Şuarâ, 26/224-227
وَالشُّعَرَاءُ يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُونَ # أَلَمْ تَرَ أَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَ * وَأَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لاَ يَفْعَلُونَ * إِلاَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً وَانْتَصَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا
"Şairler(e gelince) onlara da sapıklar uyarlar. Onların her vadide başıboş dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi? Ancak iman edip iyi işler yapanlar, Allah'ı çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar başkadır..." (Şuarâ sûresi, 26/224-227)
Kur'ân âyetlerinin en önemli özelliklerinden biri, bu âyetlerin hedef olarak ele aldığı kimselerle, bilvesile hitap ettiği kimselerin ayrı olması ve her iki kesimin de âyetten alacakları derslerin farklı bulunmasıdır. Meselâ, bu âyet-i kerimede, muhatap kitle cahiliye dönemi şairleridir. O dönemde şair, gaybten haber aldığını iddia eden, secalı sözler söyleyerek etrafındakileri büyüleyen ve bir ölçüde bugünkü medyumlar gibi cinlerle içli dışlı olan, dahası Kur'ân'a muarız bulunan kişilere denirdi. İşte burada Kur'ân, şairler derken bunları kastediyor. Zaten bu tip insanlara uyanların, Kur'ân'ın ifadesiyle sapık olması da onların karakterleri hakkında bize yeterli ipuçları vermektedir.
Beri taraftan bu âyet, bilvesile cahiliye dönemindeki gibi olmasa bile, her devirdeki bazı şairlere de hitap etmektedir. Âyeti bu çerçeveden değerlendirecek olursak;
وَالشُّعَرَاءُ يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُونَ "Şairler(e gelince) onlara, sapıklar uyarlar." Yani din ve dine ait her şeyi bir kenara itip hislerini, heveslerini put hâline getiren insanlar, şairlere tâbi olurlar.
أَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَ "Onların her biri ayrı ayrı vadilerde dolaşır durur." Yani nazmın veya nesrin ayrı ayrı vadilerine dalarak, "romantizm, realizm, rasyonalizm..." deyip, esas mevzu ve muhtevayı, mânâ ve gayeyi bir tarafa bırakır, şaşkın şaşkın sağda-solda dolaşırlar.
وَأَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لاَ يَفْعَلُونَ "Bunlar yapmadıkları şeyleri söyler." Ve tıpkı sürekli yalan söyleyen avcılar gibi edebiyat der, roman der, şiir der ama hep yalan söylerler.
إِلاَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ "Ancak iman eden ve salih amel yapanlar hariç." Onlar; şair olmanın yanıbaşında mü'mindirler. Dolayısıyla onlara uyanlar da, aynı duygu ve düşünceyi paylaşan insanlardır. Onlar, Kur'ân çizgisini hayatlarına hayat yaptıklarından dolayı, hiçbir zaman yoldan sapmaz ve hele kat'iyen şaşkınlığa düşmezler.. evet onlar, yapmadıkları şeyleri söylemeyi Allah katında en büyük günah saydıklarından hiç mi hiç yalan söylemezler. İnandıkları değerleri, edebiyata, romana, şiire kat'iyen feda etmezler. Çünkü onlar mü'mindirler. Yani emn ü emanın yeryüzündeki temsilcisidirler ve her zaman çevrelerine emniyet telkin ederler. Zaten onlar söz-amel bütünlüğü içinde daima bir salih daire içindedirler. Esasen sabah-akşam Allah'ı zikreden, haksızlığa maruz kaldıklarında, haklarını müdafaa eden bu insanlardan, başka bir şey de beklenemezdi.
Evet, görüldüğü gibi Kur'ân'dan istifadenin en önemli şartı, onun evrensel olduğu nazara alınarak, her şahsın kendini ona muhatap kabul ederek okumasıdır. Böyle yapıldığı takdirde, Kur'ân kendini ifade edecek, biz de ondan istifade edebileceğiz.
Hâsılı pek çok iş ve meslek gibi şiir de, nesir de temsil edildikleri kimseler itibarıyla farklılık arz ederler. İman edip salih amelde bulunan, her yerde iman esaslarını şiirine ve nesrine konu edinip her yerde Hakk'ı haykıran, sanat kabiliyetlerini fantastik mülâhazalarda harcamayıp onu hakikatin ikame ve inşasına harç yapan, icabında çiğneyip ve çiğnenen ama hakkı tutup kaldıran, Hansâ, Ka'b b. Züheyr, Ka'b b. Mâlik, Hassan b. Sabit, Abdullah b. Revâha... gibi Ruhü'l-Kudüs'le desteklenen kimselerin elinde şiir ve iyi bir nesir, yerinde müessir bir hitap, yerinde herkesi tesiri altına alan bir büyü, yerinde en keskin kılıçlardan daha keskin bir silah, yerinde Hakk'ı haykıran bir ses ve soluk, yerinde de hakikat adına gürleyen bir destan olmasına karşılık; heva ve hevesin elinde onlar birer sapıklık, birer çarpıklık vesilesi olur ve hep insanları yanıltırlar. Bugün cömertliği över, yarın ona savurganlık derler; bugün göklere çıkardıklarını yarın yerin dibine batırırlar.. bazen birer sönük hayali parlak birer hakikat gibi gösterirler; bazen de en parlak hakikatleri birer vehim gibi resmederler.. güzellikten bahsederken cismanî iştihaları şahlandırır ve hüsn-ü mücerredi görmezlikten gelirler.. tabiattan söz ederken onu bir mâbud gibi gösterirler.. hep olmadık ve olmayacak şeyleri söyler, sanatı yalanın, mübalâğanın, demagojinin bir vasıtası hâline getirirler.. ve bunlar her hâlleriyle şeytânîdirler.
- tarihinde hazırlandı.