Bakara Sûre-i Celîlesi (17-18. âyet-i kerîmeler)

Bakara Sûre-i Celîlesi (17-18. âyet-i kerîmeler)

مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي اسْتَوْقَدَ نَارًا فَلَمَّا أَضَۤاءَتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ فِي ظُلُمَاتٍ لَا يُبْصِرُونَ ۝ صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَرْجِعُونَ
“Bunların hâli, aydınlanmak için ateş yakan bir kimsenin durumuna benzer. Ateş çevresini aydınlatır aydınlatmaz, Allah onların gözlerinin nurunu giderir ve karanlıklar içinde bırakır da göremez olurlar. Sağır, dilsiz ve kördür onlar. Onun için (Hakk’a) dönmezler.” (Bakara sûresi, 2/17-18)

Kur’ân-ı Kerim buraya kadar münafıkların mücerret hakikatler çerçevesinde bir kısım belirgin vasıflarını ve o mücerret hakikatlere terettüp eden neticeleri anlattı ki biz bunları daha ziyade iman nuruyla, hayal ile takip, tespit ve tasavvur edebiliriz. İşte böyle birbirinden ayrı fakat aynı zamanda tek gerçeğin farklı yüzlerinin akisleri sayılan davranışları bir ortak noktaya bağlamak, her zaman bu türlü mücerret meselelerde başvurulagelen temsil yoluyla olmuştur. Onun için buradaki dört âyet-i kerimede de bunların temsilî durumları anlatılarak konu âdeta müşahhas hâle getirilmiştir. Konu ilk iki âyette mürekkeb bir temsille anlatılmıştır ki, beyan ilmine göre biz buna “teşbih-i mürekkeb” diyoruz. Burada, hususi hâllerine hususi misaller vermek suretiyle değil de, umumi hâlet-i ruhiyeleri ve umumi görünüşleri itibarıyla umumunu birden anlatabilir mürekkeb bir teşbihle temsili durumları ifade ediliyor. Üçüncü ve dördüncü âyetlerde, yani ikinci bölümdeki temsilde ise, “muferrak” bir teşbihle yani benzetilenle benzeyen arasındaki parçaların birbirine tam mutabakatı şeklinde bir teşbihle konu temsil ediliyor.

Âyet-i kerimeye başlarken esasen beraat-ı istihlal nevinden bu geçen dört âyetin ruhundaki temsili hatırlamakta fayda var:

Âyet-i kerime; مَثَلُهُمْ kelimesiyle başlıyor. Aslında, Kur’ân-ı Kerim başka yerlerde de, burada olduğu gibi, temsillerle bir konuyu anlatırken çok defa bu kelimeyi kullanmıştır. Vâkıa, Kur’ân’da anlatılan bazı temsillerde mesel, mesîl veya temsil kelimesi kullanılmamıştır, ama konunun temsilî hüviyette nazarımızda canlanması itibarıyla anlarız ki bu bir temsildir.[1] Mesela, dalâlet ve hidayet yollarının yolcusu iki şahsın durumları bize anlatılırken, birinin her mevsimde semere veren bağlarından, bunun kendisini şımartmasından, öbürünün de bu durumundan kurtulması için ona olan nasihatlerinden bahsedilir. Gel gelelim dalâlet yolunun yolcusu bu nasihatlere kulak asmaz da, neticede Allah tarafından gelen bir afetle bağları harap hâle geldiğinde nedamet hisleriyle ellerini oğuşturur, ancak artık bu son pişmanlığın ona bir faydası olmayacaktır. İşte bu tablo nazarlarımıza arz edilirken söze وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلًا رَجُلَيْنِ “Onlara o iki adamın meselini anlat.” (Kehf sûresi, 18/32) diyerek başlanılarak mesel kelimesi açıktan kullanılır. Ama başka bazı âyetlerde kelime zikredilmez lâkin tasvir edilen şeylerden anlarız ki, bu üslupla Kur’ân, iman ve amel gibi mücerret hakikatleri müşahhas ve mahsüs misaller hâline getirmekle o konunun zihinlerimizde daha fazla kökleşip yerleşmesine yardımcı oluyor.

Kur’ân-ı Kerim’de meselle anlatılan o kadar çok konu vardır ki, o hemen hemen pek çok mücerret hakikatleri âdeta bu tür istiare-i temsiliye veya teşbihle birer canlı resim gibi ortaya kor.

