Göğün genişlemesi
Dünden bu güne ilim ve fikir adamları sürekli olarak göğü rasat etmiş ve bu yolda çeşitli teknik aletler geliştirmişlerdir. Ancak bu çalışmalar, bir önceki bölümde de işaret edildiği gibi, hakikat aşkı, ilim aşkı, araştırma aşkı gibi hususların her zaman canlı tutulamaması gibi sebeplerden ötürü ileriye götürülememiştir. Asrımız düşünürleri ise modern çağın bütün teknik ve teknolojik imkânlarıyla yeniden göğün derinliklerini tetkike yönelmiş ve eski malumatlara nazaran daha yeni, daha derin ve daha orijinal bilgiler elde edebilmişlerdir. Ve bu yeni bilgiler ışığında bir kere daha Kur'ân-ı Kerim'in modern ilimlerle çelişmediği hatta icmâlî mânâda onlarla tam uyumlu olduğu, hatta bazı konularda sunduğu fezlekelerle işi çok önde götürdüğü ortaya çıkmıştır.
İşte onun mucize beyanlarından kâinatın sürekli genişlemesiyle alâkalı bir âyet:
وَالسَّمَۤاءَ بَنَيْنَاهَا بِأَيْدٍ وَإِنَّا لَمُوسِعُونَ
"Semayı Kendi (Kudret) ellerimizle Biz bina ettik ve (onu) sürekli genişleten de Biziz." (Zâriyât sûresi, 51/47)
İbn Zeyd, Fahreddin Râzî, Zeccac, İbn Kesir, Ebu's-Suud gibi pek çok eski-yeni tefsirci bu âyeti, "Biz gökleri genişletmekteyiz." veya "Göklerin çapını genişletiyoruz." şeklinde anlamışlardır ki, konunun teferruatı bir tarafa, bu anlayışın araştırma ve yeni tespitlerin verileriyle çelişmediği, hatta vak'anın çerçevesi itibarıyla uyum içinde olduğu apaçıktır. Hele, genişleme ile alâkalı âyetin öncesindeki, "Biz Kendi güç ve kuvvetimizle kurduk." ifadesi, bu mânâyı daha bir güçlendirmektedir.
Günümüzde kâinatın genişlemekte olduğu nazariyesi artık bilim adamlarının pek çoğu tarafından kabul edilen bir konudur. 20. asrın başlarında Amerika'da Wilson rasathanesinden duyurulan bir haberde, gerçekten de o güne kadar duyulup görülmemiş bir yeni iddia yer alıyordu. Gerçi daha önce ona benzer şeyler söylenmişti, ama bunların hiçbiri Wilson rasathanesinin fotoğrafladığı görüntüler kadar etkili olmamıştı.
Bu yeni tespitte, bir kısım yıldızların ve yıldız kümelerinin ışık spektrumları fotoğrafla belgelenmişti. Daha basit bir ifade ile söyleyecek olursak, renk spektrumlarından anlaşıldığına göre bir kısım yıldızların bizden uzaklaşması, spektral çizgilerin sona yani kırmızıya doğru kayması gibi bir durum söz konusuydu. Amerikalı bir uzman olan Dr. Hubble uzun süren araştırma ve gözlemlerinden sonra, bu hâdiseyi değerlendirerek Batı dünyasında ilk defa kâinatın genişlediği tezini ortaya attı. Bu iddia karşısında 1929'ların ilim dünyası, işin doğrusu hayret ve heyecana kapılmıştı.
Daha sonraları ise, Belçikalı bir matematikçi olan rahip Lemaitre, bu işin matematik açısından hesabını yapmış ve Dr. Hubble'ın tezine katıldığını duyurmuştu. Büyük patlama (Big Bang) ismi verilen bu teoriye göre galaksiler birbirlerinden uzaklaşmakta, uzay tıpkı bir balon gibi şişmekte ve kâinat dev boyutlarıyla irileşip büyümekteydi. Bu şekilde galaktik sistemlerin birbirlerinden uzaklaşmalarının keşfedilmesi, ilim tarihinde en çarpıcı başarılardan biri olarak yerini alıyordu.
