Hayatın Ahirete Göre Programlanması
Kişinin bu dünyada yaşarken cennetin zümrüt tepelerinde tenezzüh etmesi, onun, hayatını ahirete göre plânlaması demektir. Bu duygu ve düşüncede olan bir insan, iman, mârifet, muhasebe ve murakabe kanatlarıyla her lâhza âdeta Cenâb-ı Hakk'ın müşahedesi altında bulunuyor gibidir. Böylesi lâhutî bir iklime ulaşmak herkes için mukadderdir ve imanın diriltici atmosferinde derinleşen her fert, -Allahın inayet ve keremiyle- bu duyguyu, bütün canlılık ve enginliğiyle vicdanında duyabilir.
Sâniyen, yukarıda ifade edilen enginliklere muttali olmak, büyük ölçüde salih amelde ısrara vâbestedir. Evet, her tecrübe kendi sahasında yapılır. Meselâ, fiziğe ait hususlarla alâkalı deneyler, kimya veya biyoloji laboratuvarlarında yapılamaz; yapılsa da yanlış sonuçlar elde edilir. Aynen bunun gibi kalbî, vicdanî ve insanî letaifle alâkalı meselelerin, ancak Rabb'le irtibat sayesinde, ayrı bir vadide ve değişik tecrübelere tâbi tutularak inkişaf ettirilmesi mümkündür. İşte bunun neticesinde insanın gözünden perdeler kalkar ve insan, hakikatları ayan-beyan görebilir.
İnsanın Cenâb-ı Hakk'ın kendisine vermiş olduğu istidat ve kabiliyetleri rantabl bir şekilde kullanarak onları geliştirmesi her zaman mümkündür. Ne var ki bu biraz da fırsatları değerlendirmeye bağlıdır. Meselâ bir gül tahayyül edelim. Gül için, ay ve güneşin doğup-batması hiçbir şey ifade etmez. O bütün bir yaz boyunca yatar, uyur ve ömrünü öyle hareketsiz geçirir. Ama bir de ayçiçeği vardır ki o, devamlı güneşin doğmasını kollar. Güneş doğunca da yüzünü ona çevirir, hep onu takip eder ve batıncaya kadar da yüzünü ondan bir lâhza olsun ayırmaz. İşte ebet için yaratılmış olan insan da böyle olmalıdır. O, kendine ihsan edilen istidatlarını, fânî ve geçici şeyler için kullanmamalı, onları esmâ, sıfat, zât dairelerine seyahat ile Zât-ı Uluhiyete kadar uzanan yolculuğunda bir azık yapmalı ve her hâl ü kârda onları inkişaf ettirme yollarını araştırmalıdır.
Sâlisen, bu meseleyi Muhyiddin b. Arabî, İmam Gazali, İmam Rabbanî, Mevlâna Halid ve Üstad Bediüzzaman gibi başyüceler daha farklı görmüş ve daha farklı müşahede etmişlerdir. Zira onlar, ileride görecekleri hakikatleri henüz vuku bulmadan, uhrevî ve berzahî levhalarda aynıyla müşahede etmişlerdir. Böyle zirveler zirvesi bir ufka ulaşmak bir yönüyle çalışmaya, diğer yönüyle de istidada vâbestedir ve bu, daha dünyada iken cennet yamaçlarında gezmenin farklı bir buududur.
Bu mertebelerin yakalanması zamanımızda da mümkündür. Bunun için himmetler âlî tutulmalı, hem fert hem de toplum plânında insanlık, insan-ı kâmil olma yoluna yönlendirilmelidir. Aynı zamanda Üstad'ın da ifade buyurduğu gibi azamî takvâ ve azamî ihlâs gözetilmeli ve hedef de azamî velâyet olmalıdır.
- tarihinde hazırlandı.