Meryem, 19/96
إِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمٰنُ وُدّاً
"İman edip de salih amellerde bulunanlara gelince; onlar için çok merhametli olan Allah (gönüllerde) bir sevgi yaratır." (Meryem sûresi, 19/96)
Evet onlar, iman edip salih amel yapmanın dışında insanların onları sevmelerini temin edecek herhangi bir şey yapmadan büyük ölçüde ins, cin ve meleklerin sevgilisi olacaklardır.
Arapça'da fiil teceddüde (sürekli yenilenme) delâlet eder. اٰمَنُوا ise fiildir. Öyleyse "iman edenler" bir kere iman ettikten sonra imanlarında duraklamaya girmeden sürekli kendilerini yenileyerek her gün yeni bir keşif, yeni bir düşünce ve yeni bir tespitle hep daha ileri ufukları takip ederler. Bununla da yetinmeyip ardından وَعَمِلُوا "Amel edip imanlarının gereğine göre yaşarlar." Yani oturur kalkar ömürlerini "salihat"la geçirirler. İşte böyle bir iman ve o imanın mûcebini Hakk'ın istediği ölçülerde yerine getiren bu insanlar, önce Hakk'ın sonra da halkın teveccühüne mazhar hâle gelmişlerdir ki سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمٰنُ وُدّاً "Hz. Rahmân onlar için sinelere sevgi vaz'edecek ve ins ü cinnin kalbini onlara olan alâka ile donatacaktır." Bu konuya şu hadis daha bir netlik kazandırır: Allah Resûlü buyurur ki:
إِذَا أَحَبَّ اللّٰهُ اْلعَبْدَ نَادٰى جِبْريلَ: إِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ فُلَانًا فَأَحْبِبْهُ فَيُحِبُّهُ جِبْرِيلُ فَيُنَادِي جِبْرِيلُ فِي أَهْلِ السَّمَاءِ إِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ فُلَانًا أَحِبُّوهُ فَيُحِبُّهُ أَهْلُ السَّمَاءِ
"Allah bir kulu sevdiğinde, 'Ben falan kimseyi sevdim siz de onu sevin.' diye nida eder. Cibril de bunu göklere ve yere duyurur..."[11]
Aslında hemen her zaman muhabbet ve sevgi O'ndan başlamış ve tedelli yoluyla gökleri ve yeri kuşatmıştır. Bu ya önce Allah'ın, muhabbet vesilelerini yaratıp sevgiyi onun üzerine bina etmesi şeklinde, ya da istikbaldeki kıvamlarına bir ücret-i âcile olarak önce onları sevip sonra da onların vicdanlarını iyiye, güzele, hasenat ve salihata uyarma şeklinde olur. Her iki mazhariyetin temel rengi de inayettir ve her ikisinde de temel kaynak ilâhî meveddettir.
Bugün bazılarımız itibarıyla böyle bir mazhariyetten dem vurmak bir iddia sayılsa da dünyanın değişik yörelerinde hizmet veren hizmet erleri için ayn-ı hakikattir. Evet bu hizmet erlerinin hizmet ettikleri coğrafyaya ve gördükleri hüsnü kabule bakılsa bana hak verilecektir. Nasıl olmasın ki, bugün Orta Asya steplerinden Amerika içlerine, oradan Avrupa ortalarına, hatta Kuzey Afrika, Pasifik ve Avustralya'ya uzanan çizgide hep onların sesleri ve solukları işitiliyor. Bunların oralarda milletimiz namına gerçekleştirdikleri hizmetin kemmiyet ve keyfiyetinin, yarınımız adına getireceği ve bu ülke insanına, hatta insanlığa kazandıracağı şeyleri zaman gösterecektir. Siz onları sadece yayıldıkları coğrafya açısından değerlendirdiğinizde, kendi kendinize: "Cenâb-ı Hak, onların kalbine bu arkadaşlar hakkında sevgi koymasa, hüsnü kabul vaz'etmeseydi, bunlar olur muydu?" diyeceksiniz.
Evet, sizin bu arkadaşlarınız 20. asırda, hem de felaketlerin felaketleri kovaladığı bir dönemde dine sahip çıkıp ona hizmeti hayatlarının biricik gayesi biliyor ve hayat tarzlarını ona göre ayarlıyorlar. Yatarken, kalkarken, gezerken, yerken, içerken hep "Rabbim, Senin rızanı nasıl kazanabilirim?" diyor ve sürekli O'nu düşünüyorlar. İşte böyle değişik seviye ve derecede pek çok kimse, kadını ve erkeği, yaşlısı ve genciyle bu düşünce ve aksiyon etrafında kenetlenince, yani âyetin ifadesine göre iman edip, o en yararlı işleri bu şekilde gerçekleştirince, Allah da onlar için yeryüzünde hüsnü kabul vaz'ediyor. Şahsen ben, onca tersliklere rağmen rızâ-i ilâhî hedefli bu gayretlerin bugün ulaşmış olduğu bu seviyeyi ancak böyle açıklayabiliyor ve "Her şey Senden Allah'ım." deyip minnet ve şükran hislerimle iki büklüm oluyorum.
