İnsan eksenli Kur'ân tefsiri
İnsanı, insanlar bütün hususiyetleriyle izah ve şerh edemez. Onu, sadece ve sadece yaratan Allah (celle celâluhu) şerh ve tefsir edebilir. Onun mahiyetine bir kısım his ve letâif, Cenâb-ı Hak tarafından şifrelenmiştir. Kur'ân, kâinatı yorumladığı gibi insanın da biricik yorumcusudur. Bu itibarla da insanın içi ve dışıyla alâkalı malumat, bütünüyle Kur'ân'da mevcuttur denebilir. Evet, onun her dakika geçirdiği ruhî tavırlar, uğradığı psikolojik tezahürler, bütünüyle Kur'ân'da şifrelidir.
İnsan, ne teleskobun ne de mikroskobun hedefine yerleştirilmiş âdi bir cisim değildir ki, iç yapısına muttali olunabilsin. Evet, onun ledünniyatını teleskopla tespit etmeye imkân yoktur ve edilemez de. Psikoloji ilminin de bugüne kadar insanın ruh ve nefis mekanizmaları adına ortaya ciddî bir şey koyduğunu söylemek oldukça zordur. Kediler, köpekler ve fareler üzerinde yapılan tecrübelerle insan hakkında bir neticeye varmak mümkün olmasa gerek. Zaten materyalistlerin diyalektik esaslarıyla onu tahlil etmek, bütün bütün laubalilik gibi bir şeydir; zira kâinatta en nadide ve kıymettar bir varlık olan insanı böylesine âdice ve süflice tahlil etmeye kalkmak, insan adına onda tecellî eden esmâ-i ilâhî ve onun letâifi adına en büyük cinayet ve en büyük su-i edeptir!..
Batıda insan, değişik dönemler itibarıyla değişik ekoller tarafından ele alınmış ve büyük ölçüde yukarıdaki kaymalar çerçevesinde tahlil edilmiştir. Bunlardan birkaçı müstesna hemen hepsi de, insanın yüzünü kızartacak kadar onu süflice ele alan yaklaşımlardır. Evet, Bergson, Pascal ve daha birkaç isim meseleye az da olsa insaf ve sağduyu ile yaklaşmış ve insanı bir ölçüye kadar iç ve dış derinlikleriyle kucaklamışlardır. Bunların ellerinde Kur'ân olsaydı zannediyorum, insan gerçeğiyle alâkalı çok daha güzel şeyler söyleyebilirlerdi. Ama onlar, bu imkândan mahrum idiler.
Öte yandan, her meseleyi şehevî hislere bağlayıp insanın yüzünü kızartacak ölçüde bohemliğe giren ve insanı tahlil ederken, onunla alâkalı her hususu bir çirkinlikle irtibatlandıran bir akımın öncüsü olması itibarıyla Freud'ü, bir başka sahada da Sartre gibi kimseleri görmekteyiz. Bunların hemen hepsi, insanın ledünniyat ve mânâ anatomisini göremeyerek onu tıpkı bir hayvan gibi mütalaa etmektedirler. Maalesef bunlar, hiç alâkası olmadığı hâlde, birbirinden çok uzak meseleleri irtibatlandırarak insana, boynunda şehvet tasması bir hilkat garibesi nazarıyla bakmaktadırlar.
Rica ederim insan, bu kadar âdi bir varlık mıdır? Gerçi bunlar da görüşlerini serdederken tahlil metodu kullanmışlardır. Ne var ki metottan önce, ehliyet gereklidir. Hemen ifade etmeliyim ki, onların hiçbirisi bu mevzuda söz söylemeye ehil değildir. Ancak çok ciddî bir fikrî ve ruhî boşluk içinde yuvarlanan çevrelerde onların bu sözleri ilmî bir gerçekmiş gibi telakki edilmekte ve dolayısıyla da hüsnükabul görmektedir. Freud, libidosuyla her meseleyi şehvete bağlar. O kadar ki, iki aylık yavrunun annesinden süt emişini dahi şehevî hislerle irtibatlandırarak, her insanî tavrın arkasında bu duygunun mevcudiyetini vehmeder.
