişti. Bu manzarayı doğru okumak gerekiyor.
Şu çok açık ki merhum Ecevit, her insan gibi, birtakım doğrulara ve yanlışlara imza attı. Yaptığı icraatlarla, sarf ettiği sözlerle ağır eleştiriler aldı kimi zaman. Onun iktidar olduğu dönemlerde siyasî ve ekonomik krizler yaşandı. Bazen öfke sokaklara taştı. "Umudumuz Karaoğlan" diyen kitleler bile bazı dönemlerde umutsuzluğa kapıldı. Her şeye rağmen halk onun mezarına koştu; bir yönüyle merhumun hatalarını affetti, yanlışları konjonktürün icbarına havale etti. Niçin?
Bülent Ecevit, yanlışlarında bile samimi bir politikacıydı. Kast-ı mahsusa ile kimseye kötülük yapmadı. Yanlışlarının arkasında bile yetişme tarzının, hayata bakışının izleri görülüyordu. O samimiyet nedeniyle bugün ona müsamaha ile bakıyor insanlar. O aynı zamanda cesurdu. Defalarca suikastlerden, fiilî saldırılardan kurtuldu; ama çareyi kaçmakta görmedi; tam aksine dimdik ayakta durdu ve var gücüyle inandıklarını haykırdı.
Uzlaşmacıydı. Gençlik yıllarındaki hitabet gücü, onu hırçın ve kavgacı bir portre olarak sunsa bile o, sosyal kaynaşmaya önem veriyordu. Belli dönemlerde Türkiye'yi esir alan yüksek tansiyon, onu da etkiliyordu kuşkusuz; ancak o; gerilimin sürdürülmesini değil, sosyal barışın sağlanmasını istiyordu. En olmaz bir zaman diliminde MSP ile koalisyon kurdu ve MSP lideri Necmettin Erbakan ile iktidarı paylaştı. 12 Eylül darbesi sonrasında uğradığı muamele onu derinden yaraladı kuşkusuz; ancak fiilî siyasetten uzak kaldığı o günlerde kendini okumaya verdi. Osmanlı tarihini yeniden mercek altına alan Ecevit'in o yıllarda tasavvuf üzerine de tekrar düşündüğü, iç zenginliğine yol açacak ruhî derinliğe doğru yol aldığı biliniyor. Son iktidar döneminde MHP ile koalisyon kurması ve parti içindeki sert muhalefete rağmen bu partiyle iktidarı paylaşması; Ecevit'in uzlaşmacı arayışlarının ifadesiydi.
Fethullah Gülen ile ilgili ortaya koyduğu cesaret, siyasî tarihimizde eşine az rastlanabilecek bir fazilettir. Kendilerine "derin devlet" adını veren bir zümre ile başlatılan ve medyatik bir linçe dönüştürülen psikolojik harekâta boyun eğmediği gibi devlet eliyle yürütülmek istenen operasyona da teslim olmadı. Bu sadece tecrübeli bir devlet adamı değil, aynı zamanda cesur bir aydın tavrıydı. Montaj masalarından derlenmiş, dolayısıyla anlam ve muhatap bağından koparılmış, kasetleri dinlediğinde postmodern darbecilerin yüzüne, "Benim kanaatim değişmedi." diyebilecek kadar kendinden emin, onca menfi ve anlamsız baskıya rağmen yurtdışındaki Türk okullarını yerinde ziyaret edecek kadar cesur, medyatik cellâtlara, "Ülkenin çok önemli gündemleri var, bunlar sunî gündem; ayrıca karşı tarafı da dinlemek lazım." diyecek kadar soğukkanlı ve dengeliydi.
Sağlığında onu bir kaşık suda boğmak isteyen herkes Ecevit'in tek bir yönüne vurgu yapıyor. Yanlış! Ecevit; halkçı zihniyeti, uzlaşmacı kültürü, demokratik tahammülü ile tek bir kalıbın prototipi değildi. Bu, herkese şirin gözükmek için değil, herkesi kucaklayabilmek; en azından anlayabilmek içindi. "Laiklikten ödün vermeyen" bir siyasi liderdi. Bu durum 1976 yılında CHP programına, "İnanç özgürlüğü kişinin dokunulmaz hakkıdır." ibaresini ekletmeye mani değildi. Soldaki din karşıtlığına rağmen, "Laiklikten yanayım, din ile barışığım." diyor, solun kendi halkıyla arasına koyduğu Berlin Duvarı'nı yıkıyordu. Atatürk sevgisinde de samimiydi. Vahdettin'in hain olmadığı düşüncesinde de; cumhuriyet değerlerine ne kadar bağlıysa, Osmanlı tarihine de o kadar saygılıydı. Ecevit'e ait farklı portreler onun için bir nakise değil bir faziletti. O yüzden on binlerce insan onu sevgiyle, müsamahayla uğurladı. Çünkü uğurlanan samimiyet ve cesaretti. Kaç siyasetçiye böyle bir veda nasip olur dersiniz?
- tarihinde hazırlandı.