Eğitim Tarihimizde Medreseler
Soru: Medreselerdeki eğitim sisteminin ezberciliğe dayandığı, buralarda pozitif ilimlerden ziyade dinî ilimlerin hâkim olduğu, bu durumun da Avrupa karşısındaki geri kalışımızın en temel sebeplerinden biri olduğu söyleniyor. Mülâhazalarınızı alabilir miyiz?
Cevap: Her kemalin bir zevali vardır. Bu zevalden, zamanının eğitim sisteminin temel direkleri olan medreseler de maalesef nasibini almıştır. Eskiden, bugünkü lise ve üniversitelerimizin yerine medreselerimiz ve daha üst seviyede eğitim veren ihtisas ocakları vardı. Bu eğitim müesseselerinin hepsi, kendi devirlerine ait ilmin bütün gereklerini eda ediyorlardı. İlk devirlerde “İbtidâî mektep” (ilkokul) ibtidâî mektepten bekleneni, “İdâdi” (ortaokul) idâdiden istenileni, lise seviyesinde olan “Âlî, Sultaniye” mektepleri de kendilerinden bekleneni belli ölçüde yapıyorlardı. Bu silsilenin en sonunda sistemli ve teşkilatlı olarak teessüs eden “Dârü’l-Fünûn” da çok önemli bir fonksiyon îfâ etmişti.
Ancak son iki üç asır içinde medresenin, devrin gelişmelerine ayak uyduramadığı muhakkaktır. Bu dönemde medresede modası geçmiş bazı ilimlerin öğretilmesiyle yetiniliyordu. Örneğin, İslâmî ilimlerde metodoloji adına okutulması bir bakıma zaruri olan Mantık ilminde bin sene evvel kabul edilen Aristoteles’in mantığı okutuluyordu. İsâgucî, Muğni’t-tullâb, Seyfü’l-gullâb, Şemsiye vs. Vâkıa bu kitapları okumak, ulûm-u İslâmiye’nin büyük bir bölümünün bu ilimlere tatbik edilmiş olması itibariyle bir bakıma mecburiydi. Ancak daha seviyeli ve çağa hitap eden bir eğitim anlayışında bunları da aşmak gerekiyordu. Son dönemde açılan “Medresetü’l-Vâizîn”e Bacon mantığının getirildiğini ve tasavvurî mantığın tatbikî mantığa intikal ettirildiğini müşâhede ediyoruz. Bu değişimler, şöyle-böyle söz konusu geri kalışı az buçuk hissetmenin ifadesi idi.
Bir eğitim ve öğretim metodu olarak ezber, tam olarak tenkit edilemez. Meselâ, her Müslümanın, İslâmî ilimlerden belirli metinleri ezberlemesinde yarar vardır. Kelâm’dan, Fıkıh’tan ve Hadis’ten bazı metinlerin ezberlenmesi, bunların hayatımıza ışık tutucu mahiyetlerinden dolayı çok önemli ve gereklidir. İslâmî ilimler tarihine bakıldığı zaman, Aliyyülkârî ve Nevevî gibi pek çok kimsenin, Müslümanlar tarafından ezberlenmesi maksadıyla kırk hadisi bir araya getirdikleri görülür. Bu güzel uygulamaya dayanak teşkil eden husus da bir Müslümanın kırk hadis ezberlemesine dair bizzât Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) teşvikidir.[1] Buna göre her mü’min, dinin esas ve erkânına dair en az kırk tane hadis bilmelidir. İşte böyle bir ezbercilikte zarar yoktur. Ama mütemadiyen, okuduğu şerh ve haşiyeleri ya da kitaplarda derkenar olarak kaydedilen hususları ezberleyen bir insanın muhakeme ve terkip kabiliyetinin azalarak zamanla ortadan kalkacağı da muhakkaktır.
