Kehf, 18/110
قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلٰهُكُمْ إِلٰهٌ وَاحِدٌ
"De ki; ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu kadar var ki) bana, ilâhınızın sadece bir ilâh olduğu vahyolunuyor." (Kehf sûresi, 18/110)
Yani hilkat ve Mâbud'a nispet açısından, tabir-i diğerle, Hz. Zât-ı Ulûhiyet'in bize yakınlık ve hâkimiyeti, bizim de O'na uzaklığımız ve mahkûmiyetimiz açısından aramızda herhangi bir fark söz konusu değildir. Evet Cenâb-ı Hak'tan başka hiçbir kimse, ona kullukta bulunulacak kadar zatî bir büyüklük ve istiğnaya sahip olmadığı gibi, kulluk mülâhazasıyla herhangi bir kimse karşısında eğilip zillet gösterecek kadar da küçük ve değersiz değildir.. evet Bediüzzaman'ın o yerinde ifadesiyle: "Mahlukat, mâbudiyetten uzaklık noktasında müsavi oldukları gibi, mahlûkiyet nisbetinde de birdirler."[1]
Bu âyet aynı zamanda, Hz. Mesih, Hz. Üzeyir gibi büyük zatların büyüklüğünü ifadede dengenin korunamayıp ulûhiyet pâyesine yükseltilmelerine de bir reddir. Evet bir insanın, hele hele bir peygamberin, elbette Allah'a kurbiyeti her zaman söz konusudur. Ne var ki böyle bir münasebet ve kurbiyet, tutup onu Cenâb-ı Hakk'ın Arş'ının yanına oturtmayı gerektirmez. Bu ince münasebeti ihtar içindir ki Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) onca kemalâtına rağmen "Ben de sizin gibi bir beşerim." der. Evet sizden farklı bir yanım var, o da bana: "Hepinizin ilâhı ancak bir ilâhtır." şeklinde vahyin gelmesidir. Yani farklılık içinde vurgulanan da yine mâbudiyet telakkimiz ve Mâbud karşısındaki müsâvâtımızdır.
İşte böylece âyet hem Hz. Üzeyir ve hem de Hz. İsa hakkındaki ifratkâr düşünceleri reddetmenin yanında, Müslümanların nazarlarını da Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) gerçek konumuna tevcih buyuruyor.
[1] Bediüzzaman, Lem'alar, s.178.
- tarihinde hazırlandı.