Hz. Nuh'tan Hz. Hud'a uzanan mücadele geleneği
Hz. Nuh'un kavmiyle olan mücadelesini ve kavminin ona karşı giriştiği temerrüt hareketini, Hz. Hud'un kavminde de aynen müşâhede etmekteyiz. İki inanmış insan, iki büyük nebi.. ve iki azgın cemaat... Şuarâ sûresinde fikren dolaşırken, yer yer o muhteşem binalarıyla beraber hâk ile yeksân olan Âd kavmini görür gibi olur ve ürpeririz.
"Âd (kavmi) de gönderilen peygamberi yalanladı." (Şuarâ sûresi, 26/123)
İfadelerden anlaşıldığı gibi, peygamberlerin hepsinin derdi davası birdi ve hepsi de aynı şeyleri söylüyordu. Evet, onlar insanların, Allah'ın himayesine sığınmalarını, Allah'a karşı saygılı olmalarını ve O'na itaat etmelerini istiyorlardı. Bu vazifeyi yaparken de "İş yaptım, ücretimi verin!" demiyor; aksine, "Biz, hasbeten lillah sizin için koştuk, hasbeten lillah yorulduk, sesimiz soluğumuz kesilinceye kadar sizin için gayret ettik." diyor ve mükâfatlarını Allah'a bırakıyorlardı.
Hz. Nuh devri artık çok geride kalmıştı; ama benzer bir karakterde bu defa da karşımızda Hz. Hud'un (aleyhisselâm) kavmi Âd vardı. Temelde karakter benzerliği varsa da, Âd kavmi oldukça farklı bir kavimdi. Hz. Nuh'tan sonra uzun yıllar geçmiş, artık umranlar kurulmuş, yeni yeni medeniyetler teessüs etmişti. İhtimal, bu yeni toplumlar için okumalar, yazmalar, bilmeler, ilim ve irfan sahibi olmalar âdiyattan işler hâline gelmişti. Her ne kadar modern tarih, yazıyı belli bir devre ile irtibatlandırsa da, bunu olduğu gibi kabul etme mecburiyetinde değiliz. Zaten insanlığın menşeinin mağara devri gibi muhayyel bir vahşete bağlanması kat'iyen mâkul değildir.
Biz, bu çizgideki tekâmülü temelden reddediyor, mağara devrini, taş devrini, tunç devrini kayd-ı ihtiyatla karşılıyoruz. İhtimal bütün bunlar, dinsiz tekâmülcülerin, dinli ve dinsiz milletlerin tarihine sokuşturdukları eraciften gayr-i makul şeyler ve ilmî bir mesnetleri de söz konusu değil.. zaten böyle bir şeyin aslının olmadığı da bugün bir kısım Batılı münekkitler tarafından ifade edilmekte. Evet, insanlığın yeryüzündeki neş'eti, peygamberlerle başladığı için, beşer tarihinin temelinde vahşet değil, o günün şartlarına göre bir medeniyet söz konusudur.
Hud kavmi deyip sadede dönüyoruz. Allah (celle celâluhu) bu azgın insanlarla alâkalı "Siz her tepe üzerinde (gelip geçenleri yanıltmak için) bir işaret yapıp da boş şeylerle mi uğraşıyorsunuz." (Şuarâ sûresi, 26/128) buyurmaktadır.
O günün medeniyetini, sanatını, düşünce ve gelişme ufkunu göstermesi bakımından bu ifadeler fevkalâde önemlidir. Bu devir, insanlık tarihinde yepyeni bir devirdir. Kaleler, burçlar devri... Tıpkı Cenevizlilerin gittikleri her yerde, en sivri tepelerde kaleler yaptıkları gibi, Âd kavmi de, diğer milletlerden korunmak için burçlar, kaleler yapıyorlardı. Ayrıca, oyun ve eğlence için de benzer binalar inşa ediyorlardı. Kur'ân, بِكُلِّ رِيعٍ اٰيَةً تَعْبَثُونَ "Eğlence yapmak, oyun oynamak için en zirvelerde ve dağların yamaçlarında binalar yapıyorsunuz." (Şuarâ sûresi, 26/128) Yani, "gördüğünüz her tepeye bir bina konduruyorsunuz" der.
Esasen bu kısacık âyette anlatılan daha başka şeyler de var. Âyetin işaretinden anlıyoruz ki, o gün de saldırgan milletler mevcuttu ve onların saldırganlıklarından korunma yolları araştırılıyor ve o günün şartları içinde, zirvelerde, dağların bağırlarında kaleler, kuleler inşâ ediliyordu. Bunun yanında, cemaatin ayrı bir karakteri daha çıkıyor karşımıza:
وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِعَ "Siz, bir de mısna'lar veya masnu'lar yapıyorsunuz." (Şuarâ sûresi, 26/129)
مَصَانِع, sanat mânâsına, مَصْنُوع'un cem'i olabileceği gibi, مِصْنَع'ın cem'i de olabilir. Bu da "Siz sanat eserleri yapıyorsunuz." demek olur. Fâni olan sözlerinizi, fenâya mahkûm olan hatıralarınızı, sanatla bâkileştirmek istiyorsunuz. Dünyada ebedî kalacak gibi, bakıp bakıp iftihar edebilecek, böbürlenebilecek harika saraylar, âbideler ve bir bakıma sizi putperestliğe götüren sanat eserleri meydana getiriyorsunuz. Öyle ki, bunlarla hep övüneceğinizi ve gölgelerinde hep çalım çakacağınızı zannediyorsunuz...
