Enfâl, 8/42
وَلَكِنْ لِيَقْضِيَ اللّٰهُ أَمْراً كَانَ مَفْعُولاً لِيَهْلِكَ مَنْ هَلَكَ عَنْ بَيِّنَةٍ وَيَحْيٰى مَنْ حَيَّ عَنْ بَيِّنَةٍ وَإِنَّ اللّٰهَ لَسَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
"Fakat, Allah gerekli olan emri yerine getirmesi, helâk olanın açık bir delille (gözle görülür şekilde ve mazerete meydan vermeyecek biçimde) helâk olması, yaşayanın da açık bir delille yaşaması için (böyle yaptı). Çünkü Allah hakkıyla işitendir, bilendir." (Enfâl sûresi, 8/42)
وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ لَاٰمَنَ مَنْ فِي الْأَرْضِ كُلُّهُمْ جَم۪يعاً
Aslında "Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi iman ederdi."[1] âyetine göre dünyada bir düzenleme olabilirdi. Ne var ki ilâhî irade, imanın veya küfrün varlığını, dünya hayatı boyunca devam edecek bir mücadeleye bağlamıştır. Hz. Âdem'den bu yana insanlık tarihine baktığımızda bu hakikati bütün çıplaklığıyla görmemiz mümkündür. O hâlde, iman dünyası olarak yaşayacaksak, her zaman küfür dünyasının tecavüz, tasallut, hıyanet ve düşmanlıklarını bir lahza hatırdan çıkarmamalıyız. Küfrün imana karşı cibillî düşmanlığı, o cepheyi sürekli saldırganlığa iterken, onlarda, ölüler arasında dolaşıyor olma hissi uyarılmamalıdır. Ölen, ta baştan apaçık ölümünü görerek ölmeli, kalan da öyle kalmalıdır. Ta ki yarın Allah (celle celâluhu) karşısında kimsenin ileriye sürecek ve "Neden, niçin?" diyecek bir mazeretleri kalmasın.
Bu şekliyle arz ettiğimiz şeyin tam tersi de olabilir. Yani iman edenler mağlup, küfür dünyası galip. Ne var ki netice değişmez; bu durumda her iki tarafın da Rabbilerine sunacak mazeretleri yoktur; yoktur çünkü bir mücadele sonucu yaşayan yaşamış, helâk olan da helâk olup gitmiştir.
Biraz daha açalım; Allah, Bedir'de iki cepheyi, plânlasa ve randevulaşsalardı bile gerçekleşmesi mukadder böyle bir mücadele zemini, atmosferi, alt yapısı ve onu zarurî kılıcı şartları oluşmazdı. Hâdise, öylesine insanî idraki aşkın plânlandı ki, ister istemez göğüs göğüse vuruşma durumuna gelindi ve ondan sonra da, yaşayanın yaşamayı hak etmesi, ölenin de ölüme müstehak olması ortaya çıktı. Zaafı, kininde, nefretinde, gayzında, istikamete kapalı olmasında ve paylaşmayı bilememesinde bütün zayıflar, burada ve ötede herhangi bir mazeret ileriye süremeden açık ve net suçluluklarıyla elenip gittiler; hep yüce mefkûreler arkasından koşanlar da, Bedir'de ve Bedirlerde cinayet işlemediklerini; aksine te'dibe müstahak olanlara hadlerini bildirmenin inşirahı içinde kalbî, ruhî, vicdanî bütün bir hayatı gönüllerinde duyarak yaşama ufkuna ulaştılar.
Hulâsa, Bedir'de ve bütün Bedirlerde, ne ölenin ne yaşayanın, ne kâfirin, ne mü'minin, ne kazananın, ne kaybedenin, olanı yerinde ve isabetli görmenin dışında diyeceği hiçbir şey yoktur; yoktur çünkü olanlar, her şeyi en iyi işiten ve bilen bir Semî u Alîm'in plânına göre cereyan etmiştir.
[1] Yunus sûresi, 10/99
- tarihinde hazırlandı.