Bir Uzun Seyahati Noktalarken (2)

Ahlâk-ı âliye-yi ilâhiyeyi temsil etme ve Kur'ân ruhunu seslendirme, rızaya kilitlenmiş bu engin ruhların tabiî hâlleri. Her davranışlarını ihsan ölçüleriyle tartıp değerlendirme, değişmez tabiatları; bu tür bir donanıma mazhariyetleri de daha sonra iradelerinin hakkını verecek olmalarına önceden bahşedilmiş bir ilâhî armağandır. Onlar öyle yürekten birer diyanet insanıdırlar ki, oturuşlarında, kalkışlarında, insanlarla muamelelerinde ve varlığı yorumlamalarında hep din ruhu ve semavîlik nümâyandır; evet, dinî hayat onların değişmez karakterleri, Peygamber (aleyhi ekmelüttehâyâ) dünya ve ukbâ rehberleri, mârifet-i ilâhiye zâd ü zahîreleri, hakikat aşkı da arzu ve emellerinin gerçek rengidir. Beden ve cismaniyetleri tertemiz olduğu gibi iç dünyaları da en nezih duygularla bezelidir. Kalbleri her zaman hakikatlere, Hakikatler Hakikati'ne açık ve âdeta pırıl pırıl bir ayna, ruh ve sır dünyaları da ötelere, ötelerin de ötesine müteveccih birer teleskop mahiyetindedir. Görülecek her şeyi görüp avlamaya çalışırlar ve değişik ses hevenklerinden duyulmadık orijinal besteler meydana getirirler.

Zengin, vâridâtlı ve çok şeye yetecek bir enginlikleri vardır ama, fevkalâde mütevazidirler ve kibr ü gururla sürekli bir savaş içindedirler. Allah'ın sevmediği şeylere karşı öyle kararlı bir duruşları vardır ki, yedi dünya bir araya gelse, ihtimal en küçük bir münkere bile 'evet' demezler. Basar ve basiretleriyle daima ufuk ötesini temâşâ eder ve ömürlerini, hep bir namazda geçiriyor gibi olabildiğine temkinli sürdürürler; sürekli aşk u iştiyak soluklar ve canlarını Cânân'a kurban etmeye hazır bulunurlar; değer verdikleri her şeyi taşa çalıp tıpkı musallâdaki meyyit gibi O'na teslim olur, kendi cenazeleri üzerine tekbirlerle gürler ve Hakikî Büyük'ün büyüklüğünü ilan ederler. Ne hoş söyler Hâfız:

مَنْ اَزْ آنْ دَمْ كِه وُضُو سَاخْتَمْ اَزْ چَشْمَه يِ عَشْقْ
چَارْ تَكْبِيرْ زَدَمْ يَكْسَرَه بَرْ هَرْچِه كِه هَسْتْ

'Ben aşk çeşmesinden abdest aldığımda her neyim varsa onların üzerine (cenaze tekbirleri gibi) dört tekbir alıverdim.'

Sofîler bu mülâhazayı farklı bir üslupla şöyle ifade edegelmişlerdir: 'Aşk u muhabbet çeşmesinden abdest alıp, sonra dünya, ukbâ bütün varlığı ve kendini ölüp gitmiş kabul ederek her şeyin üzerine cenaze namazı kılıyor gibi dört tekbir almayan biri, hakikî kıbleye yönelmiş sayılmaz.' Evet, varlık kendi zatına bakan yanları itibarıyla terk edilmedikten sonra Hakk'a teveccüh tam olmaz ve olamaz.

Teveccüh, takdir, istihsan, muhabbet, içten aşk u alâka, hullet hisleriyle dolmadıktan ve zâhir-bâtın ağyâr mülâhazasından bütün bütün sıyrılarak Hak rızasından başka her türlü beklentiye kapanma diyeceğimiz 'teteyyüm'le tam arınmadıktan sonra hususî teveccüh ufkuna ulaşılamaz. Her şeyden evvel bilmek lâzımdır ki, teveccüh etmeyene teveccüh edilmez. Takdir ve istihsan hislerinden mahrum olanlar çok yaşasalar da yaşamış sayılmazlar.. muhabbetten nasipsiz sineler bakılıp görülmeye değmeyen harabelerden farksızdır.. Dost'la aşk u alâka ancak O'na karşı duyulan muhabbet zemininde çimlenir.. hullet pâyesi, kalbini Dost'a tahsis etmiş sinelere bahşedilen özel bir lütuftur.. ilâhî vâridât ve mevhibeler de Hak rızasına kilitlenmiş ruhlara ara sıra sunulan sürprizlerdendir.