Şimdi, lütfen bir düşünün, melekleri dahi geride bırakacak kadar aziz ve mükerrem yaratılan insanoğlu, acaba bunca hakareti hak etmiş midir? Etmemişse, akıl ve iz'an sahibi birinin böylesine bir "insan" tahlil ve teşrihini kabul etmesi ne mânâya gelir; bunun değerlendirilmesini size bırakıyorum.
Şimdi acaba, insanı mezbeleliklere atan tahlillerle Kur'ân'ın insana verdiği değer karşılaştırıldığında, aradaki muazzam farkı idrak etmemek, Kur'ân'ın tahlil ve tarifine "bârekellah" dememek kabil midir?
İnsanlığın İftihar Tablosu'nun, hem de bir beşer olarak ta Sidretü'l-Müntehâ'ya varıp meleklerin en azizini dahi geride bırakması, insanın Allah indindeki değerini göstermesi bakımından ne mânidardır! Evet, Cibril dahi Miraç'ta bir noktaya varır ki, ondan ötesi için "Vallahi buradan öteye bir adım atarsam mahvolurum. Bundan öte yol senin, devran senindir."[1] der.
Evet biz, insanı böyle bilmekte ve böyle tanımaktayız. Allah (celle celâluhu), ona böyle ikramda bulunmakta ve O'nun kelâmı olan Kur'ân da onu böyle tarif ve tahlil etmektedir. Modern dünyada hangi ilim, hangi araştırma insanı böylesine azizleştirmiştir?.. Bu kadar mükerrem olan insanı, solucandan daha aşağı düşüren telakkiler ile onu tahlil ve teşrih etmek, onun ruhuna ve muhtevasına karşı ne büyük bir cinayettir!..
Öyleyse, insanın Kur'ân'da bir defa daha keşfedilmesi ve maddî-mânevî donanımıyla ele alan âyetler arasından, ona ait derin mânâları çıkaracak bir tefsirin yapılması ve mükerrem bir varlık olan insanı, habâset yüklü tahlillerden kurtarmanın zamanı gelmiştir zannediyorum. Her şeyden evvel Kur'ân-ı Kerim, "Nefislerinizde sizin için âyetler vardır." (Zâriyât sûresi, 51/21) diyerek, insanın bir mucizeler âbidesi olduğunu nazara verir.
İnsanın mahiyeti, onun günlük hayatı, her an geçirdiği istihaleler incelenmedikçe onu tarif ve tahlil etmek mümkün değildir. Onun için, dünya ilimlerinin gereği olarak dahi Kur'ân'ın tahliline ihtiyaç vardır ve bir Kur'ân tefsiri yapılacağı zaman, bütün bunlar göz önünde bulundurulmalıdır. Zira bir gün fert, cemiyet, madde ve mânâ olarak Kur'ân'a dönülecekse, topyekün hayatı onun sunduğu mesajlara göre bir kere daha gözden geçirmek gerekecektir.
Bu vadide söylenecek ve yazılacak şeyler, ne satırlara ne de kitaplara sığacak gibidir. Biz burada belki de söylenmesi gereken şeylerin sadece öşr-ü mi'şarını (yüzde birini) söylemiş ve yazmış sayılabiliriz. Tabiî burada hem Kur'ân hem de kendi adımıza bir kısım sevindirici gelişmelerin olması da yegâne tesellimizdir. Neslimizin yeniden Kur'ân'a dönmesine, aslına yönelmesine –Allah (celle celâluhu) yümün ve bereket versin– ve umumî gelişmelere baktıkça, Kur'ân'ın bir küllî tefsirinin bugün olmasa da böyle bir tefsirin yazılacağı günlerin yakın olduğuna inanıyoruz.
[1] Fahruddîn er-Râzî, Mefâtîhu'l-ğayb 2/214, 25/141, 28/251; Aliyyülkârî, Mirkâtü'l-mefâtîh 10/410.
- tarihinde hazırlandı.