Sahabenin Sünnete Gösterdiği Hassasiyet
Beri taraftan ashâb-ı kirâm efendilerimiz de, bütün bir hayatı talim etme vazifesiyle gönderilmiş olduğuna inandıkları bu Şeref-i Nev’i İnsan ve Ferîd-i Kevn ü Zaman’ın, değil dinin esaslarına taalluk eden söz ve davranışları, O’nun tabiî hâl ve hareketlerini dahi, hassasiyetle takip ve tespit ediyor; sonra da duyup-işittiklerini tekrar bertekrar aralarında gözden geçirip ya hâfızalarına alıyor veya defterlerine işliyorlardı. O’ndan intikâl eden her şeyi en mübârek bir hâtıra, en muhteşem bir emanet sayarak tek kelimesinin dahi zâyi’ olmasına gönülleri râzı olmayan bu müstesna cemaat, hayatlarını bu mukaddes emanete karşı hep emniyet duygusu içinde sürdürdüler.
Ayrıca, O’ndan gelen her beyan ve mesajı, sabah-akşam gökten gelmiş semâvi sofralar kabûl eden ve ilâhî emirlere karşı arzuyla dolu, alabildiğine kadirşinas bu topluluk duyup işittiği bu ışıktan fermanları âdeta, âb-ı hayat gibi içiyor ve tek damlasını da zâyi’ etmiyordu. Aslında düşünceler, olabildiğince saf, gelen mesajlar çok yeni ve tâze, sîneler iştiyakla buhur-buhur, anlatılan şeyler de ebedî mutlulukla alâkalı, hatta onun altın anahtarı mesabesinde olunca, ne sünnete karşı lâkayd kalınabilir, ne yıllanan şeyler hâfızalardan silinir, ne de onun içine başka şeyler karıştırılabilirdi. Ve öyle de oldu. Zaten, hayatını doğruluğu ikâmeye vakfetmiş ve yalanın her çeşidine kapalı bu ruh insanları, doğrunun tek zerresinin dahi zâyi’ olmasına gönülleri râzı olmadığı gibi, yalan ve hilâf-ı vâkiye karşı da tavırları tamdı. Muhalfarz, içlerinden biri yalana tenezzül edecek olsaydı, yüzlerce ağızdan yükselen protesto sesi, bu yalancı solukları boğacak ve teşebbüs edecek başka kimselerin içine de korkular salacaktı. Böyle bir tavır ve tutum az da olsa, bir kısım cüretkârlara karşı yapılmadı da değil...
- tarihinde hazırlandı.