Zât-ı Ulûhiyet'in insanlara nazar, teveccüh ve merhameti, kendi nâmütenâhîliğine göredir. Buna karşılık insanların nazar ve teveccühleri ise kendi darlıkları ölçüsündedir. Bu darlığı o genişliğe göre açma, kulun ihlâs, sadakat, vefa ve samimiyetine bağlıdır. Bazen de ilâhî inayet, riayet, kilâet rahmetin vüs'atine göre tecellî eder de, o sayede teveccüh ve nazar damlaları deryaya, zerreleri de güneşlere dönüşür. Bu itibarla da yönelmenin keyfiyeti ne olursa olsun O haybet yaşatmaz kapısına teveccüh edenlere.. emirleri istikametinde iz sürenleri, yolların amansızlığına bırakmaz.. mârifet yolcularını maiyyetinden mahrum etmez. Hatta bazen ihlâs ve samimiyetle ortaya konmuş bir damla azm ü gayreti, Cennetleri peyleyebilecek bir kıymete ulaştırır.. bir zerre imanı, irfanı vesile-i necat sayar ve kapıkullarına sultanlıklar bahşeder.

Şimdiye kadar O'na doğru müstakim yürüyenlerden yol mağduru olan hiç görülmemiştir. O'nu gönlünden ananlardan hizlâna uğrayan olmamıştır. Samimî olarak, 'sefer', 'seyahat', 'sülûk', 'vusûl' deyip yollara düşenlerden de ebedî hüsran yaşayana rastlanmamıştır: Kimi iradesinin hakkını eda etme adına küçük bir temayülle O'nu her zaman kalbinin derinliklerinde duymuş.. kimi ileriki günlerde ortaya koyacağı bir hayır azmine lütfedilen, sultanlara taç giydirecek pâyelere yükselmiş.. kimi teşriî emirleri yerine getirmede gösterdiği hassasiyetle gidip hullet tahtına oturmuş.. kimi firaset, kiyaset, zekâ ve mantığının hakkını vererek sıçrayıp bir hamlede mârifet ufkuna yükselmiş.. kimi iffet, ismet ve haya seralarında ömrünü geçirme sayesinde hiçbir muhalif rüzgâra maruz kalmadan yürüyüp 'zıllullah'a ulaşmış.. kimi 'on adım' demiş ve onları doğru atma azm ü gayretiyle azîmet kahramanlığına yükselmiş.. kimi bu uzun ve ince yolu 'yedi menzil'le yorumlayarak yol yorgunlarına telattuf dalga boylu bir teveccühle gidip iltifat ufkuna ulaşmış.. kimi bütün mülâhazalarını اَلْفَقْرُ فَخْرِي hakikatine bağlayarak birer reşha mahiyetine bürünüp onu gözbebeğinde duymaya çalışmak suretiyle maiyyet rüyalarıyla oturup kalkmış.. kimi acz ü fakr, şevk u şükür disiplinleriyle hareket ederek tefekkür düzlüklerinde şefkat türküleriyle O'na hep içini döküp durmuş ve emarelerin aydınlık ikliminde sürekli 'Hû' demiş durmuş.. kimi de kalbî ve ruhî hayat ufkunda 'ahlâk-ı âliye-yi Ahmediye' (aleyhissalâtü vesselâm)'ı milimi milimine uygulayarak soluk soluğa O'nun arkasında olmuş ve O'nun sofrasının vâridâtıyla beslenmiş.. hâsılı hemen herkes, ilâhî rahmetin enginliğine emare ve farklı mizaçlara, mezaklara, meşreplere Hak teveccühünün ayrı bir tecellisi olarak, değişik yol ve yöntemlerle -teferruatta birbirine mütebâyin olsa da- hep O'na yürümüş, uzaklığını aşmaya çalışmış ve mârifeti ölçüsünde O'nu dilemiştir.

Kimileri yapacaklarını yapıp, yaşayacaklarını yaşayıp en güzel örnekler sergileyerek her zaman ölesiye bir cehd ü gayret içinde bulunmuş ve yaptıklarını âlemin firasetine emanet etmişler; kimileri de kalemle inleyip mürekkeple içlerini dökerek hâle beyan kisvesini giydirmiş ve arkadan gelenlere iz sürme imkânı hazırlamışlardır. Bunların her ikisi de birer realitedir; ikisine de ihtiyaç vardır ve her ikisine de saygı o mânâ kahramanlarının hakkı bizim de vazifemizdir.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.