Önceki bölümlerde Hz. Nuh'un (aleyhisselâm) putperest kavmini ve Hz. Nuh'a karşı başkaldırışını gördük. Gördük ki, tam dokuz asırlık bir mücadele neticesinde gelinen nokta bir avuç inanan insanın, Hz. Nuh'un kervanına katılmasından ibaret. Evet, işte bu insanlar o kadar inatçı, o kadar küfür ve tuğyan içinde idiler.
Yukarıda ana karakterine kısmen temas ettiğimiz Hz. Hud'un (aleyhisselâm) kavmiyle (Âd) ilgili ifadelerden –Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın ifadeleri içine girilebildiği ölçüde– taşları yontma, onlara şekil verme ve dağlara-taşlara ölümsüzlük duygusunu işlemenin mağrur, mütekebbir bir toplumun en bariz hususiyetleri olduğu hissediliyor. Evet, ortaya koydukları eserler, söz ve düşünceleriyle yan yana getirildiğinde görülür ki, bunların sanat ve mimari adına ortaya koydukları şeyler, birer sanat eseri olmaktan daha çok bir başkaldırma ve çalım âbidesi.. evet, Hz. Nuh'un kavmi ile Âd kavmini mukayese ederek ele aldığımızda, arada çok azim bir fark görürüz.
İşte onların söz ve tavırlarından bir kesit:
وَإِذَا بَطَشْتُمْ بَطَشْتُمْ جَبَّارِينَ "Siz (insanları) derdest edip yakaladığınız zaman zorbalar gibi yakalıyorsunuz." (Şuarâ sûresi, 26/130) Yani siz putperest, eşyaperest olmanın yanında, aynı zamanda hodfuruş, bencil, gaddar ve o kadar da zalim insanlarsınız. Sizin gibi düşünmeyenleri ele geçirdiğiniz zaman cebrin, kahrın en amansızını ve en imansızını onlara tattırıyorsunuz. Baskı, şiddet, zulüm, tabiatınızın bir yanıymışçasına bunları icra ederken asla rahatsızlık da duymuyorsunuz.
Peygamberleri onlara bunları söylerken, onlar da peygamberlerine karşı şöyle diyeceklerdir: "Ey Hud! Bize hiçbir delil getirmedin.. ahirete gidenler dönüp gelmediler ki, ahiretin var olduğuna inanalım. Sonra, bir Allah var dedin. O'nu göstermedin ki, varlığını kabul edelim. Peygamber olduğunu ileri sürdün, buna dair bir alâmet, bir mucize görmedik ki, peygamberliğine inanalım..."
Görüldüğü gibi, ortaya atılan itirazların hepsi de iddia kokuyor ve iptidaî, akılları gözlerine inmiş inkârcıların densiz mazeretleri... Benzer düşünceler az farklı bir üslûpla Efendimiz'e karşı da ifade edilmiştir; günümüzde de ifade ediliyor... "Beraberinde bir melek gelse ya!" (Hûd sûresi, 11/12) veyahut "Bu Kur'ân, bu iki şehirden büyük bir adama indirilseydi ya!" (Zuhruf sûresi, 43/31) Evet, bunlar kaba kuvvetin her zamanki hırıltıları...
Kur'ân, o değişik anlayış, hava ve karakteriyle Hz. Hud'un kavmini, muhkem kaleleriyle, baş döndüren âbideleriyle, değişik türden heykel ve putlarıyla tekrar ber tekrar ele alır, zikreder. Hud kavmi, Hz. Nuh kavmine nispeten farklı bir küfür ve farklı bir kâfir tipi sergiler. Evet, sahneye farklı kavimler girince hemen Kur'ân'ın takdim keyfiyeti değişiveriyor.. ve her kavmi, her cemaati, kendine has özellikleriyle arz etmeye başlıyor.
Evet, Kur'ân'da yer alan kavim ve kabilelerin iç dünyalarına inebilsek Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın yaptığı karakter tiplemelerinde öyle bir dil kullandığını göreceğiz ki, beşer, bu kadar az kelâmla, tarihe mal olmuş bu ayrı ayrı toplumları böylesine veciz ifadelerle ortaya koymaya kat'iyen güç yetiremeyecek ve "Bu, Allah kelâmıdır, başka olamaz!" demekten kendini alamayacaktır.
- tarihinde hazırlandı.