Galaksilerin birbirlerinden uzaklaşmalarının ölçü ve hesabındaki katsayıya "Hubble sabiti" denmektedir. Bu ölçeğe göre aralarında bir milyon ışık yılı uzaklığı bulunan herhangi iki galaksi, birbirlerinden saniyede 20 km hızla uzaklaşmaktadırlar. Eğer bu iki galaksi arasındaki uzaklık, bin katına çıkarsa, bunların birbirlerinden uzaklaşma hızları da bin misli artacaktır. Aynı ölçüleri bizden 10 milyar ışık yılı uzaklıktaki bir galaksiye uygulayacak olursak, bu galaksinin saniyede 200 bin km hızla bizden uzaklaştığı, yani o noktada bir genişlemenin var olduğu söz konusudur ki, bu müthiş sürat, ışık hızının üçte ikisi kadardır.
Bu âyet nazil olduğu zaman bu mevzuda söylenen sözler ve verilen misaller kavranamadığından tabiî olarak tenkit edilebilirdi. Ancak müspet bilimin henüz bazı şeyleri hecelemeye çalıştığı bir dönemde, Kur'ân'ın gayet sade ve vak'anın raporu türünden, "Biz (semayı) elbette genişletmekteyiz." diyerek dünkü insanlardan daha çok, bugünün insanlarına meydan okurcasına böyle bir beyanı, üzerinde ciddî ciddî durulmalıdır.
Dikkat edilecek olursa burada mesele hiçbir tevil ve tefsire girilmeden ve tamamen asrın mantığına ve ilimlerin ulaştığı seviyeye uygun olarak ortaya konmuştur. Kur'ân, semanın durmadan genişletilmekte olduğunu لَمُوسِعُونَ şeklindeki beyanıyla tekitli olarak ifade etmiş ve bununla, kâinatın genişlemesinde kat'iyen kimsenin şüphe duymaması gerektiğini vurgulamıştır. Ayrıca burada, konu anlatılırken isim cümlesi kullanılmaktadır ki, fiil cümlesi, tekrar ve teceddüt ifade etmesine karşılık, isim cümlesinin devam ve sebata delâleti de, kâinatın genişlemesinin devamlılığını ifade açısından gayet mânidardır.
Bu açıdan 14 asır önce nazil olmuş bir kelâmın 20. asırdaki keşif ve tespitlerle mütenakız bulunmayışı bile, o kelâmın "Kelâmullah" olduğunu göstermesi bakımından yeter zannediyorum. Aslında böyle bir kelâmı Allah'ın ilm-i ezelîsine bağlamadan izah etmek de mümkün değildir. Evet, Kur'ân, Allah'ın mu'ciz bir kelâmıdır ve O'ndan başka bir varlığa izafe edilmesi de asla söz konusu olamaz.
Ayrıca burada, kâinatın genişlemesi bildirilirken çok önemli bir diğer gerçeğe de işaret edilmektedir. Şöyle ki, kâinatın belirli bir sâbite ile sürekli genişlemesinin kesin ve temel bir neticesi vardır ki, eğer zamanda geriye doğru gidilecek olursa kâinatın da küçüldüğü görülecektir. Kâinat devamlı genişlediğinden dolayı, yüz sene evvelki kâinat, şimdiki hâlinden daha küçüktür. Binlerce, hatta milyonlarca sene önceki kâinatın şimdikinden daha küçük olması, ilmî hiçbir itirazın söz konusu olmadığı son derece çarpıcı bir gerçektir. Bu şekilde yeteri kadar maziye gidildiğinde, nokta kadar küçük, fakat sonsuz sıcaklıktaki nüve bir kâinatla karşılaşılacaktır.
İşte bu nazariyeye göre kâinat, Allah'ın emir ve iradesi çerçevesinde, büyük bir patlama (Big Bang) ile bu şekildeki bir başlangıçtan, yani fizikî olarak bakıldığında "yok"tan yaratılmıştır. Bugün ilim adamları kâinatın büyük bir patlama ile maddî olarak yokluktan veya kaostan çıkıp varlığa erdiği hususunda müttefiktirler. Kâinatın büyük bir patlama ile yaratılması, yapılan başka araştırmalarla da desteklenen güçlü bir teori olarak kabul edilmektedir.
Evet, kâinat, Cenâb-ı Hakk'ın كُنْ "Ol" emriyle yokluktan varlığa geçerek çok farklı şekil ve hüviyetler kazanmıştır. Son tespitlere göre de o, 13-14 milyar sene arasında bir yaşa sahiptir.
- tarihinde hazırlandı.