A'râf, 7/115-116
قَالُوا يَا مُوسٰى إِمَّا أَنْ تُلْقِيَ وَإِمَّا أَنْ نَكُونَ نَحْنُ الْمُلْق۪ينَ * قَالَ أَلْقُوا فَلَمَّا أَلْقَوْا سَحَرُوا أَعْيُنَ النَّاسِ وَاسْتَرْهَبُوهُمْ وَجَاءُوا بِسِحْرٍ عَظ۪يمٍ
"(Sihirbazlar), 'Ey Musa, sen mi (önce) atacaksın, yoksa atanlar biz mi olalım?' dediler. 'Siz atın!' dedi. Onlar (da ortaya atacaklarını) atınca, insanların gözlerini büyülediler, onlara korku saldılar ve büyük bir sihir sergilediler." (A'raf sûresi, 7/115-116)
Zannediyorum burada, çoklarının gözünden kaçan bir husus var; o da, Hz. Musa'ya tekaddüm eden yıllarda sihrin, halkın en çok alâka duyduğu bir hâdise olduğudur. Evet, bir bayram günü herkesin toplandığı bir alanda sihir gösterilerinin yapılması da bunu gösteriyordu. Musa (aleyhisselâm) onlara sihirlerini gösterme ve ortaya koyma imkânını verdi. Firavun ülkesinin en ünlü sihirbazları halkın bakış açısına göre en büyük, ulaşılmaz derecedeki sihirlerini yapınca herkesin gözleri döndü, bakışları buğulandı. Arkasından da, Hz. Musa, onların sihirlerini iptal ediverince, önce sihirbazlar sonra halk şaşakaldı. Sihirbazlığın zirvesine oturan bu insanlar, Hz. Musa'nın yaptığının sihir olmadığını anlayarak Firavun'a rağmen hemen iman ettiler. Böyle hemen iman etmeleri ile de çok büyük bir hizmet yaptılar. Zira onlara güvenen ve onların safında yer alan halk da onların peşi sıra hemen iman ediverdiler.
Evet, dünyaları yalan üzerine bina edilmiş gözbağcı bir yığın, sonra onları bu işe sevk eden despot düşünce ve bu iki sınıfın arzularına göre gelgitler yaşayan kalabalık, o kalın kalın halatları, koca koca sırıkları üst üste müterâkim yılanlar, ejderhalar şeklinde gördükleri esnada -ki bunlar ister büyü eseri olarak öyle görünsün, ister içleri civa doldurulmuş ağaç ve deri parçalarının güneşin harareti karşısında o hâli almış olsun fark etmez- bir de ne görsünler onca maskaralık, muvakkat bir harikulâdeliğe mazhar kuru ağaçtan bir asâ, birer lokma gibi hepsini yutuverdi; yutuverdi de, biraz önce yalanın yönlendirdiği sopalar karşısında başı dönen ve soğuk dakikalar yaşayan kitleler, hakkın kendine has renk ve çizgileriyle ortaya çıkması ve bâtılın tarumar olup gitmesi karşısında ıpılık bir rağbet ve rehbete uyandılar. Artık اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ "İman ettik Âlemlerin Rabbine." (A'raf sûresi, 7/121) deme zamanı gelmişti. Bâtılın açık temsilcileri oracıkta, bu büyük itirafı gürül gürül haykırıp ötelere sürpriz şekilde açılacak, arkadakiler de ara ara bu duyguya katılıp onlara yol arkadaşı olacaklardı.
Kur'ân, bu konuyu değişik yerlerde, o yerin hususiyetlerinin gerektirdiği bir üslûpla tekrar tekrar anlatır ve tarihî tekerrürlerin kapı aralığından, alabilme kapasitemize göre sürekli ibretler ve tenvirler ifâza eder.
- tarihinde hazırlandı.