Çırak çıkan evde hüzün olur

Ben ve benimle birlikte nice arkadaşım aynı süreçten geçti. Süreler farklı ama süreç aynı. Kimisi bu yazının kaleme alınmasına neden olan arkadaş gibi 9, kimisi 5, kimisi 3. Nedir bu rakamlar? Talebelik yıllarını, huzurda rahle-i tedris müddetini, 24 saat aynı çatı altında birlikte yaşama süresini ifade eden yıl sayıları bunlar. Sonra hayatın tabii seyri içinde son bulan sürekli birliktelik ya da yeni başlayan geçici firak. Başka bir tabirle “çırak çıkış”. Evlenen, koca evine giden kız çocukları için derler bunu Anadolu'da. Bu kutlu ocakta aynı şey oğlan çocukları için deniyor denebilir. Osmanlılar döneminde saray, konak veya köşk gibi yerlerde yıllarca hizmet edenlerin evlilikleri veya hayatını kendi ayakları üzerinde kurmaları adına verilen izin için kullanırlarmış bu tabiri. Dün bir kişi daha çırak çıktı bu ocaktan. Sevinç ve hüzün bir arada yaşandı burada. Sevinç, -la üzekki alallahi ehade- 9 yıllık talebelik hayatında istikametini, istikrarını, istimrarını korumasında; her safhasını istişare ile, her adımını amenna'larla ve dualarla atmış arkadaşımızın, neticede gönül huzuru, ruh itminânı içinde hayatının bir başka eşiğine geçmiş olmasında. Hüzün ise; dile kolay tam 9 yıllık seviyeli beraberliğin artık farklı bir şekilde devam edecek de olsa, arkadaşımızın çırak çıkmasında. Rica ederim, çırak çıkan evde hüzün olmaz mı? Sevinçle iç içe de olsa, elbette olur.

'Hırs' olarak nitelendirdi acele etmeyi, zamanı büzmeye çalışmayı. “Allah'ın rızasını bir an önce tahsil etmeye çalışma haricinde çok hatarlıdır hırs bir mümin için.” dedi. “Müminler bu hırsın karşılığını yani cezasını seviyesine göre çeşitli şekillerde görür. Kimisi şefkat tokatlarına maruz kalır, kimisi huzur diye girdiği yuvada huzursuzluk bulur.

İşte düğünün olduğu günün ikindi namazı sonrasındaki konu haliyle buydu. Hissettirmemeye çalışsa da hüznünü yüzünden okumak mümkündü Hocaefendi'nin. Çünkü onun talebesine karşı duyduğu ülfet ve ünsiyet, vihle-i ulada bir boşluk olarak zuhur edecekti bundan sonra. Zira biz biliyoruz ki 74 yıllık bereketli hayatında defalarca yaşadı bu manzarayı. Aslında bu manzarayı defalarca yaşaması da ülfet ve ünsiyeti doğurmalı. Hayır, tam aksine, beraberlik ülfet ve ünsiyeti, ayrılık boşluk doğurdu onda. Fakat Allah'ın insanoğlu için takdir buyurduğu çizgi bu olduğu için kabullenmekten başka çare yok.

Böyle bir atmosferde oturdu salona. “Velime için mi gelmişlerdi?” dedi etrafındaki kalabalığı görünce. Evet cevabını alınca “Allah, murâd-ı ilâhisine muvafık kılsın.” dua cümlesi ile başladı konuşmasına. Ve devam etti: “Bazı şeylerde vakt-i merhunu beklemek ayrı mesele, zamanı büzmeye çalışıp acele etmek ayrı meseledir.” dedi. 'Gafil kafalara bir tokmak' gibi inen bu başlangıç sözleri, sohbetin ilerleyen dakikalarında ihtar ve tembih ile tanımlanacaktı bizzat kendisi tarafından. 'Hırs' olarak nitelendirdi acele etmeyi, zamanı büzmeye çalışmayı. “Allah'ın rızasını bir an önce tahsil etmeye çalışma haricinde çok hatarlıdır hırs bir mümin için.” dedi. “Müminler bu hırsın karşılığını yani cezasını seviyesine göre çeşitli şekillerde görür. Kimisi şefkat tokatlarına maruz kalır, kimisi huzur diye girdiği yuvada huzursuzluk bulur. Allah çektirir böylelerine. Belki de bu çekmesi günahlarına kefaret olur, temizlenir ve İlahi huzura günahsız olarak gider.”

