Kur'ân, insan fıtratını hedef alır
Yirminci asır medeniyeti, maddeci bir zihniyetin eseridir. Ayrıca peşi peşine zuhur eden maddeci ve pozitivist akımlar, insanı mânen yozlaştırarak, onun bütün himmetini madde etrafında teksife sürüklemişlerdir.
İşte bu maddeci anlayış ve yaklaşımlardır ki, insanı kendi fıtratından uzaklaştırmış, insan ledünniyatı başta olmak üzere pek çok meselede onun zihin ve düşüncelerini yabanileştirmiştir. Böyle bir maddeci düşünce, bir kısım Müslüman zihinleri de –maalesef– bulandırmış ve modernizm de dediğimiz yirminci asrın belli açılardan hasta medeniyeti, sâri bir illet hâlinde İslâm dünyasının bütün müesseselerine sinerek onu âdeta felç etmiştir.
Şüphesiz bunda en büyük zararı da, bozulan insan fıtratı ve insan mâneviyatı görmüştür. Öyle ki, bugün insanın kendi kendini dinlemesi, anlaması ve kontrol etmesi bütün bütün unutulmuş gibidir.
Evet, yıllar var ki biz, kendimize yabancılaştık. İnsanımızın kendine yönelmesi, yeniden Kur'ân'da kendini bulması, kendini ve bütün eşyayı ona göre yorumlaması, İslâmî hayatımız adına kaçınılmaz bir meseledir. Esasen bu mesele, psikolojik açıdan da başlı başına bir konu teşkil etmektedir. İnsanın kendini dinlemesi, kontrol etmesi, kendi içine doğru derinleşmesi, kâinat ve insan açısından çok önemlidir.
Evet, bu konuda bir neticeye ulaşmak, kontrolün hedefini tayin etmek ve insanın kendi içinde derinleşmesinin mânâ ve mahiyetini idrak edebilmek, ancak Kur'ân'la anlaşılabilecek bir konudur. Şayet Kur'ân'da belirlenen maksatlar anlaşılmazsa, insanın onca gayreti de hiçbir şey ifade etmeyecektir.
Evet, insan kendi kendini dinlerse ne yapar? İç âleminde derinleşirse ne olur? Letâifine, duygu ve hislerine vâkıf olursa, neler meydana gelir? Bütün bunlar ve bunlara benzer soruların cevabını ancak ve ancak Kur'ân'da bulmak mümkündür. Ve tabiî kendi içinde derinleşememiş, kendi kendini dinlemeye yükselememiş; her gün birkaç defa nefsiyle hesaplaşma mülâhazasıyla Mevlâ'sının huzuruna gelememiş bir insan, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın bu husustaki beyanatını derinlemesine anlayamaz.
İnsan, her zaman kendisini dinlemeli, günde birkaç defa kendi içine yönelerek, nefis muhasebesinde bulunarak ve ruhunun sesine-soluğuna kulak vererek, nefsinin elinde bütün bütün zebûn olmadan kurtulmalıdır ki, Kur'ân'ı anlayabilsin. Zira kendini anlamayan insan, Kur'ân'ı da anlayamaz; evet, içte derinleşme, Kur'ân'ı anlamaya bir ihzâriye (hazırlık) nevindendir.
Daha önce Kur'ân, insan ve kâinat üçlüsüne dikkatleri çekmiştik; çekmiştik zira bu üçlü arasında her zaman ciddî bir irtibat söz konusudur. Kur'ân-ı Kerim, yüzlerce âyetiyle sürekli insan ve kâinatı şerhetmektedir. Bu konuda ona denk ikinci bir kitap da yoktur. İnsanı yorumlayıp tahlil etmede, modern psikoloji bile henüz onun ufkuna ulaşamamıştır ve ulaşamayacaktır da. Aslında, dünden bugüne değişik ilimler, hangi noktaya ulaşırsa ulaşsın, ulaşabildikleri en zirvelerin çok daha ötelerinde hep Kur'ân'ın bayrağının dalgalandığını müşâhede edeceklerdir.. evet, bu mevzuda, Kur'ân'ın kâbına bile ulaşmaya imkân yoktur.
Kur'ân, insanı ele alırken öyle bir yol takip eder ki, muhataplarının hissiyatına girer. Onu adım adım imana çekerek ruhî duygularını uyarır ve âdeta her bakımdan ölüden sürekli diriler çıkarır ve onlarda meknî bulunan ahiret hesabına faydalı olabilecek melekeleri harekete geçirir. Onların hâlet-i ruhiyelerine dikkatleri çeker ve onları en zayıf noktalarından yakalar ve dünyaya karşı olan meyillerinin kökünü keser. Yani fıtratlarına ne konulmuşsa hepsini teker teker değerlendirir ve böylece onu hak ve hakikati kabule hazırlar.
- tarihinde hazırlandı.