Bakara Sûre-i Celîlesi (19-20. âyetler)
أَوْ كَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَۤاءِ فِيهِ ظُلُمَاتٌ وَرَعْدٌ وَبَرْقٌ يَجْعَلُونَ أَصَابِعَهُمْ فِي اٰذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِ وَاللهُ مُحِيطٌ بِالْكَافِرِينَ يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ أَبْصَارَهُمْ كُلَّمَۤا أَضَۤاءَ لَهُمْ مَشَوْا فِيهِ وَإِذَۤا أَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُوا وَلَوْ شَۤاءَ اللهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَأَبْصَارِهِمْ إِنَّ اللهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Yahut onların durumu, gökten sağanak hâlinde boşalan ve içinde yoğun karanlıklar, gök gürlemeleri ve şimşekler bulunan yağmura (tutulmuş kimselerin hâline) benzer. Yıldırımların verdiği dehşetle, ölüm korkusundan parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Fakat Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır. Şimşek nerdeyse gözlerini kör edecek. Önlerini aydınlattı mı ışığında yürürler, (şimşek sönüp) karanlık çökünce de dikilir kalırlar. Allah dileseydi kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi. Allah gerçekten her şeye kadirdir.”
Bu iki âyet-i kerimede de, ikinci bir temsille âdeta değişik bir münafık tipi tasvir ediliyor. Temsilin hususiyetinden anlaşılan o ki, farklı olan sadece temsil değil; aynı zamanda mümesselün leh de farklılık arz ediyor. Yani evvelki temsilde anlatılan münafık bu ikinci temsilde anlatılan münafıktan oldukça farklı. Çünkü birinci temsilde onların kör, sağır ve dilsiz oldukları, iç içe karanlıkların onları kuşattığı, ızdırar ruh hâletiyle aydınlanmak için yaktıkları ateşin söndüğü ve sönen ateşle ümitlerinin de karardığı resmediliyordu; ikinci temsilde ise zaman zaman bir kısım parıltıların zuhur ettiği, bu parıltıların zuhuruyla onların da bir miktar yürüdükleri belirtilerek, yer yer duydukları gök gürültüsünün korkutan sesini, şimşeğin parlaklığını, yıldırımın hâsıl ettiği ürpertiyi hissedebilecek, görebilecek, duyabilecek ve bunları ifade edebilecek durumda bulunan bir grubun resmedilmesi söz konusu.
Bu üslup farklılığından da, evvelki temsille anlatılan gürûhun âmi, görgüsüz, bilgisiz, etrafında olup biten şeyleri anlayamayan bir münafık tipi olduğu; ikinci temsilde anlatılanların ise münafıkların –tabir caiz ise– havas tabakası olduğu hissi uyanıyor ki, bunların çevrelerinde olup biten şeylerden haberdar oldukları, gözleri bir parıltı gördüğünde parıltının zuhurunu fırsat bilip yürümeye azm ü ikdamda bulundukları ve ellerine geçen her imkânı değerlendirme fikrine sahip oldukları görülüyor.
Bu temsillerde ikinci bir husus da, bunların mürekkeb ya da muferrak bir teşbih sayılmasıdır. Vâkıa bu gibi meselelerde farklı mütalâaların bulunması tabiî gibidir. Zira mürekkeb bir teşbihin eczâsını parçalayıp bir şeye tatbik etmek de mümkündür. Belâgatçılar her ne kadar bu tür teşbihlerin birini muferraka, birini de mürekkebe hamletseler de Kur’ân-ı Kerim’e has bir edebiyat stili çerçevesinde her iki şıkka da kâbil-i tatbik olması itibarıyla bunu böyle kabul etmek daha muvafık görünüyor.
- tarihinde hazırlandı.