Aslında medrese, kendi hâkim olduğu devirde bugünkü mekteplerden çok ileri bir fonksiyon eda etmiştir. O dönemde medreselerde fizik, kimya ve astronomi sahasında devrinin en mükemmel insanları yetişmiştir. Bağdat, Şam, Kahire ve Endülüs medreseleri bu vazifeyi hakkıyla îfâ etmişlerdir. Bu medreseler Batı dünyasındaki muadillerine göre birkaç asır daha ileriydiler. Meselâ, astronomiye dair meselelerin belli bir sistematiğe bağlanması üç asır evvel olmuşken, aynı şeyi Endülüs Müslümanları, tam sekiz asır evvel başarmışlardır. Yani arada tam beş asır vardır. Bugün bizler Batı dünyasından çeyrek ya da yarım asır geri bulunuyorsak onlar o zaman bizden beş asır geri bulunuyorlardı.
Batı, aşağılık duygusu içinde, bu geri kalışın tesiri ve ezik milletlerin maruz kaldıkları hava ve hâlet-i ruhiye içinde çok çalıştı. Biz ise zaferin verdiği sarhoşlukla çalışmayı bıraktık, kendi oluşturduğumuz bu sistemi geliştiremedik. Sekiz asır evvel sinüs, kosinüs kavramlarını literatüre kazandırdık ve deniz aşırı ölçümler yaptık ama sekiz asır sonra hâlâ aynı ölçüleri kullanıyorduk. Bu bir vâkıadır ancak buradaki tek suçlu da medrese değildir. Devlet adamlarının ve o dönemde ilim ve fikir hayatını idare edip yönlendiren insanların bu mevzuda ileriyi göremeyişleri de ayrı bir faktör olarak değerlendirilmelidir. Bu konuda kaderin bir payı olduğu da unutulmamalıdır. Kanaat-i âcizanemce Cenâb-ı Hak, bizleri bu devirde tam bir inkişâfa götürmek için hakkımızda geçici bir mağlubiyet hükmü vermiştir. İnşâallah bunu aştıktan sonra, devrin bütün ilim, teknik, fen ve sanayiine hâkim olarak bütün dünyada arz-ı dîdâr edeceğiz. Bunu Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinden bekliyor ve olmasını ümit ediyoruz.
Medreselerin ıslahı mevzuunda her dönemde fikir beyan edenler olmuştur. Tanzimat’ta, Birinci ve İkinci Meşrutiyet’te fünûn-u müspetenin (pozitif bilimler) medrese yoluyla halka mal edilmesi hususu üzerinde ısrarla durulmuştur. Bu milletin dine, diyanete saygısı vardır. Meselâ, astronomiyi medrese yoluyla bu millete telkin edebilirsiniz. Medresede, eline astronomi kitabını aldığı zaman okumaya “Bismillâhirrahmânirrahîm” diyerek başlayacak, “Hâlık-ı Azîm, Sâni-i Kerîm kâinatı muhteşem bir saray hâlinde yaratmış, yıldızları ve nebülözleri mükemmelen tanzim etmiş.” diye tefekkür edecek ve bütün bunları, eski devirlerde olduğu gibi ibadet neşvesiyle yapacaktır. Fakat maalesef o devrin Batı hayranları bu derin anlayışı kavrayamamışlardır. Bugün de fünûn-u müspetenin, dinî hava ve dinî hayat içinde millete telkin edilmesi ve sevdirilmesi hususunda yapılacak ıslahın modası geçmemiştir. Vâkıa, farklı mekteplerin açılmasıyla din ve ilim iki zıt kutup hâline getirilmiştir. Bu çarpışma ve çatışma, milletin ve memleketin hâlâ geriye gitmesinin en mühim sebeplerindendir. Bu mesele yüz sene evvel asrın beyin yapıcısı tarafından hatırlatılmıştır ama maalesef bu mevzuda memleketin ilim, fikir ve teknik adamlarıyla hükümet ricali hâlâ yüz sene geriden gitmektedirler.
[1] Bkz. el-Beyhakî, Şuabü’l-iman, 2/270.
- tarihinde hazırlandı.