Bu âyetin devamında Allah (celle celâluhu)
فَإِنَّمَا يَسَّرْنَاهُ بِلِسَانِكَ لِتُبَشِّرَ بِهِ الْمُتَّق۪ينَ وَتُنْذِرَ بِهِ قَوْماً لُدّاً
"Biz Kur'ân'ı sadece onunla Allah'tan sakınanları müjdeleyesin ve şiddetle karşı çıkan bir topluluğu da uyarasın diye senin dilinle kolaylaştırdık."[12] buyuruyor ve sırlı bir kolaylaştırmadan bahsediyor. Siyak-sibak münasebeti içinde meseleyi değerlendirecek olursak; burada Kur'ân, yapılması oldukça zor bir işten bahsediyor.. evet tebşir de zor, inzar da zor ve hele kalblere nüfuz ise zorlardan da zor.. bir de şartlar olumsuz, işten anlayanlar az ise, işte o, imkânsız ölçüsünde zordur. Durgunlaşmış bir şeyi harekete geçirmek, pasifi aktif hâle getirmek çok ciddî gayret ve enerji ister. Uçak harekete geçirilmek istenirken, hareket tek hedef hâline getirilir.. arabalar çalıştırılırken, lambalar, radyolar, teypler kapatılır.. ta ki enerji kaybı olmasın... Ama uçak havalandıktan, araba da yürüdükten sonra artık her şey normale döner ve âdeta kendi kendine hareket eder. Aynen öyle de, imana hizmet duygusu -hangi anlayışla olursa olsun- ilk aşamada ciddî zorluklarla karşılaşsa da, işler yoluna girdiğinde artık "doğurgan döngü" diyebileceğimiz bir "salih daire"nin meydana gelmesi de söz konusudur.. ve bugünkü hizmetler içerisinde her gün defaatle müşâhede edilen şeylerdendir ki, bu da bir başka âyetin ifadesine göre;
وَالَّذ۪ينَ جَاهَدُوا ف۪ينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللّٰهَ لَمَعَ الْمُحْسِن۪ينَ
"Bizim yolumuzda mücahede edenleri, elbette (hayır yollarına) hidayet edeceğiz. Allah şüphesiz ihsan sırrına ulaşmışlarla beraberdir."[13] Evet, bugün yapılan hizmetler ve bu hizmetler sayesinde hoşnutluğu ile maiyyet-i ilâhiyeye girme şerefine nail olmuş kişiler, cemaatler, milletler ve devletler, elbette bu kolaylıktan nasibini alacaklardır ve almışlardır da. Tarihi bir de bu gözle inceleyebilsek bunun bin bir misalini görmemiz mümkündür. Ashab-ı kiramdan Emevi, Abbasi ve Selçuklu'ya, ondan da Osmanlı'ya ve şimdilerde ikbal vaad eden bu ikinci diriliş erlerinde bunu, örnekleri ile göstermek zor olmasa gerek.
Ayrıca bu konuya şöyle bakmak da mümkündür; Cenâb‑ı Hak Leyl sûresinde
فَأَمَّا مَنْ أَعْطٰى وَاتَّقٰى * وَصَدَّقَ بِالْحُسْنٰى * فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْيُسْرٰى
"Artık kim verir, takva dairesi içine girer ve güzeli de tasdik ederse, Biz de onu kolaya hazırlar (ona giden yolları gösterir)iz."[14]
Demek ki; verme, takva dairesi içinde bulunma ve selim fıtrat sahibi olarak, güzel kabul edilen her şeyi tasdik edip peşinden gitme -ki bunların hepsi salihat dairesi içinde mütalâa edilen hususlardır- yapılan şeyleri kolay görme gibi bir neticeye insanı ulaştırırlar. İşte, arkadaşların yaptıkları işler!.. Gece-gündüz demeden çalışma, evini-barkını bırakıp Orta Asyalara veya daha başka yerlere göç etmeler, maddî sıkıntılar içinde ve mânevî füyûzat hislerinden fedakârlıkta bulunmalar..! Şimdi bütün bunları yapanlar "vüdd"e mazhar görülüyorlarsa, bu bir mübalâğa kabul edilmemelidir. Evet, bunların katlandıklarına katlanmak ve her şeyi eksiksiz yerine getirmek kolay şey değildir. Ama zannediyorum arkadaşlarımız, o salih dairenin ürünü olarak başkalarına çok zor gelen bu şeyleri hayatlarının ayrılmaz bir parçası kabul ediyor ve onunla yatıp, onunla kalkıyorlar. Demek ki, zorlukların kolaylaştırılması, bu ikinci diriliş erleri için böyle bir televvünde cereyan ediyor; ettirene canlarımız kurban!
[11] Buhârî, bedü'l-halk 6; edeb 41; tevhid 33; Müslim, birr 157; Tirmizî, tefsir (19) 6.
[12] Meryem sûresi, 19/97.
[13] Ankebût sûresi, 29/69.
[14] Leyl sûresi, 92/5-7.
- tarihinde hazırlandı.