Ortadoğu İçin Abant Ruhu
Bu güzel havada, adeta cennetten bir köşede, yerkürenin en tehlikeli çatışmalarının sürdüğü bölge olan Ortadoğu, 11. Abant Platformu'nun tartışma konusunu teşkil ediyor. Dünyanın en zorlu sorunlarının iç içe geçtiği, kanın hiç durmadan döküldüğü bir bölge masaya yatırılıyor. Toplantıya İsrail'den, Ürdün'den, Lübnan'dan ve Mısır'dan misafirler katılıyor. Lübnan'dan gelen ve akıcı bir Türkçesi olan misafir, uçağı kalktıktan 10 dakika sonra Beyrut Havaalanı'nın İsrail ordusu tarafından bombalandığını söylüyor. İsrail ordusunun Güney Lübnan'a girdiği günün ertesinde "Küresel Politikalar ve Ortadoğu'nun Geleceği" konulu Abant Platformu toplantısı başlıyor.
Toplantıyı ilk oturumdan sonuncusuna kadar izledim. Her konuşmacının, tam karşı kutuplarda birbirine zıt endişeleri ve kaygıları seslendirenlerin görüşlerini dinledim. Konunun uzmanları, tarafların temsilcileri iki gün boyunca akla gelebilecek her görüşü ve öneriyi seslendirdiler. Sonuç: Ortadoğu için yakın ve orta vadede çözüm yok. Hatta, çatışmaların kontrol altına alınacağı, yavaş yavaş iyimserliğin hakim olacağı, kısaca umutların yeşermesi için ufukta belirecek bir gelecek bile yakın görünmüyor.
Abant Toplantısı'nda ana çizgileri vurgulanan tablo özetle şöyle: Ortadoğu, Batılı işgalciler çekilirken sun'i sınırlarla bölünen ve parçalanan bir dünya idi. Sadece Batılı emperyalistlerin bölge üzerindeki dengelere etki edebilmesi için, karmakarışık hale getirilen siyasi sınırlar zaten birçok soruna yol açmıştı. Şimdi, parçalanma ufalanmaya doğru gidiyor. Eskiden, ana hatlarıyla Müslüman, Hıristiyan gibi tasnif edilen gruplar, şimdi alt kimliklere kadar nüfuz eden bir kimlikler coğrafyasının temel unsurları haline geliyor. Ortalık savaş alanına dönünce, herkes sığınaklarına giriyor. Sığınaklar, yani kimlikler kendiliğinden hayatî önem kazanıyor ve böylelikle çatışma yeni boyutlar kazanıyor. Adeta antik dönemdeki kabile çatışmalarına benzeyen bir manzara çıkıyor ortaya.
Ortadoğu'yu bu çatışma ortamından kurtarmak, adil ve kalıcı bir barışı sağlamak ancak güçlü bir otoritenin bölge üzerindeki hakimiyeti ile mümkün. Bu gücün, enerji alanlarının ve İsrail'in güvenliğini sağlamak için bölgede bulunan ABD olamayacağı aşikâr. Eskiden Osmanlı Devleti'nin bölge üzerinde hakimiyetinin sağladığı barış ve huzura gönderme yapılıyor.
Ortadoğu'da, asgari düzeyde kurumsal işlevleri yerine getirebilecek devlet geleneği, parçalanmış Arap ülkelerinde mevcut değil. Bir yandan, petrol gelirleri, göz kamaştırıcı servetler içinde yüzen bir azınlık oluşturuyor; öbür yandan yoksulluk içinde yüzen Arap nüfus çok farklı bir dünyada yaşıyor. Bu durum, statükoyu sürdürebilmek için yeteri kadar servet olduğu anlamına geliyor.
Ortadoğu değişmek zorunda. Ancak bu değişimin Ortadoğu içinden çıkacak aktör veya aktörler tarafından başlatılması ve sürdürülmesi lâzım. Ortadoğu halklarını barış ve huzura taşıyacak böyle aktörler var mı? Maalesef yok. İsrail-Filistin çatışması, sadece diğerlerini gölgelediği için, sorunların anası olarak görülüyor. Dışarıdan gelen aktörlerin kanı ve çatışmayı artırmak, yarayı derinleştirmekten başka işe yaramadığı ortada.
Devletlerde hayır yok, dışarıdan müdahale edenler tersine uçurumu derinleştiriyor. Dönüşümü başaracak aktörleri de geliştirecek bir atmosfere ve düşünce zeminine ihtiyaç var. İki gün boyunca sürdürülen tartışmaların hülasası şu: Ortadoğu'nun, cehennemin dışında Abant gibi bir iklime ihtiyacı var. Gerilen sinirlere, suçlamalara, tartışmalara rağmen çözümü her zaman mantık sınırları içinde tutacak bir ruha, sivil toplumu büyük sorunların çözümü için seferber edebilen 'Abant ruhu'na ihtiyacı var.
- tarihinde hazırlandı.