Üzerinde durduğumuz âyet-i kerimelere gelince: Yukarıda da temas edildiği gibi buraya kadar olan âyetlerde fezlekeleriyle beraber mesele mücerret olarak vaz’ edilmişti. Bu hâliyle, konuyu derleyip toplayıp, münafıklar hakkında, “Acaba bunların hâlet-i ruhiyesi ne idi; bunu tek tabloda görmek, göstermek mümkün müdür?” şeklinde zihinlerde bir beklenti oluşabilir. Zira gördük ki, onlar muhâdaa yapıyorlar, sürekli içlerinde olmayan şeyi izhar ediyorlar, dahası inanmadıkları hâlde inanmış gibi görünüyorlar, fesadı salah sayıyorlar, mü’minlere karşı başka türlü, kendi şeytanlarına ve reislerine karşı başka türlü tavırlar sergiliyorlar; öyle ki umumiyet itibarıyla reisleriyle beraber oldukları hâlde menfaatlerinden ötürü bir türlü mü’minlerden de alâkalarını kesemiyorlar.

Evet, işte böyle farklı hakikatler peşi peşine ifade edildiği için biz bunları tam tavsif edemiyoruz; daha doğrusu tam tersim edemiyor, resimler için bunlar budur diyemiyoruz. İşte burada her ne kadar konular çok canlı resimler hâlinde bize gösterilse de tam ihata edemediğimiz için, Kur’ân hepsini tek bir tabloda ve bir teşbih-i mürekkeble beyan ve ifade sadedinde bu âyet-i kerimede مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي اسْتَوْقَدَ نَارًا buyurarak meseleyi daha bir tenvir buyuruyor.

Esasen burada değişik iki hâlet-i ruhiyenin tasvirinin verildiği, yani iki tip münafığın söz konusu olduğu hissediliyor. Yoksa bir misal irad ettikten sonra bir kere daha “muferrak” bir teşbihle aynı meselenin ele alınmasının Kur’ân’ın belâgat ve i’câzına pek muvafık düşmediği açıktır.

Mesel kelimesi “misil” ve “mesîl” ile aynı mânâya gelir ki, benzer, eş, menend demektir. Teşbih ve temsil bazen aynı mânâda kullanılsa da yine de teşbih ile temsil arasında bir nüans mevcuttur. Ayrıca mesel kelimesinden Türkçemizdeki masal mânâsı, ataların sözü, ibret veren, insanın gözünü açan sözler kastedilebileceği gibi destanlar, âbâ u ecdaddan evlada, ahfada intikal eden değerli sözler de kastedilir ki, bu da bu kelimenin ne kadar geniş alanlı kullanıldığını gösterir.

Bu itibarla da, ikinci şıkta ele aldığımız mesellerle daima bir teşbih ve temsil kastedilmez. Mesela biz, bir meseleyi halledememe aczine bazen “sakal-bıyık meselesi” deriz. Sakal-bıyık meselesi deyince, o kompleks durumu sakal-bıyık meseliyle ifade ederiz. Bunun mânâsı, “yukarıya tükürsen bıyık, aşağıya tükürsen sakal” demektir. Yani bazen karşımıza iki zıt durum çıkar ve biz bu iki meseleden birini bir türlü tercih edemeyiz. Zira her ikisini de gerekli kılan faktörler vardır. İkisini birden de atamayız. Mâniatü’l-cem ve mâniatü’l-hulüv yani ikisini birden tutma, ikisini birden atma mümkün olmayan bir yerde, bu sıkışık hâli ifade etmek için “sakal-bıyık” deriz. Yine birinin haksız yere, bahanelerle bir başkasını ezmesini ifade etmek için “kurt-kuzu meselesi” deriz. Ve hemen “Altı aylık kuzu, bir sene evvel kurdun suyunu bulandırmış.” meseli hatıra gelir…

Binaenaleyh bu gibi darb-ı meseller bize hep mâziden intikal edegelmişlerdir. Biz bunlarla teşbih, temsil kastetmesek bile bazen bunlarda teşbih ve temsil mânâları da gözetilmiş olabilir. Arz edilen bu iki misalde ise hem teşbih hem de temsil mânâsı vardır. En azından biz öyle anlarız. Edebiyat ve dil açısından ele alındığında, mesel ve temsil, bir hakikatin bir hakikate veya hakikatin hayale ya da meşhur bir mesele misalî surette tatbik edilip benzetilmesine denir.

Şimdi, mesel hakkında kısaca bunları kaydettikten sonra âyetlerin müfredat mânâlarına geçebiliriz.

[1] Bkz.: Bakara sûresi, 2/6, 261; Hûd sûresi, 11/24; İbrahim sûresi, 14/18; Cum’a sûresi, 62/5; Yûnus sûresi, 10/24; Kehf sûresi, 18/32 vd.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.