Şuarâ, 26/218-219
َالَّذ۪ي يَرَاكَ ح۪ينَ تَقُومُ * وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِد۪ينَ
"O ki, (gece namaza) kalktığın zaman seni görüyor. Secde edenler arasında kıvrım kıvrım kıvrandığını da." (Şuarâ sûresi, 26/218-219)
تَقَلَّبَ sigası, تَفَعَّلَ babındandır ve bu kipte kendini zora koşma mânâsına bir tekellüf vardır. Yani insanın bir işte kendini olabildiğine zorlaması, ısrar etmesi söz konusudur. İşte Allah (celle celâluhu), Resûlü'nün secdesini bize böyle bir kiple tersim ediyor. Demek ki O, secdede, Rabbisine kulluk yaparken, hem de O'na en yakın olduğu mekân ve zamanda, kulluğun hakkını tam verebilmek için kıvrım kıvrım kıvranıyor, ısrar ediyor ve âdeta yaptığı iş içinde eriyip gidiyordu. Yalnız bir hususu vurgulamakta yarar var; mâneviyat olmadan, kat'iyen bu ufuk yakalanamaz ve bu zirveye ulaşılamaz. Bu zirveye ulaşmayan insanların secdede böyle tavır içine girmeleri ise, riyadan başka bir şey değildir.
Evet, bilhassa Hakk'a kullukta mâneviyat çok önemlidir. Âzamî zühd, âzamî takva ve âzamî ihlâs yakalanarak her yerde ve her şeyde O'nu aramak, O'na yönelmek bir mü'minin biricik gayesi olmalıdır; gayesi olmalıdır ama bu, bütün bütün dünyanın terk edilmesi şeklinde de anlaşılmamalıdır. Evet bir yandan dünya imar edilip Cennetlere çevrilirken diğer yandan da gönüller ilâhî aşka yönlendirilerek iman hayata hayat kılınmalıdır. Yani bir yandan dünyaya çeki düzen verilirken öte yandan daima O'nun rızası gözetilerek O'nunla münasebet kapıları açık tutulmalıdır.
Zaten فَأَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّٰهِ "Nereye yönelirseniz yönelin, bî kem ü keyf Allah oradadır."[4] âyetinin mazmunu da bu değil mi? Bence bu âyet, kâmil bir mü'minin genel durumunu, karakterini, Allah ile münasebet ölçülerini yansıtması bakımından fevkalâde mânidardır. Fıkıhçıların dediği gibi, kıblenin bilinmediği yerlerde, sor soruştur, kendi imkânlarınla kıbleyi bulmaya çalış, sonra tam ters tarafa yönelsen de yine isabet etmiş sayılırsın. Ne var ki mesele sadece bununla kayıtlı değil.. yani âyeti sadece bu mânâya hasretmek doğru değil. İnsan yerken, içerken, yatarken, gezerken ailesi ile birlikte olurken, hâsılı yirmi dört saatlik günlük hayatı içinde, hemen her zaman O'nu gözetmesi, O'nu araması ve O'na yönelmesi gerekir.. evet âyet bu mânâlara da işaret etmektedir.
Doğrusu insan her zaman kendini Rabbisi ile münasebeti adına yenilemeli ve hep taze kalmaya çalışmalıdır. Gerçi O teceddütten, tegayyürden, tebeddülden münezzehtir. Ancak bizler O'nu yeniden bir kere daha duymamız ve O'nu hissetmemiz adına kendimizi her zaman yenileyebiliriz. Yani eskilerin "manzurun ileyh" dediği, bakılan zât adına değil de bakanlar adına bir yenilik. Bu, her gün O Mâbud-u bi'l-hak ve maksud-u bi'l-istihkakın yeni bir tecellîsi ile buluşmak, tanışmak ve böylece imanımız adına yeni derinliklere ulaşma mânâsında bir yeniliktir. Biz mutlaka bunu yakalamak zorundayız. Yoksa çürüyüp gitmemiz işten bile değildir.
Âyete dönecek olursak, "kıvrım kıvrım bir hâlde secde etme" Allah'ın gönülde, kalbte duyulması ile doğru orantılıdır. Bin bir isminin bin bir tecellîsi ile vicdanlarında Allah'ı duymayan, onca nimetler içinde yüzdükleri hâlde, herhangi bir minnet hissi taşımayan ve vefa duygusundan uzak kişilerin hayatlarında bir kere olsun, böyle secde edecekleri mümkün olsa da zordur.
Ayrıca burada Allah Resûlü'nün derin bir kulluk şuuruyla kıvrım kıvrım olması اَلَّذ۪ي يَرَاكَ ح۪ينَ تَقُومُ "O, kıyam ettiğin vakit seni görür." mefhumunca, Allah'ın rü'yeti altında bütün benliğiyle bir kalkma, doğrulma, derlenip toparlanma sonucudur. Evet O secdededir ama davranışlarını belirleyen Hakk'ın emirlerini yerine getirme istikametinde kıyam ruhudur. O, gecenin yarısında teheccüde kıyam eder; dini ikame adına elpençe emre âmâde bulunur; mü'minlerin maddî-mânevî ihtiyaçları karşısında da hep divan durur; böyle sürekli kulluk mülâhazasıyla emre hazır yaşamayı, baş ve ayaklarını aynı noktada birleştirmek suretiyle daha bir derinleştirir ve أَقْرَبُ مَا يَكُونُ الْعَبْدُ مِنْ رَبِِّهِ فَهُوَ سَاجِدٌ "Kişinin, Rabbine en yakın olduğu an secde hâlidir."[5] zirvesine ulaşır.
[4] Bakara sûresi, 2/115.
[5] Müslim, salât 215; Ebû Dâvûd, salât 147, 148; Nesâî, tatbik 78.
- tarihinde hazırlandı.