Neml, 27/41
قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنْظُرْ أَتَهْتَد۪ي أَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذ۪ينَ لاَ يَهْتَدُونَ
"Süleyman (aleyhisselâm) dedi ki: 'Onun arşını bilemeyeceği hâle getirin; bakalım tanıyacak mı, yoksa tanımayanlardan mı olacak.' " (Neml sûresi, 27/41)
Çok müfessirler أَتَهْتَد۪ي أَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذ۪ينَ لاَ يَهْتَدُونَ âyetine "Hidayete erecek mi, yoksa ermeyenlerden mi olacak?" gibi bir mânâ vermişlerdir ki üzerinde durulabilir. Bana göre böyle bir mânâ siyaka uygun görünmüyor. Şöyle de denebilir: "Onun tahtını tanınmaz hâle getirin; bakalım tanıyabilecek mi, yoksa tanımayacak mı?"
Ne var ki buradaki "hidayet" kelimesini mücerret bir "tanıma" şeklinde anlamak doğru değildir. Zira siyak buna da mülayim görünmüyor. Evet, "Değişiklik yapılan taht, yeni bir taht mı, yok eskisi mi?" diye Süleyman (aleyhisselâm) bununla Belkıs'ın firasetini ölçmüş olabilir. Ancak asıl mesele bu da olmasa gerek. Zira burada şöyle düşünmek de mümkündür: Putperest veya güneşe tapan bir kadın düşünün ki, bu kadın kendine, düşüncelerinin esas alındığı bir taht düzenliyor. Böyle bir kadın her hâlde, tahtına güneş şekilleri yapacak, mâbudlarının timsallerini işleyecek veya onu yıldız ve ay şekilleriyle süsleyecektir vs... İşte Süleyman (aleyhisselâm) böyle bir taht üzerinde değişiklik yapıyor ve onu hidayete hazırlayıcı motiflerle süslüyor. Zaten Kur'ân-ı Kerim de Süleyman (aleyhisselâm) o tahtta herhangi bir ziyadelik veya eksiklik yaptı, demiyor... Sadece نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا ferman ediyor. Yani "Tağyir edin, tanınmayacak hâle getirin."
Böyle olunca yapılacak iş nedir? Tahtın şeklini değiştirmek mi, yoksa şeâir-i İslâmiye ile donatmak mı?.. Elbette ikinci ihtimal daha kuvvetli görünmektedir ki, bu da putperestliğe ait alâmetleri, timsalleri ortadan kaldırmakla olacaktır. Ondan sonra da bakalım tahtı görünce verilen mesajı alarak hidayete erecek mi, ermeyecek mi?.. Ve zaten sonuçta Belkıs tahtı görünce hidayete eriyor. Çünkü o da selim bir fıtrata sahiptir. Oldukça zeki ve engin fikirli bir kadındır. Öyle ki o daha tahtı görür görmez, taaccübünü saklayamıyor ve verilen mesajı hemen alarak İslâm'ı kabul ettiğini ilan ediyor.
Şüphesiz o da bir insandı; fıtratı, kâinattaki vahdaniyete ait mesajları alabilecek mahiyette idi. Ancak, Sebe Melikesi, temiz fıtrat, zeki ve fikirde basiret ile destekli olmasına rağmen daha önce hidayete erememişti. Çünkü putperest bir kavim içinde neş'et etmiş ve o toplumun bâtıl inançlarına göre yetiştirilmişti. Bu da onun daha önce karşılaştığı vahdete ait mesajları değerlendirmesine mâni oluyordu.
Vâkıa bu tahtın bulunduğu yere getirilmesi, Hz. Süleyman'a nispetle bir mucize ve ümmetinden bir ilm-i ledün sahibinin eliyle gerçekleştirilmesi açısından da bir kerametti. Bu da onu tasdik edip ona inanma açısından yeterli sayılabilirdi. Ancak imanda esas olan, aklın i'mali, âfâkî-enfüsî tefekkür ve meşîet-i hâssa-i ilâhiye idi. Bu o güne kadar değişmeden hep böyle süregelmişti ve Hz. Süleyman'da da değişmeyecekti.. ve öyle de oldu.
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ وَبَارِكْ عَلٰى مَنْ أَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ وَعَلٰى إِخْوَانِهِ مِنَ النَّبِيّ۪ينَ وَالْمُرْسَل۪ينَ وَعَلٰى أَصْحَابِهِ وَالتَّابِع۪ينَ أَجْمَع۪ينَ
- tarihinde hazırlandı.