Kur'ân'ın ışığında ilmî gelişmeler
A. Kur'ân'ın Geniş Perspektifi
Ön yargısız âyet âyet takip edildiğinde Kur'ân-ı Kerim'in, insanın iç âlemindeki en derin his ve düşüncelerinden, kâinattaki en geniş sistem ve galaksilere; oradan da âlem-i misal ve öteler ötesine kadar açılan çok geniş bir yelpazede, pek çok hakikate işaret ettiği görülecektir.
Evet bu kitap kalbî ve ruhî meyilleri, gizli-açık hisleriyle insanı ele alıp yorumladığı, değerlendirdiği aynı anda, kâinatın en geniş daire ve en ücra köşelerinden bahisler açarak, bir anda insanın nazarını kâinattan insana, insandan da kâinat katmanlarına çevirir; kâh o koca kitabı mütalaaya sunar, kâh Ehadî bir tecellî ile dikkatleri insan üzerinde yoğunlaştırır.
O bazı âyetleriyle insanın ledünniyatından bahsedip dikkatleri o noktaya çektiği aynı anda bir de bakarsın nebülözler ve güneş sisteminden bahisler açarak bizi makro âlemin nâmütenâhîliklerinde gezdiriverir. Bu ona has bir üslûptur ve o bu üslubuyla varlığı her zaman bir bütün olarak nazara verir ve küllî bir irade ve kudretin hem dar hem de geniş dairede nasıl tecellî ettiğini birden gösterir. İşte bir örnek: Kur'ân bir âyette şöyle ferman eder:
سَنُرِيهِمْ اٰيَاتِنَا فِي الْاٰفَاقِ وَفِۤي أَنْفُسِهِمْ حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
"Biz onlara âfâkta (arz, sema ve kâinatlar) ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz, nihayet onlar için (Kur'ân'ın) gerçek olduğu, apaçık belli olacaktır." (Fussilet sûresi, 41/53)
Cenâb-ı Hak, insanlara âyetlerini hem âfâkta hem de enfüste peyderpey, ceste ceste göstererek bir gün büyük çoğunluğa mutlaka "Hak" dedirtecektir. Bu "hak" Hak'tan gelmiş, hakikati neşretmiş, varlık gerçeğine tercüman olmuş Kur'ân'dır.
Bu âyet, insana ve kâinata ait pek çok hakikati ihtiva etmekte ve gelecek yılların Kur'ân yılları olacağı müjdesini vermektedir. Yine bu âyet, insan icadı olan teknik aletler sayesinde kâinatın bütün derinliklerinin bir ölçüde hallaç edilerek bir esasa bağlanacağına parmak basmakta ve bunu yaptığı aynı anda, insanoğlunun kendi iç ve dış derinliklerinde de çok ciddî ilerlemeler kaydedileceğini vurgulamaktadır.
Evet, her gün biraz daha gelişen teknoloji sayesinde elde edilen imkânlarla insan, yeniden kendine yönelmiş, her yönüyle kendini, özünü yorumlayıp keşfetmek için kendini teşrih masasına yatırmış; fizik, kimya, astronomi, tıp, hendese hatta psikoloji, pedagoji gibi bütün modern bilimlere göre kendini yeniden yorumlama ve değerlendirmeye tâbi tutmuş ve bir ölçüde Kur'ân'ın işaret ettiği süreci başlatmış gibi görünüyor. Buna, herkesin "hak" diyeceği noktaya geliniyor da diyebiliriz.
Aslında hakikat aşkı, ilim aşkı ve araştırma aşkı sayesinde insanı, kâinattan koparmadan, varlığın hakla irtibatını zedelemeden ve insanın kâinat içindeki mevkiini olduğu gibi koruyarak tarif eden sadece ve sadece Kur'ân olmuştur. Evet, onda, kâinat anlatılırken aynı anda insan da anlatılmakta, kalbin tahlil edildiği yerde güneş sisteminin ve yıldız kümelerinin genel durumları dile getirilmekte, insan ledünniyatından bahsedilirken de kâinatın derinlikleri nazara verilerek hep tevhîdî bir mülâhaza sergilenmektedir.