Sonra Allah'ın adını bütün dünyaya duyurmada acele etme ama neticesine karışmama misali üzerinden hırsta dengeyi ele aldı. “Anlatmada hırs, kabul ettirmede temkin” diye özetledi görüşlerini. Söylemek istediği şey başkaydı ve bunu hemen herkes anlamıştı. Şu sözler de bu tespitin ispatı: “Ben bu misali vereyim, siz bunu içtimai hayatta başka şeylere de tatbik edin. Acele ederseniz, pâyinize dâmen dolaşır. Bir an önce şu işi bitirelim derseniz, başkalarının plan, program ve hesabını kaale almazsanız, danışmanın gereklerini yerine getirmezseniz çok defa akâmete maruz kalırsınız, kilitlenirsiniz.” Bu fasılda sözlerini şöyle bitirdi: “Ben bu kadar arz etmiş olayım, siz bunun etrafını doldurun. Umarım, bu sözlerin içindeki tembih ve ihtarı anlamışsınızdır.”

Kısa bir müddet sessizlik oldu. Alan almıştı mesajı. Anlayan anlamıştı bu sözlerle anlatılmak istenen şeyleri. Dolayısıyla daha fazla uzatmanın belki de bir manası yoktu ve faslı değiştirdi. Bu yeni fasılda söylediği sözleri yorumsuz aktaracağım. Çünkü yorumu ihtiyaç bırakmayacak ölçüde açık, seçik ve net anlatılan şeyler. “Kulluk çok zor. Dağları aşmak kadar zor; kandan-irinden deryaları geçmek kadar zor. Bunu anlayan ve bütün derinliği ile yaşayanlar sofiler olmuş bizim tarihimizde ve şehrahta yürür gibi yürümüşler. İbrahim Hakkı-vâri: ‘Hakk'ın olacak işler. Boştur gâm-u teşvişler. Ol hikmetini işler. Mevla görelim neyler. Neylerse güzel eyler' diyenler ve bunu hayatlarına şiâr edinenler şehrahta yürümüş. Biz de aynı şehrahta yürüyoruz ama kaza yapıyoruz çoğu yerde. Çünkü bizler mübtediyiz. Allah ile münasebet açısından ilk mektebi bile bitirmemiş cahilleriz. Sübjektif mülahazalarla bu daire içinde duranlar Allah ile münasebetlerini gözden geçirmeliler. Koridorda değil, harem dairesi de diyemeyeceğim ama kabul dairesinde bulunuyoruz. Öyleyse…”

Sonra vâhid-i kıyasî olsun diye, harem dairesinden bir misal verdi: “Harem dairesinde bulunanlar helal lokmayı bile ağızlarına koyarken gözünün ucuyla bakar ve ne diyor acaba derler. İnsanlığın İftihar Tablosu Efendimiz böyledir, sair enbiya-yı izâm, aşere-i mübeşşere ve sahabe efendilerimiz böyledir.” Yatağına sığmayan, debisi alabildiğine yüksek nehir misali coşmuştu ve söz sular-seller gibi yatağında akıp gidiyordu; gidiyordu ama giderken ses tonunda heyecan, ruhlarda ürperti, kalplerde haşyet kendini ağırdan ağıra hissettirmeye de başlıyordu: “Allah” dedi “Bir kere daha bu millete inkisar yaşatmasın.” Bu sözler merhum Üstad Necip Fazıl'a ait. Bu sözün hikâyesini anlattı Üstad'ın çalkantılı hayatındaki safhalar üzerinden. Vefatına yakın yanına gelen ziyaretçilerden birilerine bizzat kendisi söylemiş ve demiş ki: “Allah bir kere de beni bu cemaatle inkisara uğratmasın.” “O büyüklerin beklentileri bu ise, çok doğru durmak lazım. Dünya karşısında eğilmemek lazım. Aksi halde Allah'tan başkasına karşı eğilmemeyi şiâr edinmiş kişiler olarak eğilmeyi israf etmiş oluruz.” Artık heyecan doruktaydı, bamteline dokunmanın zamanı gelmişti. Dokundu da: “Cehennem korkusuyla kulluk yapmayı kalleşlik sayarız. Cennet arzusuyla kulluk yapmayı kalleşlik sayarız. Dünya malı-mülkü ile bu işi götürmeyi kalleşlik sayarız.”

Bu sözlerden sonra sükûnete ermiş dalgalar misali sustu ve etrafını süzdü insanın ciğerine mızrak gibi saplanan o derin bakışlarıyla. Kalkacaktı; kalkacaktı ama şiirine kafiyeyi koymalıydı. İki defa, derundan gelen bir sesle “kolay-zor…..kolaaay-zoooor” dedi. Bunu “müminin çelişkisi” olarak tesmiye etti ve “Zoru gerçekleştirmek lazım. Kolaycılar değişimi, bizim tabirimizle ‘ba's-u ba'del mevti' [öldükten sonra yeniden dirilme] gerçekleştiremez, 3 asırdır yıkılmış ruh abidemizin mimarı olamazlar.” Ve gitti… Hüzün hakimdi dostlar bugün çırak çıkan bu ocakta…

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.