Sâd, 38/20
وَشَدَدْنَا مُلْكَهُ وَاٰتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ وَفَصْلَ الْخِطَابِ
"Onun hükümranlığını kuvvetlendirmiş, ona hikmet ve fasl-ı hitabı (her meselede maksadı eksiksiz, belâgatli ve düzgün bir şekilde anlatabilme) vermiştik." (Sâd sûresi, 38/20)
Cenâb-ı Hak, Efendimiz'e:
وَاذْكُرْ عَبْدَنَا دَاوُودَ ذَا اْلأَيْدِ إِنَّهُ أَوَّابٌ * إِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَاْلإِشْرَاقِ * وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةً كُلٌّ لَهُ أَوَّابٌ
"Güçlü kuvvetli bir kulumuz olan Davud'u hatırla. O, yürekten Allah'a dönen biriydi. Doğrusu Biz dağları musahhar kıldık da, onlar akşamleyin ve kuşluk vakti onunla birlikte tesbih eder dururlardı. Kuşlar da toplu hâlde onun tesbihiyle tesbih ediyorlardı."[1] gibi ifadeleriyle Hz. Davud'un bazı mazhariyetlerini anlattıktan sonra, o yüce peygamberin üç önemli vasıfla daha serfiraz olduğunu hatırlatıyor, saltanatla Hakk'a yakınlığı bir arada götürebilmiş olma imtiyazıyla örnek alınması gerektiğini vurguluyor. Bu son üç husus:
1) وَشَدَدْنَا مُلْكَهُ "Mülkünü destekleyip kuvvetlendirdik." sözleriyle ifade edilen belâ, devâhi ve mesâib adına pek çok şeye maruz kalan Hz. Davud'un, bütün bunlardan sıyrılarak ve âdeta saltanata dönüşen o peygamberane iradesinin tahkimi ve tarsinidir ki, Peygamberimiz'e geleceğinin çok aydın olacağını ifade etmesi bakımından gayet mânidardır.
2) وَاٰتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ "O'na hikmet de verdik." beyanıyla anlatılmak istenen, her nebideki nübüvvet hakikatinin önemli bir derinliği diyeceğimiz hikmetin mazhar-ı tâmmı olan Hz. Ruh-u Seyyidi'l-Enâm'ı hatırlatma açısından fevkalâde yerindedir.
3) وَفَصْلَ الْخِطَابِ "Ve fasl-ı hitap da (verdik)." sözleriyle seslendirilen, konuşma kabiliyetinin mükemmelliğiyle de Hz. Davud'a verilenin kat katıyla şereflendirilmiş bulunan O İmam-ı İns ü Cân ve Hatib-i Kevn ü Mekân'a bahşedilmiş bulunan söz sultanlığına vurgu yapılmakta ve Hz. Davud'un mezâmirinin yankıları dağlara tesir ettiği gibi, O Andelîb-i Enbiyâ ve Bülbül-ü Kur'ân'ın nağmelerinin, bir gün bütün sinelerde yankılanabileceğine, tedâiler diliyle kapı aralanmaktadır.
Ne var ki klasik rivayet tefsirleri "fasl-ı hitab"ı genellikle أمَّا بَعْدُ diye tefsir edegelmişlerdir. Hâlbuki hemen hemen herkesin söyleyebileceği böyle bir kelimeyi Kur'ân'ın, hem de minnet makamında zikretmesi çok beliğ görünmemekte. Evet, bu, Davud'a (aleyhisselâm) verilen bir nimettir ve minnet makamında zikredilmiştir. Öyleyse buradaki fasl-ı hitap, meseleleri herkesin anlayabileceği bir üslûpla sistematik bir şekilde ele alıp anlatabilme, tam mânâsıyla bir hitabet örneği ortaya koyma veya hemen her sahada itiraza meydan vermeyecek şekilde ve herkesin kabulleneceği bir üslûpla konuşmaya hamledilmesi daha uygun olacaktır. Buna, hangi mesele anlatılırsa, onun muhteviyatına göre, en küçük teferruatına kadar anlatabilme kabiliyeti de diyebiliriz.
[1] Sâd sûresi, 38/17-19
- tarihinde hazırlandı.