Bundan sonra da sürekli ilimler gelişmeye devam edecek; insan düşüncesi, ilimlerin inkişafı ölçüsünde derinleşecek; bir yandan (x) ışınları ve elektron mikroskoplarıyla mikro âlemlerdeki bilinmezler ortaya çıkarılırken, diğer yandan da devâsâ teleskoplar ile en büyük dairede, ulaşılabildiği kadarıyla kâinat didik didik edilecek. Böylece, âdeta insan gibi pek çok varlık da teşrih masasına yatırılarak; en ince parçasına kadar her şey müşâhede imbiğinden geçirilmek suretiyle netice nereye varırsa varsın, her şeyin, hâl ve kâl diliyle "Lâ ilâhe illallah" dediği duyulacaktır.
Bu hakikati Kur'ân, kâinatı kudret ve iradesiyle var eden Sahib-i Kur'ân'ın beyanı olarak anlatmaktadır ki, Allah (celle celâluhu) bu yüce hakikati "Biz onlara âfâkta ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz de, nihayet onlar için (Kur'ân ve onun ifade ettiği şeylerin) gerçek olduğu apaçık ortaya çıkacaktır." âyetiyle, hem bir müjde hem de bir vaad mânâsında ifade etmektedir.
Bu hitap, o gün sahabeye idi. O günün o temiz ve sade insanları bu hitaptan ne anlamışlar onu bilemeyiz. O devirde âfâka ait rasat aletleri olmadığı gibi enfüsün de her yanını bilmek mümkün değildi. Ayrıca (x) ışınları keşfedilmemişti ve elektron mikroskopları da henüz yoktu. Ama Kur'ân onlara, "Gelecekte herkese 'hak' dedirteceğiz" diyordu. Demek ki bu âyet onlara bir şeyler ifade ettiği aynı anda 20. asrın insanına da çok ciddî şeyler fısıldıyordu.
Evet, bu çağın insanı, o çok ileri teknolojileri sayesinde, bu ilâhî bişâreti kısmen dahi olsa idrak etmiş sayılırlar. Evet bugün, insan anatomisine ait pek çok sır keşfedilmiş, elektron mikroskoplarıyla insan didik didik edilip taranmış, âfâk ve enfüste daha nice derin araştırmalar yapılmış ve âdeta gaybın kapıları aralanmış gibi bir durum söz konusudur.
Ayrıca burada şöyle ince bir nükteden de söz edilebilir: Kur'ân, insan ve kâinatı aynı anda ve aynı ehemmiyet ve hassasiyet içinde, birini diğerine tercih etmeyip ikisini birden insanoğlunun nazarına sunmakta ve tam bir bütünlük içinde bütün varlığın anlaşılmasını dilemektedir. Bununla O, insanın iç derinliklerinden, kâinatın enginliklerine uzanan çizgide bütün varlığın araştırılması gerektiğini, ilahi âyetlerin keşfedilmesi gayretinin gösterilmesini, araştırmacı ve mütecessis ruhların bütün tecessüs kabiliyetlerini kullanmaları gerektiğini vurgulayarak hamiyetli ruhlara bir "Arş!" emri vermektedir.
İşte bu ince nükte de göstermektedir ki, müspet ilimlerde dahi istikamet aranacaksa, insan-kâinat ve Allah münasebeti gözardı edilmeden küllî bir yaklaşımla yapılan araştırmalar sayesinde hem âfâk hem de enfüse açılmak suretiyle bu mümkün olacaktır.
Hâsılı Kur'ân-ı Kerim, yerler, gökler ve topyekün varlık hakkında verdiği bilgilerden o kadar inandırıcı bir üslupla bahsetmektedir ki, insanlığın, keşif, tespit ve yeni buluşlarında ilerledikçe, hemen her ilmî merhalede Kur'ân gerçeğiyle karşılaşacağı O'nun âyetlerinde vurgulanmakta ve her şeyin Allah'a bağlanacağı günlerin geleceği hatırlatılmaktadır.
Zaten bütün kâinatları yaratan Allah'ın kelâmının varlığa, tabiata, ilimlere aykırı olması da düşünülemez. Bu itibarla bizim Kur'ân'dan aldığımız bilgilerle varlıktan edindiğimiz malumat arasında –eğer doğru alabilmişsek– kat'iyen herhangi bir "çelişki" söz konusu olamaz. İlimlerle Kur'ân arasında tenakuz gördüğümüz yerlerde ya biz Kur'ân'ı yanlış anlıyoruzdur yahut ilimler adına ortaya atılmış bir kısım hipotezleri ilim zannediyoruzdur.
- tarihinde hazırlandı.